live together & die alone

meraba blog! bak işte yine bir yıl bitiyor. benim 22. seninse yaklaşık 1,5. yılın olacak. hatta tam 1,5 olacak. 1. yıl şenliklerinin üstünden 6 ay geçmiş aman yarab! daha dün gibi sanki. neyse zamanın nasıl hızlı geçtiğini biliyoruz zaten senle bu konuyu yediyüzseksenbeşbin defa konuşmuşuzdur herhalde. zaten 22 yaşıma basıcam yakında off ya.. 17 yaşında olsam ne güzel olurdu. ya da şu okula tam başladığım tarihte olsam. yeni bir yıla girerken eskiye bakma şimdi diyor olabilirsin. haklısın aslında. birşeyi farkettim bak blog benimle ilgili tüm konularda benim karşımdaki insan genelde haklı oluyor. ben birşey diyemiyorum ya hani hep karşı tarafların haklı olmasını kabul ediyorum ama olan herşeyin bir sebebi vardır diyorum ve tüm bu olaylara birer ders gözüyle bakıyorum ama artık dersler bitsin değil mi? ben öğrenmem gereken herşeyi öğrendim kuzum. teori kısmını bitirdim artık uygulama kısmına geçelim. bak ne dinliyorum biliyor musun şimdi linkinpark' tan bir şarkı. kahretsin ya ben bunu öss' ye hazırlanırken dinliyodum. o zamanlar 5510' um vardı. hmm bak gel seninle biraz flashback yapalım.. lost' taki gibi ya da kanıt peşinde' de olduğu gibi. hazırsan yeni bir yıla başlamadan önce biraz geçmişten bahsedelim. hani ölmeden önceki kısa film şeridinin ana teması olan hayat hikayemin parçalarından oluşan daha kısa bir film yapalım. aklıma gelen ilk anıdan başlayayım ama sanırım aklıma ilk gelenlerden en çok sevdiğimi seçicem kusura bakmazsın umarım ;P 7 saniye ver düşünmek için..
yeşil kazak! evet yeşil kazaktan başlayayım. bir kıza ulaşmak için önce yakışıklı görünmenin en önemli faktör olduğunu anladığım zamandan. kişilik mühim değil önemli olan dış görünüş. C21 diye bir markanın yeşil renkli polar bir kazağıydı. pahalıydı ama önemli değildi. önemli olan dış görünüş. bir insanla karşılaştığımızda en çok dikkat ettiğimiz olay dış görünüş değil mi? konuşmaya başlamadan önceki en önemli olgu görüntü. iç güzellik önemli ama dış güzelliğin tadı daha bir başkadır değil mi? güzel bir kız düşün yanında da çirkin bir erkek. ilk tepki ne olurdu? ikisi birbirine yakışmıyor! ruhsal olarak ne kadar yakın olduklarının hiç ama hiç önemi yok. uzaktan baktığında nasıl göründüğü önemli. o yüzden yeterince iyi görünmüyosan baştan kaybettin kuzum seni çıkış kapısına alalım.
linkinpark! işte kuzum ya en sağlam kısıma geldik. lise yıllarımdan unutamadığım bir kuple. linkinpark, metallica, marilyn manson. oky sayesinde tanıştığım metal ve yabancı rock sevdasının marilyn manson' dan sonra en sevdiğim kısmı. ama sema' yı etkilemek için linkinpark dinlemek yetmiyordu. daha fazlası gerekliydi.
sema! işte modern eroy' un yaratıcısı. şebnem ferah' ı andıran görüntüsü ve çilleriyle eroy' un kalbinde yer etmiş, hatta bırak yer etmeyi yerle bir etmiş diyelim. eroy' la ne yapacağına karar veremediği için onu peşinden sürüklemiş ve sonunda başka bir şehre göç etmiş güzel bir kız. aslında dershane günlüklerini bir açsam sana blog hani nerdeyse hepsi sema ile doludur. beni peşinden sürükleyen her kız aslında bana çok farklı yetenekler kazandırdı. hepsine öpücüklerimi yolluyorum ve teşekkürlerimi sunuyorum. hiçbir zaman ulaşamadığım tüm platonik aşklar bana birşeyler verdi aslında vermedikleri tek şey onların sevgisiydi. ama şimdi sizi değil kendi ilişkimi düşünmek zorundayım çünkü bardağımı elimden düşürmek istemiyorum. geçmişte kalan tüm insanlar birer hayalet benim için. ölümü kabullenmek yaşamaktan çok daha kolay.
ben bunları yazarken yalnızım blog. evde tek başıma oturuyorum. ve bilmiyorum blog. neyi bilmiyorum peki? bilmiyorum işte içimde boşluk var ve kendimi bir türlü düzeltemiyorum. bitse de gitsem diyorum. baksana saddam idam edilmiş. sabah otobüste giderken bir dükkanın vitrinindeki televizyonda gördüm adamın son anlarını. o an anlamıştım o olduğunu da ne yapabilirim, benim hayatım devam ediyordu tıpkı milyarca insan gibi, bazılarımız o an ölüyordu bazıları ise doğuyordu. dünyanın ölümlere ve doğumlara karşı bu umursamaz tavrı beni sinir ediyor. doğa ana için hiçbirşeyin önemi yok o nasıl olsa yolunu buluyor düzelmenin onun zamanı sonsuz nasıl olsa benim gibi birkaç on yılla sınırla bir hayatı yok. ben bu süre içinde neler yaşıyorum sen biliyor musun? doğa ana sen nasıl oluyor da bu kadar rahatsın ya! ben ne kadar uğraşırsam sana zarar vermek için sen buna katlanıyorsun ve sonunda yine sen kazanıyorsun. zaman sorunun yok yine başıma vurma ölümlü olduğumu. zaten yarın gece 00:00 da büyük çoğunluğumuz neşeli bir şekilde amaçsızca eğleniyor olacak ve zaman, ben yine sana karşı duramayacağımı bile bile birşeyler yazıyor olucam. ben mutsuzum belki ama ben ne ilkim ne de sonuncu. insanoğlunun bu zavallı duygusunu sen bile yok edemiyosun ya sana gülüyorum işte. ben eroy' un senden tüm kötü hissedenler adına aldığı intikamıyım. ve biliyosun di mi söz uçar yazı kalır. bir şekilde sana karşı durma imkanım var. sen istediğin kadar binlerle milyonlarla ifade edilen sayılara ulaş sen benim sonsuzluğumun ölçüsünü gösteren basit sayılardan ve kabullerden meydana geliyorsun. ve ben kendimi topladığımda sana karşı direnmeye devam edicem şimdi tek isteğim yatmak. sessiz ve yalnız karanlıkta uyumak.. hiç kimsenin onu sevmediğini düşünerek bileklerini kesen bir zavallı gibi uyumak. uyanmazsam da birgün tekrar görüşücez..

