Live 4 it! haftanın klibi

bişey yazacak kadar kendimde olsam yazardım aslında. bi sürü şey var mı yazacak gerçekten? yok cidden onu düşünerek yazmıyorum..
sebepsiz üzüntümü körüklüyor sadece o yüzden. bunu benle paylaşan başka biri için.. bi şekilde aynı şeyleri paylaşan herkes için. hepimizin haline gülen bir rüzgar ve onu bir başkasıyla gören bir martı vardır. sanki aşk vardı da bitmiş gibi beyhude üzüntü niye diye sorarlar di mi.. ben kendime kızıyorum sadece. kızılacak çok şey yaptığım için..
bu size haftanın başında nasıl bir duygu hissettirir bilmiyorum ama yine de iyi haftalar diliyorum herkese..

neden yok ya da nedensiz. sebepsiz belki de

bilmiyorum yaa... cidden anlayamıyorum da. neden sorusuna doğru dürüst bi cevap bulamıyorum. neden, neden bi sorusuna bi cevap bulamıyorum.. onu da bilmiyorum. cidden bilmiyorum. şaka filan değil yani. yaptığım herşey şaka gibi değil mi? neden bunu böyle yapıyorsun, sen neden böylesin,.. ya hep sorular ve ben bu sorulara bir cevap veremezken. çevremdeki herkes bana istemediğim kadar cevap veriyor. artık her sorumun onlarca cevabı var. hatta sormadıklarımın bile cevabı var. 22 dakikada çözülebilecek biriyim ben. ahaha.. dizi gibi yazınca farkettim. saçma sapan bir sürü şey ve hepsi kısa bir film gibi. çakmak 700 derece sıcaklık verir bu arada. alakası yok ama söylemek istedim. ilk duyduğumda ben de şaşırmıştım. şaşıracak çok şey var da işte neyse..
herşeyin hep ters gitmesi değil aslında olay. herşeyin ters götürülmesi ya da gitmesine izin verilmesi. neden böyle veya nasıl başladı sormak gereksiz olur çünkü bilmiyorum. bilmediğim, cevaplayamadığım bir sürü soru var demiştim di mi. ama bir çok da cevap. ben cevapları eşleştiremiyorum sorularla. tersinden gitmek, en az düzden gitmek kadar zor. herşey gibi bu da garip.
asla olmayan şeyler.. ya da öyle olmadı. ingilizce okunuşu bulurken kullandığımız bir yöntemdi di mi. kulağa hoş gelmiyorsa kesin yanlıştır. amma da çok yanlış var. 4 yanlış 1 doğruyu götürüyodu ve net sayısı çoktan eksilere indi bile. 88 tane doğru yapsam karşında tek bir yanlış hepsini nasıl götürür? bu da gerçek hayattaki sınavla kağıt üstündeki sınavın farkı olsun canım.. teori ile pratik arasında bir farkı olmalı. okunuşları farklı bi kere kesin bişey olmalı fark olarak. eşanlamlı kelimelerin varlığı bu söylediğimle ters düşüyor biliyorum ama söylediğim herşeyin doğru olamayacağı gerçeğini de unutan varsa hatırlatayım şimdiden.
21 dakikam daha var. bitene kadar kullanmak istiyorum. aslında daha mantıklı şeyler yapıp bu süreyi canımın istediği kadara uzatabilirim ama üşengeç olmak sanırım pek bi kolay geldi bana. çok içince parmak uçlarımın uyuşmasını da kan dolaşımının yavaşlasına bağlıyorum. aslında ilk andan beri bağlamıştım ama hiç bahsetmemiştim. bahsetmediğim çok şey var. var ama bi anda dökülebilir hepsi.. dökülebilir diyorum ama kesinlikle biliyorum ki dökülmez. dökülmesi biraz saçma olur herşeyi hatırlayabilirsin ama biraz yaklaşman gerek önce. önce öndeki rafları okumalı sonra arkada kalanlara yaklaşırsın. yavaş yavaş, veya sadece göz gezdirerek.. seçim okuyanın tabii. okuduğunu anlamak da . aslında yazanın da biraz düzgün yazması gerçeğini göz ardı etmek ve tamamen anlaşılmayı beklemek bencilliğin elinde flama taşıyanı olur. biliyorum. bana tekrar üstelemeyin. farkındayım herşeyin aslında ama bi gıdım yerimden oynamak istemiyorum. istiyorum ama olmuyor. oluyor ama istemiyorum. ya da vs. vs. vs. işte.. bazen sıkılıp gidesi geliyor insanın benden.
oyy yaa.. çok şey istiyorum biliyorum.. herşeyin bitmesi yakındır. bunu görebiliyorum. bilince kabullenmek daha kolay. yok öyle olmayacaktı ama tekrar dönüp düzeltemem sanırım. (14 dakika.. )
güzel bir sonla bitiremeyeceğimi anladım çünkü giderek daha da garip oluyor yazdıklarım.. öyle yaa her düşüşün bir çıkışı vardır felsefesi.. yok yok bugün geçici başlangıç yapamayacak kadar sıkkınım. yorgun değilim ama istemiyorum işte. umutsuzca gitmek bi şekilde rutine binmiş, inmiyor. çokça seven arkadaşlarım var yaa. her gördüğünde bi şekilde yardım etmek isteyen. gece gündüz farketmeden arayıp konuşan. teşekkürler demek istemiştim ne zamandır.
bitiyor artık.. bi son vermek gerek. tamam.
bitti.

