Live 4 it! Haftanın Klibi



Yeni yıla girerken bu yıla haftanın klibi ile veda ediyoruz. Geçen yıl da haftanın klibiyle merhaba demiştik. Belirli gün ve haftalara denk gelince de güzel oluyor.

Bu yılın son klibi, önümüzdeki yılın nasıl geçeceği, neler getireceği ve geçen bir yılın da neler götürdüğünü anlatan bir senfoni kadar uzun olması gerek aslında. Bu yaştan sonra kendimi müziğe adayıp da senfoni besteleyemeyeceğime göre biraz gaz bir şarkı ile yılı bitirip yenisine başlayalım.

Bu haftanın klibi Marilyn Manson - The Fight Song. Çoğunuz sevmeyeceği biri olduğunu biliyorum ama kızmayın :P Neyse, bayağı bir süre mücadele içinde geçecek zamanlar için güzel bir şarkı. Just cut our wrists like cheap coupons and say that "death was on sale today" bu kısmını çok seviyorum. Bu kadar ucuz olması hayatın biraz acımasızca. Ama bu kadar değerli olan birşeyin bu kadar kolay kaybedilebilmesi de nasıl bir ironidir. Nasıl da değere değer kadar.

Bu yıl çok önemli, verilmesi gereken kararlar geleceğe yön verecek. Sadece kendimle değil başkalarıyla bir savaş ortamı olacak belki de. Rekabet güzel birşey :) Kendi içimizdeki iyi ve kötü arasındaki savaş her zamanki gibi devam edecek. İyi veya kötü şeyler hep olacak, biz hep yapacağız ama önemli olan savaşmaktan vazgeçmemek. Ben sadece kolay vazgeçmiyorum. Sihir burada :)

Kendi yarattığımız ikonlara, melankoliye, iç dünyamıza esir olup da geçen zamanları saymak da var aslında. Nasıl olsa her yılbaşı bunları hatırlayıp bi umut yeniden başlamak için belirlenmiş birgün sadece.

Herkese mutlu yıllar...

Yeni - Eski Tüm Yıllar Kutlu Olsun.

30 aralık 2007 pazar, 2007 yılının sondan birinci günü. En zor yılı geride bıraktım diyebilirim. Osmanlı'nın yıkılış dönemleri gibi geçti. Her cepheden gelen yenilgi haberleri, iç karışıklıklar, bir türlü başarılı olamayan reform hareketleri... bu yılın bir almanağını hazırlamak uzun süreceğinden bunu yapmayacağımı bilerek başka bir zamana erteledim diyerek kendi içimde geçiştireyim olayı.

2007 yılının ilk saniyelerine seni seviyorum diyerek girerken karşındakinden de aynı sözleri duymak, bu duyguyu karşılıklı hissetmek harikaydı. Yeni yıla nasıl girersen öyle geçer hipotezi bir kez daha çürütülecekti. Bu yıl çok farklı olacaktı.. Beklendiği gibi farklı oldu. Ama ne kadar güzel olması bekleniyosa o kadar kötü geçti. Aslında kötü demeyelim zaman zaman kötü. Yani dolu dolu bir yıl geçti... Kötü anılar daha çok akılda kalıyor o yüzden kötü geçti gibi görünüyor.

Ayrılık, başarısızlık, umutsuzluk, çok çalışma, yorgunluk, bezginlik, vazgeçme, çabalamak, boşa çırpınmak, aşık olmak yeniden, ihanet, nefret, affetmek, yoluna devam etmek, korkmak, uykusuzluk, sigara, alkol, yenik düşmek, pişmanlık, yarış heyecanı, umutların kesildiği anlar, sonrasında gelen zafer,... bunu daha uzun yazacağım. bunların yaşandığı bir yıl geçti. Ne çok şey oldu bu yıl. Ama gelecek yıl gibi olamaz. Bu yıl hepsinden de farklı geçecek. Bunu yarın benim geri kalan hayatımın ilk günü.. artık değişicem ben... gibi liseli ergen modunda söylemiyorum. Öngörü diyelim. Sınav yılı gibi birşey. Bir de insan büyüdükçe her yılı bir öncekinden daha çok sorumluluk alarak geçiyor. Ne kadar sorumluluk o kadar sorunluluk demek :)

Ne diyordum ben? Bu son zamanlarda çok oluyor. Sanki bir anda uyanıyormuşum gibi. Öncesinde bir tek pirinç tanesi kadar birşey hatırlamıyorum. Neredeyim hangi zamandayım lan ben? kadar olmasa da yine de neden bahsettiğini unutup " sistem ciddi bir hatadan kurtarıldı" mesajıyla karşılaşıyorsun. Fesupanallah yaa.. yaşlanıyor muyum neyim? "Where is my mind?..." şarkısını sabah akşam dinlesem yeridir.

