şekerlik tekeli :P

bu şekerlikler türkiyenin her yerinde aynı. acaba bunların sadece bir fabrikası mı var? tüm türkiye' ye ordan mı satılıyor?

çanakkale

çanakkale ile ilgili ne yazsam orada kendini feda etmiş insanlara olan minnettarlığımı yeterince ifade etmiş olamam. tüm askerleri şehit olan 57. alaydan mı, yoksa askerlerin kanlarından dolayı kıpkırmızı olan ve " kanlı sırt " adı verilen yerden mi? yoksa 3 saat boyunca 4000 top mermisinin cehennemi bile aratmayan ateşinin altında sağ kalmayı başaran ve binlerce askere göğüs geren 63 askerden mi? belki de yaralı halde geride kalan askerlerimizi tahta bir klübeye sokup klübeyi yakan ingiliz askerleri anlatmalıyım. biraz da bu olayı görüp de fotoğraf makinesini yere fırlatan ve " bu kadar da olmaz " diye tepki gösteren ingiliz gazeteciden de bahsetmeliyim.
tüm askerleri şehit olan 57. alaydan ve bunun anlaşıldığı törendeki sessizlikten ve sancağına takılan madalyadan, bugün onlara saygıdan dolayı 57. alayın olmadığını öğrenince içim burkuldu. onlar için vatan kelimesi aile, sevgili, yaşam,.. kelimelerinin önünde geliyordu. bu yüzden şam' dan, halep' ten, kars' tan, diyarbakır' dan, edirne' den, izmir' den, yurdun heryerinden insanlar koşup gelmişler bir bayrak altında savaşmışlar. öleceğini bilmek ve buna rağmen hiç korkmadan ileri atılmak. bunu yapanlara gereken değeri veriyor muyuz ve yaptıkları bu fedakarlığın nedeninibiliyor muyuz? birgün tekrar fedakarlık gerektiğinde herşeyimizi feda edebilecek miyiz? bunu kendimize sormalıyız.
öyle ki savaştan 15 yıl sonra yabancılar kendi anıtlarını tamamlamışken biz bugün bile hala tamamlayamamışız. en önemli anıtımızı yapan insan yarıda bırakıp kaçmış, ancak halktan toplanan para ile yapılabilmiş. ama bu da o önemli anıtta hepimizin bir parça katkısı olduğunu gösteriyor. tıpkı çanakkale' de yurdun heryerinden birkaç insan şehit olduğu gibi o anıtta da yurdun heryerinden bir tane tuğla var.

tatil bitti

evet bugün pazar olduğuna göre, kendime ayırdığım 5 günlük tatil sona erdi demektir. ee bu süre içinde yazı da yazmayarak blogumu boşladım, kusura bakmasın artık ama bazen öyle durumların içine giriyor ki insan ancak çıktıktan sonra aslında öyle bir duruma girdiğini anlıyor. neyse artık önemli olan burda bunu anlamış olmam. ya bir insan yazı yazarken nasıl gözüne birşey kaçar yav? göremiyorum, tek gözle yazıyorum. bu kadar aradan sonra dönüş yazım böyle olmamalıydı. ben yüzümü yıkayıp gelicem.. :)

hit the road eroy! yanlış anlanır da bu kadar mı anlanır?

çok sevdiğim bir şarkı vardı marilyn monroe diye. sözlerini bilmiyordum sadece melodisi aklımdaydı neşeli olduğum zamanlarda parmak şıklatarak söylerdim.
şimdi buraya kadar herşey normal gibi gözüküyor. ama bu şarkının ismi "hit the road jack" ve no more no more dediği kısımları ben marilyn monroe anlamışım yıllardır :) yav işte gerizekalılık bazen diz boyu oluyor :P arkadaşımda kalırken aklıma geldi bu şarkının özü nedir diye? meğer hit the road jack' miş :) yani şimdi ray charles bunu göreydi bana bela okumaz mıydı? ben ray charles olsaydım bana derdim ööle bişeyler :P neyse olay tatlıya bağlandı. ray' le barıştık :P iki gündür kulağımda yer etti. ee böyle güzel bir şarkının sözlerini de vermemek ayıp olurdu.
( parantez içindeki kısımları koro gibi bir topluluk söylüyor. ) parantezsiz kısımlar ray' e ait.

hit the road jack

(Hit the road Jack and don't you come back no more, no more, no more, no more.)
(Hit the road Jack and don't you come back no more.)
What you say?
(Hit the road Jack and don't you come back no more, no more, no more, no more.)
(Hit the road Jack and don't you come back no more.)

Woah Woman, oh woman, don't treat me so mean,
You're the meanest old woman that I've ever seen.
I guess if you said so
I'd have to pack my things and go. (That's right)

(Hit the road Jack and don't you come back no more, no more, no more, no more.)
(Hit the road Jack and don't you come back no more.)
What you say?
(Hit the road Jack and don't you come back no more, no more, no more, no more.)
(Hit the road Jack and don't you come back no more.)