duvarı çizmek tek yaptığınsa..

yarın çok uzun bir gün.. bu gece ise çok daha uzun. uyumayınca garip şeyler yapıyorum. bilmiyorum yaa.. yarından ve sonrasından korkuyorum. aslında keşke hiç bu gece bitmese de yarın olmasa.. hmm aslında yarının olduğunu görememe fikri de gelir insanın içinden. garip bişey şu hayat demekten bıkmadım usanmadım zaten..
duvara yeni bir çizik daha atmak gerek ama onu bile yapamıyorum şu an..

Live 4 it! haftanın klibi


Live 4 it! haftanın klibinde bu hafta kasabian - club foot' la bizimle birlikte. (pes 5' in de müziği olduğundan çoğu insanın aklında öyle kalıyor ismi) savaşan asileri görmek, hepsinin genç olması ve umursamazca direnmesi ve düşmanın yüzünü asla görmemek.. düşmanı hiç görmüyoruz o kocaman metal bi canavar. içinde insan olduğuna inanası gelmiyor. böyle savaşıyoruz hepimiz aslında hergün. bu savaşta mermiler havada uçuşmuyor. burdaki mermiler metalden değil harflerden yapılma. ve direkt kalbimizi hedef alıyor. kaçamıyoruz hepsinden.
ve karşımıza çıkan burdaki gibi kalbinde bir insanın olduğu kocaman bir metal canavar değil, karşımıza çıkan insanın ta kendisi.
herkese iyi bir hafta diliyorum..