Bu yılın sonu ilginç geçmeye başladı. Garip işte... Neyse bu yıl başlayan dostluklar da ayrı bir güzeldi. Astrolojik haritaya baktığımızda "sosyal hayatınız renklenecek, yeni insanlarla tanışacaksınız.." filan yazıyordu herhalde. Geçmiş yılın 2007 yıllık falını bulsam da okuyup karşılaştırsam mı?... ki hiç sanmıyorum. aman yahu uğraşamam. 2008 yılı falınızı buradan öğrenin diyen bir yere gidip okuyayım bari en azından vakit geçirmeme yardımcı olur. Yılbaşından sonraki günler ise tam bir "who let the dogs out?" cehennemi olacak. Bu sefer bakalım şansım ne kadar daha yanımda olacak. Master and Commander: The Far Side of the World (Hayatımda duyduğum en karizmatik film ismidir:) ) oradaki kaptan Şanslı Jack gibi bir talihle ya da amineye tabirle balla gidiyorum bakalım... Herşey kısmet :) (Demiyorum tabii ki.. Bu kadar da kabullenici, kaderci değilim;) )

Bu yıldan neler bekliyoruz? Çok şey bekliyoruz. Aslında hepimiz çok bekliyoruz. Hayat monopoly gibi değil işte başlangıçtan her geçişimizde 20000 TL alalım. Yarın geçişte de belki hayat bize birşeyler verir. En çok sevdiğimiz insanın yanında girebilmek de ne büyük ayrıcalıktır. Kıymetini bilmek gerek. Keşke diyip en çok yanında olmak istediğiniz insandan da bir adım uzakta olmak da ne kadar büyük ızdıraptır. Diğer güzel anların kıymetini bildirir. Gökyüzüne yakın olsak keşke. Yıldızlardan biri de bizim için kaysın. Bir dilek tutalım gerçek olsun...

Belki de bugün, hergün gibi son gün.

Çok sevdiğim bir söz var:
"Hergün kendine bugün benim son günüm olabilir diyen biri sonunda birgün mutlaka haklı çıkar."
Hergün yalan söyleriz. Kötü birşey yalan söylemek. Hepimiz bunu kabul ediyoruz ama bazen gereklilikten bazen canımız istediği için bazen de birşeylere ulaşmak için... gibi bir çok sebebi olabilir. Hiçkimseye söylemesek de kendimize yalan söyleriz, kandırırız kendimizi. Başkasını ya da kendimizi bir şekilde kandırıyoruz.

Başkalarına boş umutlar veriyoruz bazen ya da kendimizi boş umutlarla kandırıyoruz. Her konuda, herşey hakkında, herkese söylüyoruz. İyi veya kötü olduğunu düşünmek sizin elinizde zira bana gelip de sana bunları söyledim seni kandırdım bile deseler hiçbirşey söyleyecek bir durumda değilim. Ne biliyim herşeyden elimi ayağımı çekmek istiyorum. Uçan balonlar gibi bir süre sonra tavana oturmuşum gibi ya da artık uçamayan bir uçan balon gibi olmak sanırım bu. Evet öyle. Uçan balonlar çocukların elinden kayıp serbest kalır sonra da göğe yükselir, sonsuz özgürlük için en iyi yol insanlardan uzak olmaktır onun için sonra da çok yükseğe çıkınca patlar ya, onun sebebi iç basıncın dış basınçtan fazla olması. Zira yerden yükseğe çıktıkça üstteki atmosfer kütlesi azalacağından yaptığı basınç da azalıyor. Ne biliyim işte belki merak edeniniz vardır. İçimizdeki baskı bazen bizi de patlayacak gibi yapmıyor mu? Fiziği seviyorum. Herşeyi açıklamak için yetiyor.

Bugün Fikriye ile karşılaştım. Şans işte :) Terk ettiğinden beri sadece bir kez görebilmiştim on dakika arkasında durmuştum sadece. Bugün ise gençturkcell'in azizliğine uğramışçasına karşılaştık. Sonunda görüşürüz dediğinde ben nasıl "sanmıyorum" dedim... Başka birine aşık olmak bu kadar mı zor ya da bu kadar mı uzun sürer. Neyse bunları da unuttum zaten. Bugün bitecek benim için 1 saat sonra yatınca.Sonra yeni birgüne başlamak için zaman geçmesini beklemek var. Rüyalarım çok garip. Her uyuduğumda sanki başka bir hayat yaşıyormuşum gibi geliyor. Gerçeğe yakın rüyalardan da öte oldu artık. Uyuduğumda da süren bir hayatım var sanki. Bu yüzden dinlenemiyorum. Bezginliğimin sebebi düzgün uyuyamamak değil aslında. Kendimi kandırmaya çalışmak.

Bir başka sevdiğim söz daha vardı. "Eğer biz savaşı bitirmezsek, savaş bizi bitirecek." 2. Dünya Savaşı sırasında söylenmiş. Kim söylemişti hatırlamıyorum şimdi. İnsan sürekli kendisiyle savaşırsa, bir süre sonra kazanan olmayacak. Her iki taraf da kaybedecek ve sona gelmenin o bazen pişmanlık bazen de tatminkarlık dolu tadı olacak.