Now baby, listen baby, don't ya treat me this-a way
Cause I'll be back on my feet some day.
(Don't care if you do 'cause it's understood)
(you ain't got no money you just ain't no good.)
Well, I guess if you say so
I'd have to pack my things and go. (That's right)

(Hit the road Jack and don't you come back no more, no more, no more, no more.)
(Hit the road Jack and don't you come back no more.)
What you say?
(Hit the road Jack and don't you come back no more, no more, no more, no more.)
(Hit the road Jack and don't you come back no more.)

Well
(don't you come back no more.)
Uh, what you say?
(don't you come back no more.)
I didn't understand you
(don't you come back no more.)
You can't mean that
(don't you come back no more.)
Oh, now baby, please
(don't you come back no more.)
What you tryin' to do to me?
(don't you come back no more.)
Oh, don't treat me like that
(don't you come back no more.)

deplasman

ah ben bunu yazarken çektiğim baş ağrısı anlatmaya çalışsam, tıp bilimine yeni kelimeler eklemek zorunda kalırım ki hiç hoş kelimeler değil bunlar :P bugün salı ve ben en sevdiğim :) dersin de sınavının geçmesiyle sınav dönemimi bitirmiş oldum. bugünkü sınav için bayağı bir kastım kendimi çünkü artık kötü sınavlarım olması istedim, bundan sonra çalışacam ders ( yav sen otur düzenli ders çalış ben dişimi kıracam :P ) çok konsantrasyon sağlayayım da nirvanaya ermiş bir şekilde gireyim dedim sınava, ama şimdi de beyin tepkiyi koydu öldürecek beni ağrıdan :P bir de şu an bir arkadaşımın evindeyim minoset yokmuş onlarda. bak sen şu işe şimdi ben nasıl iyileşecem? işte başkasında kalmanın en sevmediğim yönü bu olağandışı bir duruma karşı tamamen hazırlıksızım. baş ağrısı en açık örnek. bana bir tane ağrı kesici getirdi ama o beni kesmez ki :P
neyse zaten önümüzdeki 3 gün okula gitmiycem 2 gün de haftasonu tatili etti mi 5 gün tatil sana! kendimi toplamak için mükemmel 5 gün :) bu süre içerisinde lütfen dünyayı değiştirecek önemli olaylar olmasın, türkiye ve dünya gündemi durgun geçsin, fener hep kazasın, sevenler birbirine kavuşsun, petrol ve benzeri atıklar artık denizlere dökülmesin :P bu 5 günün sonunda da artık nirvanaya ermeyeyim ben bi, o zaman bir daha asla olmaz sanırım :P neyse artık kalkmak zorundayım deplasmandayım o yüzden bilgisayarı sadece ben kullanamıyorum ah keike olaydım ben evde o zaman bak bu yazı ne kadar uzun olurdu :)