anlar, fotoğraflar, duvarlar.. insanın içinden yaşamak geliyor bazen

" ne kadar çok fotoğraf çekermişim ben yaa.." dedikten sonra okulun 2. döneminde hiç doğru dürüst fotoğraf çekmediğimi farkettim. fotoğraf kulübüyle gezilere gitmediğim için böyle oldu farkındayım. şimdi çektiklerimin hepsi anı fotoğrafı. hapishane duvarına atılan çizikler gibi. aslında bu şekilde söyleyerek küçümsemiş oluyorum o anları. kıymetini bilmemişim gibi. doğru ya bu örnek içimi burktu tamam kabul ediyorum. o çiziklerin hepsi birbirinin aynısı gibi olur ve rutin bir bütünün parçasıdırlar. bir sona uzanan merdivenlerin basamakları gibiler. hergün 1 basamak atabildiğimiz merdivenler..
halbuki fotoğraf öyle değil. fotoğraf anlarımızı donduruyor. ve biz anı tekrar hayal edebilelim diye sonsuza kadar saklıyor. düşünsene senle güldüğümüz bu anı dondruyosun ve yıllar sonra tekrar güldüğünü hatırlıyorsun. ama anı farklı kılan artık yaşanmadığı gerçeği ve tekrar gülmüyor olabilmen, hatta içindekilerle paylaşabileceğin anların da artık olmaması da var. ya da artık yaşanacak anların bitmiş olması.. an.. bu kadar kısa bir zamanı ancak bu kadar kısa bir kelime anlatabilirdi. ama anın hakkında sayfalarca yazı yazılabilmesi garip. iki harfin ifade ettikleri binlerce harfle anlatılabiliyor.
hayatımız bizim duvarımız ve biz bu duvara çizikten başka bişey yapıyoruz resim çiziyoruz ya da fotoğraf yapıştırıyoruz. duvarımızı sınırlayan tek şey biziz. ne kadar fotoğraf yapıştırıp ne kadar çizik atacağımıza ya da oraya kaç tane poster yapıştırmaya ya da boş kalıp kalmayacağına yine biz karar veriyoruz. post it' ler yapıştıyoruz bazen unutulmaması gerekenleri ve zamanla onlar yere düşüyor tam olarak yapışmadığından ya da artık duramayacak hale geldiğinden. o zaman geriye dönüp baktığımızda göremeyiz asla unutmamamız gerekenleri. sadece yazılar mı? fotoğraflar da düşer, çizdiğimiz resimler de silinir. bir tek silinmeyen, hergün attığımız o çiziklerdir. onlar duvarın içine kazınmıştır ve üstünü ne kadar boyarsak boyayalım ya da birşeyler asalım. onu altı hep boş kalacaktır.
bazen duvarın dolduğunu hissederiz. ya da koyduğumuz fotoğrafın orada iyi durmadığını o zaman bişeyleri değiştirmemiz gerektiğini görürüz. ya bazılarını yırtıp atıcaz ya da onun üstüne yapıştrıcaz fotoğrafı. her insan farklı bişey yapacaktır tabii ki..
ama birkaç adım uzaklaşınca duvardan bütününün görüntüsü bizi mutlu ediyorsa, üstü kapatılmış çizikler bize hergünün geçisini artık gösteremiyorsa, ya da apaçık gördüklerimiz bile bizi üzemiyorsa. o zaman kendimizi alkışlamalıyız. evet çok saçma ama birkaç kez ellerimizi birbirine vurup o sesin odada yankılanmasını duymak.. bu bize yeni şeyler eklemek için güç verir..
ben duvarıma arkamı dönmüştüm, bir taşa dayanıp vodka ile mutlu oluyordum gülmek istiyordum tam olarak yukarıda yazdıklarımla çelişirken. gülmenin ne güzel bişey olduğunu aniden hatırlıyorum.. ve kendi duvarından fotoğrafları benle paylaşana hissettiklerimin daha da farkında oluyorum.