Bugün benim geri kalan hayatımın ilk günü... Güzel bir söz kabul ediyorum. Zaten daha önce haftanın klibi dahi olmuştu burada. Ama bu daha çok şişman bir insanın yarın diyete başlıyorum demesi gibi geliyor kulağıma. Bugün benim hayatımın son günü olabilir.. İşte bunu duymak benim o sorunlu küçük çocuk yapımı mutlu ediyor. Donnie Darko gibi miyim neyim :) Bu sorunlar pis bir zevk veriyor. Mutlu olacağın zamanı düşünmek, canın sıkkınken daha da tatlı oluyor...
Ölümden sonra hayat, reenkarnasyon, nereden geldik, nereye gidiyoruz gibi konulara girmeyeyim şimdi daha da uzamasın.

Ama bugün benim son günüm olabilir diye uyanın. Aynaya bakın bunu kendinize söylediğinizde dün yaptıklarınızdan pişman değilseniz ve bugün yapacaklarınız sizi mutlu ediyorsa. Hayatın bitmesinden niye korkasınız ki? Eksik olmanın dayanılmaz pişmanlığından uzakta bir sondansa, tam bir bütünmüş gibi kendini iyi hissetmenin (ki tamamen kendini kandırmak bence. Asla tam olamayacaksın. İçinde hep bir eksiklik kalacak) o tatminkarlığını taşıyan bir son. Herkese iyi geceler, tatlı rüyalar... Yarın görüşürüz ;)

Bir başlık da siz koyun

Elimde eldiven varken sigara yakmak hem tehlikeli hem zor bir iş. Hava rüzgarlı ise elini daha da yakınlaştırmak zorunda kalıyorsun ama bir anda elin serin sulardan kızgın kumlara atlamış pekin ördeği misali yanabilir. Söndürmesi de zor olur.

Dudaklarım kuruyor soğuk havalarda. Dudak nemlendirici kullanacak kadar metroseksüel ama sürmek zor gelecek kadar üşengecim. Sonuçta her seferinde tam da ortası yarılıyor. Yamuk yumuk konuşuyorum. Birgün tüm dudağıma birşey olacak diye de ürküyorum.

Sakın ola ki evde kendi başınıza yoğurda karıştırılan soslardan yapmaya çalışmayın yani illa ben yapağım diyorsanız tamam ne diyeyim... İşin yolunu yordamını bilmedikçe el sürmemek lazım. Gidin bakkaldan alın bu kadar da üşengeç olmayın canım.

Şimdi havalar soğuk olsun. Böyle hafif rüzgarlı ve yerler de hafif ıslansın bazen de çok ıslak olsun. O zaman bere takan her kız güzel. Aşık oluyorum resmen :) Yarım eldiven de takıp elinde plastik kahve bardağıyla "Merhaba eray. Nasılsın?.." diye sorduğunda "evet ben de seninle evlenirim.." gibi saçma bir cevap verebilirim :)

Herşey yolunda gittiğinde, hiç olmadı birşeyi düşürür kırarım. Bugün 3 saatte bitirme tezi yazdım. Buna karşılık en sevdiğim çakmağım ateş isteyen adamda kaldı. Ama ben biliyordum ki... Kötü birşeyler olmasa olmazdı. Avrupa Yakası'nı da hiç sevmiyorum zaten. Kantinde herkes oturmuş onu izliyordu.

Umbrella şarkısını duyduğumda nedensiz bir üzüntüye boğuluyorum. Üzülüyorum, içimde birşeyler eksik gibi geliyor, ağlayasım bile geliyor.. Ya ben nasıl şapşalak biriyim böyle...

Hergün insan kendini kandırır, kendine yalan söyler, hiçbirşey yapmak istemez, herşeyden kaçmak ister, zaman öldürür mü yahu bu kadar fazla? Nedir yani bunun sonu? Ben de bilmiyorum.

Prestige - Prestij filmi bugüne kadar izlediğim en güzel film. Tartışmak bile istemiyorum çünkü canım sıkkın. Yarın görüşelim bunu...

Live 4 it! Haftanın Klibi



Live 4 it! Haftanın Klibinden herkese merhaba derken Kral TV'de çalışan VJ'ler gibi hissettiğimi de artık itiraf etmeliyim. Sadece Kral TV'dekiler değil herhangi bir müzik kanalındaki VJ'lerden biri olabilir. Yani kurumsal bir çatışma ortamı doğsun istemiyorum. Şimdi hareketli çalışmalarla karşınızdayım ya da önümüzdeki birkaç haftayı duygusal çalışmalara ayırdım zira melankoliden ölüyorum aman Allah'ım gibi bir sunumla da çıkmadım karşınıza. Neyse canım ne diyordum ben onu bile unuttum. Haftanın klibinde birlikteydik değil mi...