kaymakamlık



şimdi siz bu iki fotoğrafa bakıp " eroy yine halı saha ile ilgili macera anlatıcak " diyebilirsiniz. ama bu sefer öyle değil. bu tamamen eskiye ait şeylerin bir anda dönüp baktığınızda ne kadar da değişmiş olabileceğini anlatan bir yazı.
burası bayrampaşa kaymakamlığının arka tarafındaki beton basket sahalarının üstüne yapılmış olan okan buruk tesisleri. bu olamazdı! kaymakamlık sahamız gitmişti. yerinde koca bir halısaha vardı! ben ve ilkokul 5. sınıftan sonrasındaki 7 yılı birlikte okuduğum tüm arkadaşlarımın 6 yılı burada geçmişti ( çünkü ilk yıl başka bir yerdeydik, onu da başka bir yazıya anlatayım :) ) burasının üzerinde yanyana 3 tane karşılıklı pota bulunan beton bir saha vardı. ve biz her öğle tenefüsünde - ki bu yaklaşık 1 saat civarıydı uzun bir süre - gelir burada maç yapardık. ama ne maçlar! öğle tenefüs zili çalar çalmaz eline topu alan en hızlı arkadaş uçarak giderdi oraya yemeğimizi bir tenefüs önceden yerdik ki top oynamaya zaman kalsın. koşarak gidenler, elinde yemek yiyerek gidenler, yakında lokantada hemen yemeğini yiyip de maça yetişmek için çabalayanlar olarak farklı gruplara ayrılırdık ama hepimiz aynı yol üzerinde farklı hızlarda yürürdük ama hepimizin amacı ortaktı. gider gitmez en iyi oynayan iki kişi kadroları kurardı. iyi oynayanlar forvete, kötü oynayanlar defansa. kaleye geçecek olanlara da binbir rica minnet ve " tamam on dakka sonra ben geçicem kaleye " diye yalanlar :P
her hava şartı altında oynardık. kar, yağmur, çamur, dolu, sulu sepken, ... sağanak yağmur altında oynayıp da sudan çıkmış balıktan bile daha ıslak bir halde geri döndük okula, sonra kalorifere sarılıp da kurumaya çalıştık kaç defa :)
birkaç yıl sadece biz vardık orda, sonra fabrikada öğle arasını değerlendirmek için oraya gelen işçilerle paylaştık uzunca bir süre. o zamanlar okula spor ayakkabı ile gelmek yasaktı bir süre biz çantamızda getirirdik ayakkabılarımız onlar da poşette getirirlerdi ayakkabılarını hep düşünmüştüm " acaba iş yerinde de mi yasak spor ayakkabı giymek? " diye. kendimizden yaşça büyük; konuşmalarından anlaşıldığı üzere hepsi doğudan göç ederek burda iş peşine düşmüş bu insanlarla bir topun peşinden koştuk.
bir zaman okulda öğle tenefüslerinde bahçe dışına çıkmak yasaklandı. o zamanlarda en çok kaymakamlığımızı özledik. çünkü orası bizim ders ve testlerden dolayı zorlanan aramızdaki bağları sağlamlaştırdığımız yerdi. bizi birbirimize en çok orası bağladı. eğer ki sınıfımızdaki erkek nüfusundan biriysen, oraya gelmeye mecbursun :) kocaman ötesi bir yerdi. en çok aklımda kalan birgün o kocaman sahanın ortasından karşı kaleye ( kale olmadığını söylemem lazım, iki direk arasını kale yapardık ) gol atmıştım. hissettiğim sevinci birkez daha hissettim şimdi yazarken.
bir süre sonra basketbol ortaya çıktı. bir kısım basket oynarken diğerleri futbol oynamaya başladı. saha o kadar büyüktü ki bizim için hiç yer sıkıntısı olmuyordu, rahattık. her maç aramızda sürtüşme olsa da sınıfa dönerken hepimiz neşe içinde olurduk. yapılan hatalar, yenilen hatalı gollerden sorumlu defanslara kızılır, kaçan gollerden dolayı forvetler uyarılır. illa ki biri en son kalır ve orada kendi başına şut filan atardı, tabii ki sonra da zaman az kaldığı için en arkadan koşa koşa gelirdi. biz de illa ki zilin çalmasına 1 dakika kala bitirirdik maçı sonra kan ter içinde koşa koşa dönerdik okula. zilin çalmasına 5 dakika kaldığı andan itibaren gitmek isteyenler ortaya çıkardı. takımlardan eksilenler olduğu halde top peşinde koşmaktan asla vazgeçmezdik :)
eskiden sarı-yeşil-gri kıyafetlerimiz vardı pek kir tutmuyordu pantolonlarımız, sonra mavi-beyaz kıyafete döndük, üstümüz başımızı her zamanki kadar kirlenmensine rağmen 3-5 kat daha kirli görünmeye başladı. evde " oğlum üstün başın toz olmuş " sözü de o zaman karşımıza çıkmaya başladı. iki üç günde bir top alırdık. plastik top olmazdı, çok uçuyordu. illa ki futbol olmalıydı. " para çıkarın top alıcaz " lafı hepimizin belleğinde yer etmiştir. özellikle sevgili ersin' e derdik. " ersin para çıkar top alıcaz " her topumuzda emeği vardır. bugün her görüşmemizde ersin, top, para kelimeleri biraraya gelir :)
tüm çocukluğumuzu geçirdiğimiz bir yerdi orası, bugün en sağlam dostluklarımızın temelinde orası var, nostalji muhabbetlerimizin değişmez bir parçası. isterse üzerine 500 katlı gökdelen yapılsın. orası bizim için hep kaymakamlık olarak kalacak. ve hep orda top peşinde koşan küçük çocukların hayali gelecek aklıma.

bugüün 23 niisaannn hep neşeylee doluyor insaaann!..

bugüüün yiiirmmiii üçç nisaaannn hep neşeylee doluyor insaaann! tüm çocukların bayramı kutlu olsun. yıllarca görüp de öğrendiğimiz üzere bu gibi törenler sadece sabahları erken kalkıp her sene aynı kişilerin aynı şiirleri okuyup, 15-20 saniye süren 1 dakikalık saygı duruşlarının yapıldığı ve stadlarda tören yapcaz diye 2 ay derslerine tek tük giren ve böylece okul hayatından hepten uzaklaşan öğrencilerin olduğu törenler. halbuki gerçek anlamını ve önemini tam anlatan güzel şeyler pek yapılmıyor. bugünler bir bayramdan çok, zorunlu bir görev gibi görülüyor. içinde o bayram kelimesinin verdiği coşku ve heyecan hissini yaşayanlar çok az. dünyadaki ilk ve tek çocuk bayramı, tüm çocukların bayramı kutlu olsun.

burası kadıköy, burdan çıkış yok!

yendik! fenerbahçe olarak gücümüzü ve inancımızı gösterdik! şampiyon olur muyuz? orası kesin değil ama bunu hakkettiğimizi gördüm ya artık mutluyum. galatasaray' ı da tebrik edelim, onlar da ellerinden geleni yaptılar. ama " burası kadıköy, burdan çıkış yok! " atasözümüzü de unutmayalım :)

300!