Live 4 it! haftanın klibi

Live 4 it! haftanın klibinde bu hafta kyle minogue - confide in me var. tek gecelik bi ilişki gibi şarkı bence ya da nasıl desem seni o anki tüm hayal kırıklıklarını ve aşkının acısını alan birini anlatıyor. aynı acıyı paylaşan iki insanın o anı paylaşmak istemesi gibi. gibi, gibi, gibi... bir sürü örnek var ve hepsi acının unutulmasıyla ilgili. farklı olan bunu nasıl yapmak istediğin de değil sonu hep belli zaten yolların nerede kesiştiğini söylüyor. ne kadar süreceği belki de esas soru.
aradığımız insan bir adım ötemizde duruyor bazen ona bir adım yaklaşmak için dağlar tepeler kadar yol katetmek gerekiyormuş gibi hissediyoruz.
neden ki bu kadar acı? istediğinin ne olduğunu bilmeden istemek. ne istiyorsun? bilmedikten sonra eline geçenden tatmin olmayı beklemek saçma.
iyi de zaten hepimizin aşk acısı var. hepimizin acılarını, sırlarını paylaştığı insanlar var, tutkuyla bağlı olduğumuz da oluyor bazen, hatta oldu da ve olacak da.. hissetmek istediğin ne? buna karar vermelisin önce?
acı, nefret, aşk, zevk, güven, mutluluk, sevgi, korku, tatmin, saygı, melankoli mi hissetmek istiyosunuz? ya da arkadaş, sevgili, dost mu arıyosunuz? bir şekilde kalbiniz acıdıysa birbirimizi anlayabiliriz demektir. içimde birşeyler eksik gibi, bir boşluk var, kaybolmuşum gibi hissediyorum, karanlıkta yolumu bulmak istiyorum.. tamam anlıyorum hepsini. bunları yaşamak kötü ama bunları paylaşmak zevkli di mi. arayıp konuşmak, bazen deli gibi tartışmak sonra da bunların üzerinden zaman geçmesi, nefret ettiğin bi insanı elini klavyeye uzattığın her anda görme şansına sahip olman ama onun seni görememesi. paralı telefonlara bakanlar gibiyim (şarkıdan olsa gerek) di mi. çokça dertlendiğin zaman bana geliyosun ve ben sendeki eksik duyguyu sana veriyorum. tek yönlü bi telefon benimkisi aramaya kapalı aranmaya ise hep açık..
biz diyorum çünkü dertlerimizi üzerimizden atamayanlar, ve bunu hayatının lanetlediği bir parçası haline getiren bizleri kendi içimizde birbirimize yakın görüyorum. küçük sorunlu çocuklar gibi. bazıları kendini büyük sanıyor, bazıları ise fazla küçük. tanımadığım bir sürü insan okursa azalır diye acım, veya yaşadığım mutlu anları paylaşırsam daha da artar. bilmiyorum ya.. sadece yazmak istiyorum. şarkının verdiği anlık mutluluk arayışını yazarak yapıyorum şu an. neden bunları yazmalıyım ki? neden hiç tanımadığım insanların önünde kendimi küçük düşüreyim ya da yücelteyim. kendimi gösterip de bundan tatmin olmak.. bi adım uzağınızda bir yığın melankolinin olduğu bi kitaplık yapıyorum sizin için hem de gönüllü olarak.
herşey istekle alakalı. iyi hissederken bunun acısının sonrasında geleceği gibi bi duyguya kapılıp bunu sevdiğinizle paylaşmanız ve onun bu yüzden sizi terketmesi. onun isteği bu senin değil.. kendi yolunu başkalarının istekleriyle çizmek. oysa bazen herşeyini size sunanlar kalemi size verip yolu sizin çizmenizi istediğinde? biliyorum ki hepimiz aynı yere götürücez o çizgiyi. ama uzun ama kısa. nerden biliyosun demeyin. sadece güvenin birazcık bana. şarkıda da dediği gibi tatmin garantisi veriyorum melankolik olarak..
ama neden böyle olsun ki? illa ki kötü mü olmalı? neden olsun ki? mutlu olabileceğinize de söz verebilirim. her duyguyu yaşayacaksınız. çünkü hepimiz bir bütünüz ve çok iyi anlıyoruz birbirimizi. anladığımızda ve bu acıyı başkasında gördüğümüzde kendi acımız hafifliyor hafifleyen her acı mutluluğu getiriyor.
elimin ayağıma dolaştığı ve heyecan duymanın ardından belki de bunu dinleyip biran kendini üzgün hissettiğimi sanmak saçmaydı. yine saçmaladım belki yazıda. ama o anı yaşıyoruz ve geçmişte kalıyor her o an. bir an aklımdan geçenleri yazdım. hayata kızıyorum bazen neden bunlar böyle değil neden şu an orda değilim, neden bu böyle diye. saçmalıyorum.. problemimi çözmem gerek.
mutlu bi hafta diliyorum herkese..

bicakli katil 1!

ve dehşet devam ediyor.. (gördüğünüz gibi elma bıcağı değil has be has amerikan korku filmlerinden çıkma ekmek bıçağı :P) yine kan yok! ama dehşeti hissedin be siz de. aa o kadar ses efekti var, darth vader soluması var :P

eroy pictures proudly presents: katil araba 1!

işte ilk kısa metrajlı korku filmim :) çok basit lakin pek bi imkansızlıklarla çekildi. o yüzden daha iyisini yapana kadar en iyisi bu diyim ama daha iyilerini yapıyorum bekleyedurun. laptopum da ölmeseydi de bu günleri görseydi keşke :) bu arada doğru dürüst çeken bi dijital kameram olsaydı ciddi ciddi vlog işine girerdim ama şu an nasıl desem böyle melankolik hislerim birikiyor diyelim. arada birden biri alıyor onları o yüzden böyle kızgın olamıyorum hayata. pufff umutla bakmak, beklemek.. nasıl bişeydir yaa ama konu dışına çıkıyorum. hemen dur orda :) yeni blogum var sevgili okurlar. geliyor tasarımı bi düzene oturmadı o yüzden. reklamlar bitti ve parliament sinema kulübünde bu hafta.. katil araba 1

ooo papatyaaa son bir defa bana bak..



yıldız parkındaki güzel pazar günümden kalan bi video daha :) o kadar papatyanın arasına gidip de falını bakmamak olmazdı :) ilkerin benim hakkımda gördüğü rüyayı da anlatıp beni kepaze ediyor :D