Bu haftanın klibi vefakar Live 4 it! okurları için. Sayıları artık milyonları bulan Live 4 it! severlerden sadece birisi için hem de :) (Milyonlar mı? Yeme bizi eroy :)). Zor zamanlarda karşılaştığınız insanlar size hep özel gelir. Bu güzel birşeydir. Mama Cass Elliot - Make your own kind of music ile bizimle beraber bu hafta. Lost izleyenler bilirler 2. sezonda Swan İstasyonunun Kapısını uçurdukları sırada Desmond aşağıda bu şarkıyı dinliyordu. (Lost manyağı olanlarımız hemen hatırlarlar zaten ben bilmeyenler için söylüyorum.) Bu arada bu istasyonun adının swan yani "kuğu" olması ve benim kağıttan kuğular yapmam da tamamen Lost'taki gibi tesadüfler. Ben Lost'tan önce de kuğu yapıyordum ama böyle olması da "Allah'ım başıma acaba ne gelecek yeni alacağım hattımın numarası yoksa 4 8 15 16 23 42 mi olacak?" sorularına da akıllara getiriyor. Okul numaram da bu olabilir. Her neyse... Güzel tesadüfler bunlar :)

Sözleri bize hayatta her zaman kendi yolumuzu çizmemiz gerektiğini anlatan bir başka şarkı. Ama biz bu nasihatleri ne kadar dinleriz o var tabii ki. Sen gitmek zorundaysan ben bunu anlarım diyor... Hmmm bilmiyorum ama kolay kabullenen bir insan olmadığım kesin.

Gün içinde her anda bulunan müziği aslında hayatla özdeşleştirmek gibi birşey yapsak hatalı olmayız herhalde. Kendi melodimizi yazmalıyız. Kendi senfonimiz olabilir belki de herkesin hayranlıkla dinleyeceği kusursuz bir eser yaratabiliriz. Her dinleyenin kendisinden bir parça bulduğu, ağladığı, sevindiği, heyecanlandığı, yerinden kalkmaya, hayata tutunmaya karar verdiği bir parça da yaratabiliriz. Hergün insanların bir şekilde mırıldandığı birkaç dize olarak hayatlarda yer edebiliriz. Blog yazarak aslında bunu bir şekilde yapıyoruz. Bunu bana gösteren insana da teşekkür etmemek olmazdı... Teşekkürler.

Kendi şarkımı çalıyorum. Kendi yarattığım müziğimle günlük hayatın gürültüsünün oluşturduğu bozuk plaktan çıkarcasına kulakları tırmalayan cızırtıya birkaç nota ve söz de ben katıyorum. Hepimiz katıyoruz. Hayat kocaman upuzun bir senfoni gibi. Aşk, trajedi, dram, savaş, ölüm, heyecan, tutku, entrika, mutluluk, umut,... herşeyi içinde barındıran harika bir çalışma. Herkesi kutlamak gerek bu yüzden. İyi veya kötü hepimiz, kocaman bir şarkı yarışmasını andıran bu hayatta bir şarkı ile katılıyoruz. Kendi şarkınızı söyleyin ve buna katılın...

Herkese iyi bir hafta diliyorum.

Sepia, Gece, Küller ve İnsanlar

Geceydi. Şehrin tüm sesi kesilmişti artık. Belli ki şehir de yorulmuştu artık. Herkes için dinlenme zamanı.. Sokak kedileri için gece gezmesi vakti. Kötü kediler gece çıkar dışarı. Hava da içimiz gibi soğuk. kalp atışlarımızı hızlandıran birbirimize duyduğumuz aşk ya da nefret değil sadece.. Üşüyoruz. Benim ellerim çok üşür. Titrerim böyle neredeyse. Bazen neredeyse bile fazla. Karanlık değil sokaklar. Sepia renge bürünmüş. Geceleri sokaklara karanlık değil sepia'lık çöküyor. Gülmüştün.. Böyle saçma şeyleri düşünmede üstüme yoktu değil mi.. Artık bu saçmalıklara son verme zamanı gelmişti.

Sigarayı içine çekerken çıkardığı hafif çıtırtı duyduğum tek ses. Alıp verilen nefeslerin arasında bu çok güzel bir tını gibi geliyor kulağa. Sessizliğin verdiği huzur mu yoksa umutsuzluğun acısı mı. Her nefeste değişiyor..

Nasıl olurdu bu? Dün ile bugün arasında sanki yıllar geçmiş gibi. Sevdiğin çocuktan, hakkında yanıldığın adam'a dönüşmüştüm. İki cümle arasında bir nokta vardı ama sanki yıllar geçmiş gibiydi. Sevdiğim kız, nefret dolu bir kadın'a dönüşmüştü. İkimiz de bir anda büyümüştük. Zamana değerini veren de zaten insandı. Biz ise bir anda kendi zaman kavramımızda bir anda bu akışı ileri alıyordu gönlümüzce. Katı fizik kurallarını ikimiz de seviyorduk ama çiğnediğimiz tek kural bu muydu sanki. Sevdiğimiz şeyleri bir anda hiçe saymak... Hatalarım arasında bu yoktu.