bu Live4it' in 300. mesajı tüm blog dünyasına hayırlı olsun :P

haftanın hakemi eroy :P

evet sonunda bu da oldu. ben ilk hakemlik deneyimimi yaşadım :) halısahaya giderken hiç de aklımda olan birşey değildi. çünkü belki de yıllar sonra ilk defa elimde çantam ve aklımda acaba bugün nasıl oynaycam? diye düşünerek değil. tamamen yolda dinlediğim müziklere kendimi vererek gittim :) aniden gelişen olaylar sonucu aldım elime düdüğü ve hakemlik yaptım :)
tüm maç boyunca acaba bu düdüğü benden önce kimler çaldı diye iğrenti içinde düşündüm ilk üflememden önce sile sile boyası aşındı neredeyse düdüğün :P ama yine de içim rahat değildi uzaktan ağzımı değdirmeden üflemeye çalışarak bir yere varamayacağımı anlamam çok uzun sürmedi :) iki üç üflemeden sonra yine içim kötü oldu, düdüğü sildim :) bu şekilde bir periyodik hareket içerisinde maçı bitirdim. süper değildim ama her iki taraf da pek beğenmediğine göre demek ki doğru yönetmişim :P


ee bi de maçtan önce takımlar sahaya çıkmadan birazcık kendi çapımda eğlendim ben de :) haftaya burada ben oynayacağım şimdiden alışayım. bu saha bizim yıllarca top oynadığımız okul yıllarımızın öğle tenefüslerini geçirdiğimiz yerin üzerine kurulu ki, onun hikayesini başka bir yazıda anlatayım. buraya yazmaya kalksam çok uzun şimdi :P

birazcık gülmek herkese iyi gelir :)


gülmeyi seviyorum, her zaman gülmeyi başarmışımdır. bunu yapabilen insanlara da sonsuz saygım var. tüm fotoğraflarda gülerek çıkmaya çalışırım. ama gülmek içten gelmeli, zoraki sırıtmalarla geçiştirilmemeli. herkes gülsün, herkes mutlu olsun isterim ama ne yazık ki bu sadece imkansız bir düşünce, asla gerçek olamayacak bir istek. bazen gereğinden fazla gülsem de, gereğinden fazla üzülmekten iyidir :)
ama keşke şimdi uyumadan önce de bu neşeyi hissedebilsem. ya da bu cümleden sonrasını iyi bir sonla bitirebilsem. ama ikisi de olmayacak, burada öylesine bitecek artık cümle.

işte bunu seviyorum

şu sıralar kendimi kötü hissediyorum, ama bazen herşeyi unutup da başka dünyalara gitmek rahatlatıyor insanı :)

bu da kedi olmuş ya, bişey demiyorum :P

tüm kedileri severim. ama buna karşı bir antipatim var. gördüğüm en çıkar düşkünü, iyi gün dostu, ... kedi :P sadece yemek vereceğin zaman yanına geliyor insanın. elinde yemek varsa hemen şımarmalar, yemek istemeler. elinde birşey gördüğü zaman 50 metre uzaktan görüp gelir. vermezsen de şekilde görülen tacizler ve saldırılarda bulunuyor. bir kaç kez çay kaşığıyla, kağıtla,.. şaşırtıp dalga geçmişliğim oldu ama hiçbir zaman haracımı eksik etmem ondan :) geçen sabah da bu hareketinden sonra verdim poğçamdan ona ( vermek zorunda kaldım :P ) bazen değişik bir insan oluyorum ben, vermeseydim içime otururdu bütün gün :)

olmadı mı olmuyor işte :)

zamanın ne kadar çabuk akıp geçtiğini ben söylemekten bıktım ama zaman hızlı akmaktan bıkmadı. iki gün olmuş galiba yazı yazmayalı ama bana sanki yeni publish post demişim gibi geliyor ( abart eroy, abart nereye kadar gidecen bakalım :P ) salı günlerinin benim için bir önemi hala var ama artık ulaşılamayacak bir hayaldan öte değil.
elimi attığım herşeyde olduğu gibi bunda da bir aksilik, bir olay, bir ne bileyim işte sonuç olarak istediğimin olmaması durumu diye genel bir isim takayım ( ki tam uydu diyebilirim :) ) olmazsa olmaz. o yüzden en iyisi hayatı olduğu gibi akışına bırakmak. ne olacağını düşünmeye başladığım andan itibaren herşey ters gitmeye başlıyor. şu an olduğum nokta aslında tam olarak olmak istediğim yer mi? diye düşünüyorum ama bir karar veremiyorum. çünkü çok kararsız içinde yaşayan bir insanım ben :) seçenek sunulduğu andan itibaren kafamın içindeki 40 tilki kafeslerinden fırlıyor ama birbirleriyle en ufak bir çarpışma olmadan kafamın içinde koşuşturuyorlar. bir karar verdiğim andan itibaren ise bu sefer o 40 tilki diğer seçeneklerin peşinden koşmak için fırlıyor bu sefer kafesten. beş dakika oturun da kafamı bi dinleyeyim desem de beni pek takan yok :) onlar mı beni yönetiyor yoksa ben mi onları, bilemiyorum.

