gelecekte kendime baktığımda geçmişte geçen bir gecenin üstünden 1 yıl geçmişti ve ben nefretle kavruluyordum diye göreceğim kendimi. daha önce öldüğüm günü hatırlayıp nedenini sorgulamayacağım. beni şekillendiren keski darbelerinden biriydi. bazen heykellerin de canı acır. bir vuruşta dağılır onca zaman, onca emek, onca anı.. her şey kırılır. taş parçalarını bir araya getiremezsin. getirmeye çalıştığında da o kırıklar, çatlakların izleri kalır. kopan parçalar belli olmasın diye küçültürsün, daha da ufalır kaybolursun.
bir melek heykeli yapmak için çıktığın yolda önünde bir moloz yığınıyla kalırsın. ağlasan, nefret etsen, bağırsan, çığlık atsan ne olacak ki? hayatta güzel hiçbir şeyin olamayacağını anladığını düşünsene bi.. düşün.. o zaman beni anlamaya başlayacaksın. karşılıksızca yaşadığını düşün hayatı, aşkı.. delirdiğini düşün.. yok olduğunu.. nefret.. o kadar salt ve katı ki.. nasıl da yumuşadığına inanamıyorsun.. kırdığını, öldürdüğünü düşündüğün nefret her seferinde orada duruyor. başını kuma gömmek, gözlerini kapamak olmadığını düşünmek de yetmiyor. her yerden fışkıran salt inançsızlık karşısında tanrı bile unutulur. anlamsızlaşır.
inandığın tanrının, gücünün yetmediğini görünce artık ona nasıl bağlı kalacaksın? senin inancın olmadığında onun tanrı olmaya devam edemeyeceğini de bilmiyor musun? insanların birbirine neler yapabileceğine bir sınır koymayan bir tanrıyı kabul etmenin ne anlamı var ki..
yok olsa daha iyiydi. varlığı silinen asla hatırlanmayan kadim krallıklarla beraber yerin dibinde, karanlıkta kaybolup gitseydi ya.. nefretin hükümranlığının asla bitmediği bir dünyada nasıl da varolabileceksin.. asla olmamış olmanı dileyenlerin dünyasında nasıl olur da devam edebilirsin.. burada böyle bir tanrıya gerek yok.. intikamın verdiği karşılığı alamamanın verdiği yoksunluğu hangi dünyanın hazineleriyle karşılayabilirsin ki..
söylesene.. karanlıkta tek başına geçen zamanlarında neler gördün anlatsana.. beni anlatsana..