Sabaha karşı heryerin sisli havası iç dünyadaki belirsizliği yansıtıyordu. Sanki bugün bizim içindi. Doğmak, büyümek ve ölmek.. Sonundaki belirsizliği sona gelmeden görmekti. Bu belirsizliğin ne olduğunu görmek için sabah siste yürümek yeterliydi ama bunu anlayamayan birine bunu anlatabilmek için herşey bile yetersizdi.

Şu an sen ve ben yok.. Olmasını isteyen de yok. Karşılık fesh etmek gibi bu. Biz büyük insanlarız değil mi bunların üstesinden gelmeyi bilmeliyiz. Geriye bakınca son kez hoşçakal dediklerimiz gözümüzün önüne gelmemeli. Unutmak, hatıralardan silmek aşkın o içimizi yakan ateşi gibi olmalı sonunda kendi kendini yokeden bir yangına dönüşmesi ise bir trajediydi. Geride hiçbirşey kalmadı şimdi. Sadece birkaç yanık izi ve bazen uçuşup gözlerimize kaçan ve yaşartan küller vardı. Küller zamanla uçuşup ortadan kayboldu, Yaralarımız bir başkasının dudaklarıyla iyileşti.

Sepia.. O mavi gözlü, saçları beresinin yanından akıp omuzlarına süzülen, tatlı dudaklarıyla söylediği her kelimeyi kulağından önce kalbinin duyduğu, budapeşte sokaklarında gecenin bi köründe beraber gezdiğin biri değildi. O sadece şu anki yalnızlığın rengiydi. Sepia... Karanlığın siyahından bile daha kederliydin.

Live 4 it! Haftanın Klibi



Live 4 it! haftanın klibinden herkese merhaba. Yakında blogun adını Live4it!haftanınklibi.org yapmayı düşünüyorum tek kadrolu yazımız bu olduğundan ve gerisini yazamadığımdan böyle olacak gibi görünüyor ama unutmayalım ki görünüş yanıltıcı olabilir en beklemediğimiz anda aslında dış görünüşün hiç de içerisiyle örtüşmediğini anlarız. Burada da öyle olacak. Yakındır...

Bu hafatnın klibi Sting - Desert Rose. Bu şarkıyı ne kadar çok severim bilirsiniz sanırım. Gerçi onun hakkında yazmayalı çok olmuştu ama bu şarkı hep bana onu hatırlatır. Cevabı hala bilmiyorsanız be sizin için söyleyeyim.. Sema'yı hatırlatır bana hep.. Aaahhh.. ahhh... Liseyi mi özledim ne?

Hep dediğim gibi modern eroy'un yaratıcılarındandır kendisi. Ne bileyim onun için hissettiklerim, ona ulaşmaya çalışmak, onu düşünmek... Değiştirmişti beni. Biraz flashback yapmak istedim bu hafta. Flört etmek, birine açılmaya çalışmak, onun benim için neler düşündüğünü öğrenmeye çalışmak,.. o zamanlar çok mu çocuktuk.. ve ben hiç büyümedim mi nedir?..

Lise 2'de tanışmıştık yanlış hatırlamıyorsam. Gerçi ben onu lise 1'de görmüş ve o zamandan bir Allah'ım ne olur o da benden hoşlansa... diye yalvarımlara girmiştim. Lise 2 ve 3'de aynı dershaneye gitmiştik. Süper!.. onunla aynı dershaneye gidiyoruz! Beraber geçirilebilecek zamanlar. Onu haftada 2 gün neredeyse gün boyu görebilme şansı... daha ne isteyebilirdim ki? Çevresinde pervane olduğumu o da biliyordu, arkadaşlarım da. Ama bilinen birşey daha vardı ki platonik yıllar asla bitmezdi..

Sabahları beraber kahvaltı yapabilmek için lütfen lütfen diye dünyanın çevresinde dönen uydular gibi çevresinde döndüğümü ben bilirim. Neden bu kadar çıldırıyor derecesindeydim ben de bilmiyorum ama biliyoruz ki aşkta mantık aramak başlı başına bir mantıksızlık :) At kuyruğu yaptığı saçları, şebnem ferah'a benzemesi, gülüşü de çok tatlıydı,.. çokça güzel yanı vardı tabii ki... Olmasa da olurdu ben onu çok seviyordum :) İlk kez Taksim'e beraber gidişimizi hiç unutmam ki dershaneden kaçıp gitmiştik. çok güzeldi o zamanlar... O hepsinden güzeldi ama ben değildim... ehehe hala da değilim :)