salı

seni sadece her hafta salı günleri görmek, salı gününü benim için özel kılan şey. bir sıra önünde oturmana rağmen ulaşamamak beni üzse de, yakın olmanın mutluluğu daha baskın. bir türlü yanına gelip de sana ne hissettiğimi anlatamamam. kronikleşmiş bir hastalık gibi bende halbuki bir zaman sonra çok geç olduğunda bu zamanlarda keşke elimi sana uzatacak cesareti kendimde bulsaydım diye içim içimi yiyecektir buna eminim. bugün keşke yürürken karşılaştığımızda gözlerine bakmaktan korkup yürümeye devam edeceğime sana merhaba diyebilseydim. ama uzun zaman oldu insanların gözlerinin içine bakamıyorum, neden? bendeki bu özgüvensizlik mi yoksa başka birşey mi. neden böyle yapıyorum ki? madem hoşlanıyorsun niye gözlerinin içine bakamıyorsun? diyebilirsin. aptallık bu senin yaptığın da diyebilirsin. ama biri benim elimden tutup çekmedikçe yerimden kıpırdayamıyorum, o gücü kendimde ne yazık ki bulamıyorum. bu kadar içime kapanmamın sebebini ben de bilmiyorum. ve hep kaçmak istiyorum, hep ulaşmak istediğim şeyden, hep kaçmak zorundaymışım gibi hissediyorum. kaybetmekten korkuyorum, birşeyi kaybetmektense ona hiç sahip olmamak en iyi seçim mi?

çok uykulu gibiyim

birkaç gündür iyice ilham kaybettim ben, çok fazla çay içmeye başladım o yüzdendir sanırım çay sakinleştiriyor insanı. oysa ki ben hep tedirginliği sevmişimdir, zihin daha bi açık oluyor o zaman. sınavları düşünüyorum da o yüzden aklıma gelmiyor birşey. geliyor da vakit yetmez diye mi yazmıyorum acaba? zaten ders çalışmaya o kadar vakit harcamıyorum. geri kalan zamanı " yav ne kötü gidiyor şu sınavlar diye düşünerek " geçiriyorum. bu şeye benziyor hani sabahları uyanıklıkla uyku arasında gidip gelirken etrafımızdakilerin farkındayızdır ama bir türlü hareket edemiyoruz ve istediğimizi yapamıyoruz. ben de öyleyim istediklerimi yapmaya başlamak için önce uyanmam lazım, yoksa yaşadıklarım sadece rüya olacak :)

aman tanrım o nedir öyle?

işte orda! 2 yıldır görüpte bir türlü sevemediğim kedimtrak kütle. belki de gördüğüm en büyük kedilerden biri. araba altına bile zor girdiği için genelde kamyon veya jiplerin altına giriyor :) birkaç defa kovaladım ama en fazla 20 saniye koşabilmesine rağmen çok zeki bir hayvan kaçmasını iyi biliyor :) bir gün onu yakalayabilmek için bir strateji üstünde çalışıyorum :P

titanic, en büyük trajedi

tarihteki en büyük trajedi.
titanic ile ilgili herşey, her zaman ilgimi çekmiştir ki filmini de ilk çıktığı zamanlar gayet meraklı ve heyecanlı bir şekilde izlemiştim. ama beni orda heyecanlandıran aşk hikayesi değil titanic :) yola çıkışı, kaptanın kendine güvenli ve gururlu duruşu, birinci sınıf yolcuların kibiri, üçüncü sınıf yolcuların gemideki durumları, gemideki düzenin işleyişi, ve her nihayetinde batmaz denilen geminin ilk yolculuğunda yaşadığı büyük trajedi. filmden bayağı etkilenmiştim, kabul ediyorum.
bir de filmin müziklerine bayılmıştım. şu an bu yazıyı yazarken bile celine dion' u dinliyorum. "my heart will go on" her zaman sevdiğim şarkılar listesinde yerini almıştır. hatta gece geç saatlerde tek başıma otururken dinlediğimde boğazımın düğümlendiği, kendimi üzgün hissettiğim de çok oldu ve bunları yazdıktan sonra anladım ki be filmdeki aşk hikayesinden de etkilenmişim :) ne yalan söliyim kız, çocuğu suya bırakırken ve silüeti derin karanlıkta kaybolurken bayağı bi içim kötü olmuştu. filmde yaşadıklarını anlatan kadının konuşmalarını dinledikçe, onun gençliği ile şimdiki halini bir arada görüp karşılaştırınca zaman ve teknoloji kavramlarının önünde durulamayacağını anlıyor insan.
ben bu şarkıyı dinledikçe daha bir kötü oluyorum. zaten kötü hissediyordum kendimi daha bi kötü oldum. sözleri de iyi güzel anlam taşıyorlar. ulaşmak isteyip de ulaşamadığımız insanlar olduğu sürece bu tür şarkılar hep iç burkmaya devam edecek. üzüldüm şimdi valla yav nerden çıktı gece gece bu şarkı bak kaç keredir üstüste dinliyorum. ben bu filmi tekrar izleyeyim en iyisi. çok bi duygusal oldum gece gece.