Live 4 it! haftanın klibi

Live 4 it! haftanın klibi, haftanın ilk gününün son anlarında sizlerle!.. bir çoğunuz bu şarkıyı duyunca çocukluğuna ufak bir dönüş yaşayacaktır. nasıl ki en iyi sahne performansı dendiğinde madonna gelir akla. en iyi klip denince de elbette ki michael jackson. ya nasıl desem ki şimdi evet çocukluğuma döndüm birden yaa..
alf nerde? hani arı mayaya ne oldu? ya benim bi türlü izleyemediğim bi çizgi film vardı? para biriktirip almak istediğim g.i joe' lar hala çocukların hayallerini süslemiyor ki. kanal marketi hatırlayanınız var mı? parliament sinema kulübü hepimizin ortak anısı zaten onu söylemeye gerek yok. annem babam ikisi de çalıştığı için ben gündüzleri hep akrabalarımda geçirirdim sonra hep anneannem bakmaya başladı. aman ya kırk kapıda büyüdüm desem yeridir. aman bee ne zor iş şu büyümek büyü büyü nereye kadar. zaten bi süre sonra büyümüycez, yaşlanmaya başlıycaz :) ya onu bırakın da zamanın kıymetini bilin be!.. pufff!.. diye geçirmeyin diycem ama kim dinlyecek ki beni, lan bi kere ben kendimi dinlemiyorum :) neyse konsepti bozan ahlaka aykırı kelimelere girmeden nostalji yapalım :) küçüklüğünüze götüremedim bu yazıda sizi biliyorum ama bir başkasında söz okuduğunuza pişman edicem sizi ;P
herkese iyi haftalar diliyorum ;)

dans etmek için mükemmel birgün..