O zamanlar çağrı atma çılgınlığı had safhadaydı. Eğer hoşlandığınız insan durup dururken size çağrı atıyorsa, "ooo... hadi bak o kesin senden hoşlanıyor" derdik. Senin çağrına cevap atıyorsa "bak yine de hayır demiyor.. ama olmayabilir üzme canını" diye geçerdi günler. Birbirine atılan mesajlarda Da Vinci Şifresi misali anahtar kelimeleri tek tek inceler, cümle bütünlüğü ve güneşin o andaki konumuna göre yorumlar yapardık. (Güneşin o andaki konumu şaka tabii ki pagan değildik herhalde :P) Sema'dan gelen mesajları Amerika'nın el-kaide maillerini okuyan NSA ajanları bile benim kadar dikkatli okumuyorlardır :) sonra da her kelimenin ve cümlenin analizini oky ile beraber yapardık. Benim ne kadar çok sevdiğimi biliyordu ve o zamanlar her akşam bir çağrı atardım ve bir de mesaj. Yani neden daha çok değil ben de bilmiyorum ama bir yere oturur ve mesajı beklerdik. Dershanede etüt çıkışı olduğundan hep beraber olurduk oky ile o zamanlar.

Kızarlardı bazen bana neden bu kadar kaptırıyosun diye kendini ama ben bi açıklama getiremiyordum. İlk kez bu kadar aşık olmuştum. Bazen o da o kadar yakın davranıyordu ki hayal etmek çok zor olmuyordu. Ama sadece o istediği zaman yanında olabiliyordum benim isteğimin bir değeri yoktu. Olsun ben yine de kabulleniyordum. Bugün bile normal karşılıyorum zira ben de onun beğeneceği biri değildim.

Nasıl bir heyecan nasıl bir merak ve bekleyiştir onu görmeye çalışmak... Haftaiçi yapılan etütlere o da gelsin diye nasıl da içimden "lütfen, lütfen, lütfen... diye beklerdim." Onu başkasıyla gördüğümde nasıl da içim acırdı. Ama birgün dershanedeki arkadaşlarla adalara gitmiştik. Dönüşte bizim sınıftaki bir çocuğun yanına oturmuştu başını ona yasladığında tüm dönüş yolculuğu nasıl da eziyetti benim için Ben ki onu o kadar çok seviyordum o çocuk ki sırayla sevgili değiştiriyordu ve sema ki o çocuktan hoşlanıyordu ve başını ona yaslıyordu. o gün anlamıştım. Ne kadar seversen sev farketmiyor. Platonik olmuştum ve sonraki yılların böyle geçeceğinden de haberim yoktu. Ya nasıl desem çok salaktım evet. Ama masumane bir salaklık. Şapşal diyelim gerçi şimdi de öyleyim denebilir. Ama sevdiğim zaman çok zor kopabildiğim gerçeği var yani hep uzakta beklemek onu...

Bu şarkıyı dinlerken hep o aklıma gelir. Bana Sting'in cd'sini vermişti. Hala duruyor birgün geri verirken tekrar görme ümidi taşıyarak istemiştim. Çocukluk işte :) Gerçi hala büyümedim ki ben...

Bu haftaki klipte biraz nostalji yapmak istedim. Hayat hep ileri doğru akıyor. Geçmişi sadece zihnimizde yaşabiliyoruz tekrar. Geri dönmenin mümkün olmadığı birşey.. Olmaması daha iyi belki de. Sadece zihnimizde yaşayıp şimdiki zamanı ve geleceği tüketiyoruz zaten fazlasıyla..

Umutsuz ev blogger'ı

Melaba!.. Live 4 it! in cefakar okuyucuları :) Son 40 yılın en düşük ziyaretçi seviyelerini görürken sizlerle beraberiz. Live 4 it! bir avuç okuyucusu kaldı dediğimde bana karşı çıkan arkadaşımla bir daha görüşemedik bile. Demek ki giderek son kalanları da aramızdan uğurluyoruz :) Eskiden msn'den tanıştığım birkaç arkadaşım vardı şimdi onlar bile yok gibi yahu. 100 milyon euro bonservis bedeliyle Real Madrid'e transfer olup da 2 maç oynamadan sakatlanıp fiyasko olan bir tranfer gibi skandala dönüştü Live 4 it! in yenilenmesi. Yeterli çalışmadığım için suçu kabul ediyorum. Neyse... Ben ne diyecektim onu unuttum bakın bunu yazarken. Yazmaya yazmaya gerçekten yavaşlamışım. Yaşlanıyoruz be...

İki gündür evdeyim artık iyice pilim bitmiş olacak ki doktor haftasonunu da katıp 4 gün dinlen sen dedi bana. Sanki dinlenmekle geçecekmiş gibi herşey. Vücudumun değil beynimin dinlenmeye ihtiyacı var ama dahiliyeci bundan anlamazdı o yüzden adama birşey demiyorum. Yazık ekmek parası için çalışıyo o da sonuçta.