eroy, kahve, sınav, stres, hannibal, heroic victory

rome total war manyaklığım yeniden başlamışken ve tam da kartacalıları seçmişken sağolsun ntv hannibal belgeselini koydu bu akşam. ben de belgesel öncesi kartacalılarla romalılara karşı savaşmaya başladım. tam da heroic victory elde etmişken üzerine de belgeseli izleyince bir gaz oldum :P
kardeşim okul gezisiyle çanakkale' ye gitti. annemle babamı halamlara yolladım. gidin bayağı bir oturun orda dedim :) kahvemi yaptım. kitap-defter-dersnotu-hesap makinesi dörtlüsünü masaya yaydım. ee hannibal' den gelen bir itici güç de var. bunlardan sonra artık oturup adam gibi yarınki sınava çalışmazsam kapatıp gideyim ben kendimi bodruma yerleşeyim :P

onu ilk ve son kez orda gördüm

onu ilk ve son kez iki hafta önce dün görmüştüm. üniversite girişinde bir bankta oturuyordu, ben de karşısındaki banktaydım. belki de ona en fazla o kadar yakın olabilirdim. tek başına oturuyor olması bir sevinç kaynağı olmuştu bana :) siyah eteği ve üstüne giydiği siyah yeşil bluzu ona inanılmaz bir güzellik vermişti, belki de eteğiydi onda bu kadar dikkat çeken, ne uzun ne de kısa ama ondaki masum oturuşu görmek ve sadece güzelliğini görebilmek, bunu benim gibi çok az kişi yapardı. kafasını öne eğdiğinde çok da uzun olmayan ve ıslak görünümlü saçları yüzünü örtebiliyordu. bu kadar güzel bir duruşun üstüne elinde ders notlarına bakıp çalışıyor olması aslında beni etkilemişti. çünkü bu kadar güzel bir insanın ders çalışmasına gerek var mıydı? bir melek bile olsa ders çalışmak zorunda mıdır :) çantasından gözlüğünü çıkardığı an artık onun gerçek olduğuna inandım. bayağı bir süre bankta arkadaşlarla oturmak zorunda kaldık çünkü beklediğimiz arkadaşlarla hidrojenle çalışan araba hakkında konuşacaktık. ilk defa bu kadar uzun beklemek istedim belki de. hatta o kalkana kadar gelmesinler ki biraz daha bakıp onunla aslında ne güzel bir çift olabileceğimizi düşündüğüm süre uzasın. ya da hiç gelmesinler o da hiç ordan kalkmasın ben de karşısında oturayım. ama arkadaşlar gelip de oradan kalkma zamanı geldiğinde ise onu bir daha görmeyeceğimi bunun ona son bakışım olduğunu bilerek ama kabullenmek istemeyerek içeri girmek için arkadaşlarla araba hakkında konuşarak kalktım. acaba dışarı çıktığımda orda olurmuydu tekrar diye de düşündüm hatta toplantımız boyunca aklımda bu vardı. dışarı çıktığımızda her zaman olduğu gibi düşüncelerimin hayal kırıklığından ibaret olduğu kanıtlanmış oldu. orda yoktu, oturduğu bankı boştu. yerimden kalkarken hissettiğim burukluk geri geldi buldu beni. ve ben onu ilk ve son kez orda gördüğümü kabuletmek zorunda kaldığımı hissettim.

ben, bugün, polen, yuttum. yuttum, polen, yuttum.

nasıl oldu da hala uykum gelmedi anlayamadım, yoksa ters giden birşeyler mi var bilmiyorum. neyse bu tür kafa karıştırıcı konuları kafaya takmaya gerek yok şu çünkü sınavlara bir gün ara verdim. yarın sınavım yok. o yüzden bir boşluktayım şu an sınavdan bir gece öncesinden başka zaman çalışamayan bizim gibi öğrenciler bu gibi gün ve geceleri ders çalışmak yerine boş işlere harcamakta ustadırlar :P aynen şimdi benim oturup oyun mu oynasam yoksa film mi izlesem diye tamamen gündem dışı işlerden hangisi seçsem diye düşündüğüm gibi.
şu var ki değinmeden geçemeyeceğim. istanbulda bu polen sorununa çare bulunmadıkça ben gerekli haller dışında tamamen kendimi evde oturmaya adıyorum :) bugün sınavdan çıktıktan önce tatlı rüzgarla birden kendimi uçarcasına özgür hissettim ( ki rüzgarlı havaya da bayılırım saçların rüzgarda uçuşması kadar güzel çok az şey vardır. ) ama ilerleyen dakikalarda havadaki polen tehditinin farkına vardım, heryerim polen oldu, gözlerime kaçanlar yüzünden eve gelip yüzümü yıkayıncaya kadar gözlerim kısık ve acılı bir şekilde durdum, polenlerin ne kadar da kaşıntı verici cisimler olduğunu da anladım. polene alerjim yok ama artık çok büyük bir düşmanlığım var.
yuttuğum polenler yüzünden içimde ağaç çıkacakmış gibi bir korkum da var :P çıkıp pil almam lazım heryer kapanacak gecenin bir vakti oldu ama ben polenlerden korkuma çıkamıyorum :) heryerdeler :P