dansetmek için mükemmel bir gün
koşmak, fırlamak, zıplamak, şarkı söylemek
sevişmek için mükemmel bir gün
hiç pişmanlık duymadan uyanmak!..
omzunu çökerten tüm kederleri tekmele,
kötü haber veren tüm sayfaları yırt,
sana merhaba diyene selam verme,
iyi davranma kimseye
aynaları kırdım,
duvarları indirdim,
merdivenleri yıktım,
katlari yok ettim.
hadi evi yakalım,
tüm sokağı ateşe verelim.
haydi mutlu ol!... diye başlayan birgündü. aslında dün gecenin devamını getirmek istiyordum. hidra çalışmamız son hızla ilerlerken atölye çıkışında mecidiyeköy' de pub gibi bir yere oturduk. ben çok mu akşamcı oldum nedir hep bi biraraya gelelim içelim gülelim arıyorum :) gittiğimizde beşiktaş maçı henüz bitmemiş son dakikaları oynanıyordu. ben zaten fener 2-2 berabere kaldığı için hakemlere sayarken bir yandan a bjk taraftarı havasına bürünmüş hakeme bir yandan nefret duyarken. yok abi böyle düzene lanet olsun haksızlıkla olacaklarsa lanet olsun böyle lige derken. heryerin bjkli taraftarla dolu olduğunu biliyordum tabii :) dışarıda oturduk başta, çünkü içerde yer yoktu. biralardan olimpiyat halkası yaptık :P bu fikir elbetteki bi fotoğraf dahisi olan benden çıktı :) oy keşke fotoğraf kulübüne devam edebilsem de şöyle ağız tadıyla fotoğraf çekmeye devam etsem.. ama fikriye orda şimdi ne yapsam bilmiyorum. pufff ya hayat bana zor kardeşim.. neyse çokça güldük yine. zaten hele bi de içince gülmemek elde mi :) bi sürü video çektim. ne biliyim çok sevdim sanırım youtube işini :)
pub çıkışı acıkan her insan evladı gibi biz de soluğu pis pilavcıda aldık. ben çok seviyorum bu pis pilavcıları. arena' da 10 bölüm gösterseler yine de yetmeyecek kadar pis yerlerde yapılıyordur sanırım ama amaaannn be boşver sanki alkolden daha zararlı olamaz zaten :) bilmiyorum ya aslında bi votka daha içsem pilavdan daha iyi olurdu diye hala aklıma takıldı :P
eve dönerken boş sokaklarda şarkı söyledim, köpeklerin saldırısına uğradım, köpeklerin işgal etmediği parklarda salıncak, kaydırak,.. vs gibi çocukluğumuza bizi tekrar götüren oyuncaklara bindim. ama en güzeli şarkı söylemekti. hepsini videoya aldım desem şaşırmazsınız sanırım. ehehe sarhoş değildim ama parmak uçlarımla irtibatım kesilmeye başlamıştı yani sınırı geçmeye başlamıştım aslında :) biraz meşrep bi sarhoşluktu aslında benimkisi o yüzden yine melankolikliğe başladım. konuştum da konuştum. ama bunları yaparken de çok eğlendim kabul ediyorum. aklımda başka şeylerle meşgulken unutuyorum dertlerimi ama sonra hatırlayınca da susmuyorum :) ilkerde kaldığım gecelere bir yenisi daha eklendi ve ertesi güne uyanmak için yatarken mutluydum. çünkü mutlu olmak istiyordum :)
bugün uyandığımda saat 11' di. diğerlerini ikna edip yıldız parkında uygun bir yer bulup kahvaltıya başlayana kadar saat 13:30' u bulmuştu neredeyse :) hava güzeldi. ve evde oturup ne yapacaktık ki :) içimi temizlemek istiyorum ve biraz temiz hava iyi gelir bana..
fotoğraf çekesim vardı bugün. çektim ve mutlu oldum ya.. elim makine tutunca mutlu oluyorum. papatya falı da açtım. ne kadar da fala meraklıyım ben ya. böyle umutsuz zamanlarda insanın sarıldığı bişey şu fal. olmayan birşeylere inanmak istiyorum di mi :) neyse sonucu seviyor çıktı. benim bir sevgilim vaaar, henüz tanışmadığıımmmm diye kendimi avuttum :) ya da tanıyorum da ben şu an ne olduğunun farkında değilim. neyse bu konuya girmek için yazmıyorum şu an.
onu bırakın da ben sanırım ilk defa şehiriçinde bir yerde sincap gördüm. hani akrep filan görmüştüm evde ama sincap ne zaman gördüm en son hatırlayamıyorum. ağaçtan ağaca atlıyodu. kocaman da birşey canım. sincap görünce sevinip mutlu olan benim gibi insanlar da var mıdır :) ben görünce feci heyecan yaptım çünkü :) doğal hayatı seviyorum. çünkü yaşama sevinci veriyor insana. zaten her zaman çıkmıyoruz böyle ormana, böcüğe alışkın değiliz. çimende yatıp tüm gün gökyüzünü, tüm gece de yıldızları seyretmek istiyorum. lütfen bunun için bana artık izin ver.. bu laleri çingenelerin koparıp satmasına da feci gıcık oluyorum. güzel olan herşeye illa pis elini uzatmak zorunda insanlar sanki..
parkta yeterince vakit geçirmiştik eve dönme vaktiydi. ama canımız tatlı çekmişti ve pasta fikri ortaya atıldığında güzel sanatlara, pozitif bilimlere, sosyal ve sayısal her tür konuya, ve ne biliyim her boka denecek kadar çok konuya olan yeteneğimi gösterme heyecanıyla yanıp tutuşan ben. tamam ben yaparım ne olacak ki iki dakkalık iş deyip evde mutfağa girdim. ve gazozlu, meyveli, kakaolu bir pasta yaptım. (gazozu biraz fazla kaçtı ama olur o kadar :P)
pastayı yerken de me, myself and irene' i 2. defa ondan önce de sezerciğin meşhur eşekli filmini 47. defa filan izledik. gülmekten sakınmadığımız bugünü de gülerek neden bitirmeyeydik di mi. neyse nasıl olsa ben kendimi üzerdim sorun değildi maksat çevremdekiler mutlu olsun. ama pek bi güzeldi pasta :)) evet bugün dans etmek için güzel birgündü. hatta koşmak, fırlamak, zıplamak, şarkı söylemek,..

Live 4 it! haftanın klibi

bu haftanın klibi anima - joker. geçen yıl oky sayesinde dinlediğim animayı pek bi sevdim şarkılarını pek bi kendimden bir parça saydım. heidi şarkısıyla evin içinde atlayıp zıpladım. hatıralarıma son verdim. ve şimdi jokerim diyorum ve hep olmak istediğim benden uzak olduğumu sanarken aslında taa kendim olduğumu görüyorum ya da bu da her an yaşadığım yanılgılarımdan biri. zaten çokça hayal kırıklığının üzerinde dolaşıyorum ve kırık hayallerimin parçaları ayaklarıma batıyor acı veren bir durum. zaten kabullenmişlik var ama kabullendiğimi kabullenebildim mi acaba? hayır tabii ki :) kısır döngüye giriyor olaylar burda. neyse siz şarkının tadını çıkarın. iyi bir hafta diliyorum herkese..