Tüm gün evde oturmak acayip güzel birşey. Hergün 1'de uyanıyorum. Pastanede son kalmış poğaçaları alıyorum. Sonra modern çağın bu kadar hızlı ilerlemesini sağlayan alet edavatın başında geldiğine tüm kalbimle inandığım mikrodalga fırında bunları ısıtıyorum ki üzerlerinde çeşitli fantezi poğaça türleri de yaratmaya çalışmıyor değilim hani. Ne diyordum ben... Hah! evet, tüm gün evde oturmak acayip birşey...

Desperate Housewives izliyorum son günlerde. Çok beğendim. Aslında başından itibaren izlemediğim hiçbir dizi, film ya da video gösterimini bir yerinden başlayıp izlemem ama ne şanstır ki son sezonları özet geçen bir bölüme rastladım ve oradan itibaren izliyorum. Allah'ım ev hanımı olmak ne büyük bir ayrıcalıkmış. Tüm gün yan gel yat :) Dizi manyağı olur insan. Tabii ev hanımları Lost, Heroes, Prison Break full download sitelerine ve forumlarına girip bunları indirip izlemez. Esra Ceyhan, Seda Sayan filan izlerler ki evde bulunduğum süre boyunca yeminle hiç kadın programı izlemedim. Aniden kendimi kaptırırım hoşuma gider filan diye korktum çünkü youtube'da ibretlik videolarını görüyorum. Gülmekten kırılırken acaba bunun hepsini izlesem mi diye içimde doğan kıpırtıları cnbc-e ve e2 ile bastırıyorum.

Bir de tüm gün klasik müziğin esiri oluyorum. Bazen de Nightwish'in. Hani inekler daha iyi süt versin kurbanlık hayvanların etleri daha yumuşak olsun diye klasik müzik dinletiyorlarmış. Bu aklıma geldiği anda Linkinpark'a sarıldım ben koyun değilim lan!.. diye :)

Şimdi... Geçtiğimiz birkaç günde birçok şey öğrendim. Kendimle başbaşa kalma fırsatı buldum zira kendimden başkasını istesem de bulamazdım :) Güneşin batışı senin içindi... Bu sabah, doğuşu da benim için... Asla öncekilere benzemeyen günler şimdi başlıyordu işte...

Gelicem birazdan.. :) biraz geç de olsa..

Live 4 it! Haftanın Klibi



Live 4 it! haftanın klibinden herkese merhaba!.. Bu haftaki klibimiz benim en favori şarkım diyebileceğim kadar çok sevdiğim bir şarkı. Fight Club'ın soundtracklerinden Dust Brothers - This is your life. Bu klibi yayınlamaktan zevk alıyorum.

Öncelikler vardır. Önce yapmamız gerekenler. Önce yaşamamız gerekenler. Önce kabul etmemiz gerekenler. Hayatta herşeyin bir sırası vardır diyebiliriz. Öyle ya da böyle bir şekilde herşeyin bir sırası var. Hayatta kabul etmemiz gereken ilk şey bunun sona ereceğidir. Birgün öleceğimizi unutmamalıyız. Yarın ben burada olmayabilirim mesela.

Küllerinden yeniden doğmak gibi bir geri dönüş başarısı yakalamak için yanıp kül olmak gerekir. Ancak herşeyini kaybedersen, herşeyi yapabilme özgürlüğüne kavuşursun. Yaşadığımız acıların aslında yaşabileceklerimizin yanında hafif bir masaj gibi kalır. Herşey her an değişiyor. Kenarda ağlayarak geçirdiğin ve hep böyle dediğin kendi dünyan bile her an değişiyor. Her saniye zamanın azalıyor. Bunu kabul edemiyor musun hala?

Bu şarkı aslında asi çocukları öven ve kendi düzenini bozamayan, isminin altında kaybetmeyi göze alamayacağı ünvanlar taşıyan insanları, markaların tutkunu insanları, anlatıyor ve tamamen anarşik bir havası var. Ama şu gerçek var . Bu tür sistem karşıtı filmler aslında bireyleri daha çok sisteme bağlıyor. Çünkü cesaretsiz, melankolik ve çaresiz beyinlerin bu kadar güçlü bir sisteme baş kaldırmasını beklemek ejderhanın karşısına bir şovalyenin dikilmesini beklemek gibi. İşin ucunda prenses olmadı mı hiçbir şovalye yerinden kıpırdamaz. değil mi...

Çok ama çok çaresizliğe düştüğüm zamanlar oldu. Yani nasıl desem hayat bundan daha kötü olamaz dediğim zamanlar. Bundan yıllar öncesine kadar böyle değildim. En dibe vurmayı beklerken aslında bunun bir dibi olmadığını görüyorsun. Şu an kendimi dipte hissettiğim yer aslında daha önceki dipten daha da yukarda olması garip değil mi.. Minicik bir kemikten kafesin içindeki 1 kilo 250 kg'lık bir et parçasının içinde böyle bir sonsuzluk barındırıyor olması. Bu sonsuzluğun içinde kayboluyoruz.