sınav, kahve, mide yanması ve vazgeçilmeyen alışkanlıklar

saat 1:47 bir baktım da uyanalı yaklaşık 1 saat olmuş. ne rahatsız insanım ki gündüzler dururken gecenin bir vakti kalkıp sınava uyumadan gitmeyi göze alıp çalşıyorum. gündüz adam gibi çalışmayan, sınavlardan önce dersi derste öğrenmeyen tüm öğrencilerin sonu budur. gece gece kendimle kavga edip de zaten çok az olan zamanımı boşa harcamayayım :)
kahvemi bitirmeme rağmen uyandığımdan beri midemde olan yanma geçmedi, neden bu kadar rahatsızlık veriyor ki gece gece? benle ne derdi var? ne istediyse yedik, bir dediğini iki etmedik :P ama yok illa ki birşeylerin ters gitmesi lazım ki olayda heyecan olsun :P yarının çarşamba olması beni endişelendirdi. nasıl olur da pazartesi ve salı günleri bu kadar hızlı geçti? hala pazar gecesinde olduğuma dair bir his var içimde :P 2. kahveye geçmek için çok mu erken diye düşünüyorum en iyisi ilerleyen saatlere saklayalım onu. kafein yüklemesinden dolayı birgün kalpten gidecem ama dur bakalım ne zaman olacak :)
niye yazıyı uzatmaya çalışıyorum ben bu yazıyı? doğru dürüst şeyler gelmiyo aklıma zaten. ya da bu söylediğim yanlış oldu. düzelteyim: güzel şeyler var aklımda ama yazmak uzun sürer ya da şimdi yazsam aklım tam başımda değil zaten konuları boşuna harcamayayım diye düşünüyorum. evet, tam olarak bunu düşündüm. illa ki aklımdan tam olarak ne geçiyorsa onu söylemeden rahat edemiyorum.
nerden aklıma estiyse ellerimle yüzümü şöyle bir sarayım gözümü filan ovuşturayım diye bir denemem oldu ama üşenmekten bir türlü traş olmadığım için robinson kadar sakalım olmuş ellerim acıdı :P esnemeye başladım bak şimdi bu olmadı. çünkü ilk esneme diğerlerinin habercisidir. öncü olarak bir yoklamabu uykum var mı diye ama ben bunu anladım ve yenilmeyecem uykuya hatta bu kadar yazıyorum artık yeter kalkıyorum ben, çalışma vakti :)

sınav öncesi sessizlik

beynim ağrıyooo, boynum tutulmuş. yarın ve onu takip eden günlerdeki sınavlarıma hazırlanıcam güya. ama ben bu dünya ile öbür dünya arasında gidip geliyorum. acaba aniden ağrıyan yöne doğru hızlıca çevirsem ne olur? hmmm.. düşündüm de aniden kırılır filan uzak durayım ben en iyisi kahve içsem iyi gelir mi boyun tutulmasına? çay içtim bayağı, bi etkisi olmadı olsa şaşardım zaten :P
esnedikçe gözümden yaş geliyor. bunların tek bir sebebi var. kardeşim olacak insan beni sabahın köründe aniden abi kalk diye uyandırmasaydı. neymiş trackmania diye bir oyuna sardık biz orda bir yer varmış da ona koş diye yarı baygın onu oynayınca o sırada tabii daha beyin kontağı açmadığı için boşta çalışıyor. herşey benim aleyhte çalışıyor diye ciddi bir düşünce doğdu içimde. boynuma masaj yaptırayım dedim midem bulandı, ki bence dünyada sadece bana olmuş olabilir mi? diye de düşündüm. ama bir kaç gün önce de demiştim deli - dahi arasında çizgideyim diye bu sefer içimde bir korku bir dehşet yok yaparım ben herşeyi diyorum. çok kahve içmeye başladım ben yine kafeinden oluyo bütün bunlar. boyun ağrısında sonlara geliyorum galiba bir azalma var sanki bi kas gevşetici içersem olay biter.

bi yerimi versene :P

yerimlerimsiz kaçıncı gün bugün bilmiyorum. ya da bir tam gün oldu mu? tarih kavramını yitireli çok oluyor :P şunu farkettim ki firefox' um beni çook tembel etmiş. hep hazır adrese alışmışım bir türlü elim adres yazmaya gitmiyor. adres yazarken elim ayağıma dolaşıyor, bi türlü şifreleri hatırlayamamak, ... yazsam burdan köye yol olur :P yaktın beni firefox. ama şu da var daha az vakit harcıyorum internette yeniden siteleri eklemek filan çok üşendiğim için ben de bir gaza gelip tekrar yerimlerini düzeltene kadar böyle olacak. bu pazartesi sınavlar da başlıyor o yüzden iyi oldu.

ah bir yengeç olsam

geçen yazdan kalan güzel bir an neyse artık o yaz da öyle geçti diye kabul ettiğimiz yaklaşık 7. veya 8. yazdı. yenisi yolda :)

olmadı firefox!

firefox kendine format atabiliyor mu? bir firefox fanatiği olarak bugün firefox' un bana yaptığı çok yakışıksız oldu. tüm yerimlerim, girdiğim sitelerin history kayıtları, remember me dediğim tüm şifreli yerler hepsi ya silindi kendi kendine ya da kaçırıldılar :P ama olmadı ki şimdi, çok canım sıkıldı. tam da sınavlar üzeri stres oldum o kadar da adres vardı. grrrr! naapalım kaderde varmış, diyip kendimi teselli edeyim :P

eroy, sen numunesin abi

kütüphaneye gidip de aynı kitaptan 2 tane almak da ancak benim yapabileceğim bir şey sanırım :)

Le vent nous portera

je n'ai pas peur de la route
faudrait voir, faut qu'on y goûte
des méandres au creux des reins
et tout ira bien là
le vent nous portera

ton message à la Grande Ourse
et la trajectoire de la course
un instantané de velours
même s'il ne sert à rien va
le vent l'emportera
tout disparaîtra mais
le vent nous portera

la caresse et la mitraille
et cette plaie qui nous tiraille
le palais des autres jours
d'hier et demain
le vent les portera

génetique en bandouillère
des chromosomes dans l'atmosphère
des taxis pour les galaxies
et mon tapis volant dis ?
le vent l'emportera
tout disparaîtra mais
le vent nous portera

e parfum de nos années mortes
ce qui peut frapper à ta porte
infinité de destins
on en pose un et qu'est-ce qu'on en retient?
le vent l'emportera

pendant que la marée monte
et que chacun refait ses comptes
j'emmène au creux de mon ombre
des poussières de toi
le vent les portera
tout disparaîtra mais
le vent nous portera

bu şarkıyı dinlemeyeli ne kadar da çok olmuştu. klibine bayılmıştım ki şimdi bile olsa izlerim. bu gibi şarkılar bende fransızca öğrenme isteği doğuruyor. ama ama ama ... diye başlayan bir cümle kurmak geçti aklımdan ama biraz saçma olurdu ( biraz mı? bırak bu işleri :P ) kuramadım. şarkımın tadını çıkarayım birazcık gece biraz kısık sesli şarkı dinlemek ne büyük bir zevktir, sesleri daha bir hoş mu çıkıyor ne, şu an çok tatlı geliyor şarkı kulağıma :)

bir pazartesi sabahı

pazartesi sabah 8' e ders koymak nasıl bir düşüncedir ey insanlar :P her pazartesi sabahı olduğu gibi bu sabah da kalkıp okula 8 olmadan varıp en azından bir kahve - poğaça kahvaltısı yapmak için aceleyle evden çıktım. okula vardığımda fotokopicide mahsur kalmış bu kediciği gördüm yazık yav hayvan tüm haftasonunu orda geçirmiş. hareketleri de dengesizdi belli ki açlık susuzluktan kafayı sıyırayazmış. ama sonra baktım ki meğer bunlar içerde iki tanelermiş. nasıl olur da bir kedi içerde kilitli kalır diye düşünüyodum ki, iki tane kedinin içerde olduğunu görünce hepten derin düşüncelere gitti aklım :P

tavşan deliği ne kadar derin?

hani delilik ile dahilik arasında bizim tıpkı ekvator gibi varlığını kabul ettiğimiz bir çizgi var ya işte ben o çizginin tam üstünde sağa sola yalpalıyorum. bu kadar çok şeyi aynı anda nasıl düşünüyorum bilmiyorum ama kafamın içi tam gün mesaide. bir yanım çok üzgün diğer yanım da gülmekten başka birşey düşünmüyor. ben de ikisinin arasında kaldım :) tıpkı burası gibi belirsiz bir yoldayım ışığa doğru ilerleyeyim yoksa karanlıkta mı bekleyeyim karar veremiyorum. iki seçeneğim ve %50 şansım var doğruyu seçmek için :) ama esas soru acaba bu iki yoldan biri kesin doğru mu? veya ikisinin de doğru olmaması bir ihtimal mi? ne karanlık ne aydınlık belki de ben hafif loş bir yerde yarı gölgede durmalıyım. ya da beklediğim şey, iki taraftan birinden uzanacak bir el.

1 nisan 1 insan :P

1 nisan' ı hiç şaka yapmadan geçtim. hatta 1 nisan olduğunu bile akşama doğru hatırladım :) neyse önemli olan gün değil yapılan şakanın büyüklüğüdür. bir 1 nisanda hiç unutmam daha ortaokul 1 de veya hazırlıktaydık okula hapşırık tozu getirmişlerdi ve hepimiz bundan etkilenmiştik ben bu kadar hapşırdığımı hatırlamıyorum :P öyle ki hapşırmaktan gözlerimi bile zor açık tutabiliyordum. çok kötü olmuştum ve bir daha asla hapşırık tozuna bulaşmayacağım diye de yeminim var :)
çok da uzun ve komik birşeyler yazmak istiyorum ama sanırım havamda değilim :P sınavlar başlıyor artık kafamda sınavların endişesi var. birçoğumuzun da sınavları geldi açttı, burdan tüm sınavları olan arkadaşlarımıza muvaffakiyetler ve zihin açıklığı dilerim :P

yumurta kapıya dayansın hele bi :P

herşeyi olduğu gibi staj başvurusunu da son ana bırakmamak ayıp olurdu :) sabah kalkıp beşiktaşa gittim, 2 saatlik deneyin ardından mutlu ile beraber beylikdüzüne gittik beko' ya başvurduk sonra da havaalanına uğradık oraya da müracaatımızı tamamladıktan sonra eve dönebildim yaklaşık 800 km yol yaptık :P istanbul' un hiç görmediğim yerlerini de gördüm çokça fotoğraf çektim. birkaçını da koyarım buraya ama şimdi uykum çok var yav :) bu kadar kendime eziyet edeceğime günler öncesinden rahatça halletseydim diye kendimle fikir münakaşındayken bir anda farkettim ki böylesi daha zevkli :P son anda birşeyleri yetiştirmeye çalışmak hem çok zor ama bir o kadar da heyecanlı oluyor acaba olacak mı? diye koşturmak aslında daha çok hoşuma gidiyor :)