Pes etmeliyiz.. Bu yarıştan, bu savaştan, çevrendeki gördüğün herşey zihnini yönlendirmek için. asla kendi kontrolünü sana bırakmıyorlar. Tüm hayatın boyunca yönlendiriliyorsun. Konuşmayı bile sana öğrettikleri harfler ve seslerle yapıyorsun. Düşündüğün fantastik şeyler bile bir başkasının düşüncelerinden doğmuş etkileşimler. Artık kabul et. Bataklık gibi kıvrandıkça, karşı koydukça daha çok batıyorsun. Derin bir nefesin sonrasında bunun sonuncusu olduğunu bilmek sadece tüm düşüncelerimizi serbest bırakırdı herhalde. Düşünecek o kadar çok şey var ki..

Uğruna kendi hayatından vazgeçtiklerin aslında kendi hayatlarını yaşamakla meşgul. Açtığın telefonların sürekli meşgul olması gibi. Senin aradığını asla bilemeyecek, asla sesini duyamayacak. Kum saatinde geride kalan birkaç tanenin düşüşünü görürken en azından yüzünde o mutluluğu taşımalısın. Kum saatini tersine çevirmek için elini uzatmalısın. Yaşadıklarını birşey mi sanıyorsun? Daha hiçbirşey görmedin bile...

Bu mükemmeliyetçilik, bu herşeyin tam olmasını isteme arzusu. Sanki elindeyken bunun farkındaydın. Kabul Hiçbir şey tam değil. Olamaz da. O sandığın kadar güzel mi? O sandığın insan mı? O senin için O mu gerçekten? Vazgeç.. Acının hafiflediğini hissediceksin.

Farkına var. Kabul et. Geçen her saniye seni, elinde kalan son şansı da kaçırdığın ana yaklaştırıyor. Bugün çoktan geçti bile... Ama bu senin hayatın ne yapacağına kendin karar ver.

Herkese iyi bir hafta diliyorum...


Live 4 it! Haftanın Klibi; 1. yılı kutluyoruz...



Live 4 it! Haftanın Klibi'nden herkese tekrar merhaba.. 54. klipte beraberiz. Bu hafta 1. yılı kutlamak istiyorum. 1 yıl 52 haftaydı ama biz 54. de kutlayalım. Önceki kliplerin melankolik havasını aşıp şimdi biraz neşelenelim. Bu hafta Pink - God is a dj ile bizimle birlikte.

Tanrı bir dj, hayat bir dans pisti ve sen de müziksin.. o sen'e kavuşmanız dileğiyle bu hafta hep beraber biraz hareketleniyoruz. Hayatı bir şekerci dükkanı gibi görmek gerekli bazen de. Tüm tatları beğenmeyebiliriz. Bazı şekerler acı bile gelebilir bize ama önemli olan o pis gülüşümüzü ve hayata olan sevgimizi kaybetmemeliyiz. Allah'ım kızma bize seni bir dj olarak görüyoruz ama hayat güzel harmoniye sahip bir müzik gibi geliyor kulağa. Bazen hüzünlü bazen neşeli.. Tanrı da bunu görmemizi istiyor bence. Sorgulamaktan ve hayatı zorlaştırmaktan kaçınmalıyız. Yaşamak o kadar farklı bir deneyim ki yaşamadan bilemiyorsunuz işte :)

Hayatımızın ritmini belirleyen şey de aşk değil mi? Bu ritmi hızlandıran da yavaşlatan da hatta bazen neredeyse durma noktasına getiren de aşk değil mi? Neyi sevdiğiniz önemli değil aşk ile neye bağlandığınız da. Hem onun doğru insan olduğuna gerçekten inanıyorsanız. Asla peşini bırakmayın. İyiler mutlaka kazanır. Bir de şey vardı. Hiçbir iyilik cezasız kalmaz.. Öyle değildi di mi aslında ama hayat işte :)

Aslında böyle yaramaz olanları tanrı daha çok seviyordur. Sonuçta dogmatik ve düz kafa ile kaderciliğe inanmaktansa. Kendi koyduğu kuralları koyup düzenin bir parçası olmayan ve hayatın değerini anlamak hepsinden daha önemli. Allah'ım bana kızmıyosun biliyorum. Kötü biri olmadığımı da biliyorsun..

Şimdi hayata düzgün bakın ve kocaman mı yoksa minicik mi belki de orta ölçekli olan kıçınızı kaldırıp dans pisti olarak gördüğümüz hayatta yerinizi alın. Nasıl dans ettiğiniz önemli değil. Önemli olan "ben şansımı denedim" demek.. Hayatı nasıl gördüğünüz benim için önemli değil bu sizin gözlerinizin içinden belli olur ama elinizde olan kıçı kaldırıp hayatı yaşamak.. Müzikle veya yazıyla ya da ne bileyim bir matematik formülüyle. Bunları yapamayacak kadar yaşlandığınızda torunlarınıza hayatı ne kadar güzel yaşadığınızı anlatabilin...

Herkese iyi bir hafta diliyorum..