Live 4 it! & Die 4 her!

kendinizin bencil bir insan olup olmadığını anlamak için başka bir insanla beraber olmanız gerek. asla yapmadığımı düşündüğüm şeyleri yaptığımı görmek içimi acıtıyor. ama bu acı fiziksel hiçbir acıyla karşılaştırılamaz bile. bir insana verebileceğiniz fiziksel acının sınırı vardır. bir yere kadar dayanır ordan sonra bayılır daha da devam ederseniz ölür. bu kadar basit bir varlığız işte. hemen ölebiliriz.
hem ölüm bir son değil aslında sonsuz bir hayatın başlangıcıdır di mi. hep öyle söylenegelmiştir. bunu söylemek ölümden korkuyu azaltıyor. ama ölümden korkmamak, zaten bu kadar basitçe sonlanabilecek bir hayatı kendi ellerimizle sona erdirmek isteyenleri cesaretlendiriyor. kendi hayatımız değil mi? bu bir sınav değil mi? ben boş kağıt verip çıkıyorum. hatta öğretmene hakaret ediyorum verirken bu yüzden alacağım not iyice azalıyor. fiziksel hiçbir ceza beni korkutmuyor. çünkü sınav sırasında çektiğim tüm bu stres beni zaten fazlasıyla yoruyor. artık dayanamıyorum. önümdeki sorulara verdiğim yanlış cevaplardan bıktım. benden yardım isteyen birine verdiğim yanlış cevaplardan da bıktım. beni sevdiği için bana yardım eden insana zarar verdiğim için de bıktım bu sınavdan.
tüm yaralar iyileşir. ama aklımıza yerleşen bir sahne veya sevdiğimizin bize söylediği tek bir söz, onun bizim yüzümüzden acı çektiği herhangi bir anı hatırlamak, gözyaşını görmek, duymak veya şu an ağlıyor olduğunu hissetmek. bunun kadar kötü birşey olabilir mi? uç noktalardaki herşeyi iki taraflı düşünülebiliriz. ağlamak gibi sevinçten ya da üzüntüden ikisi de aynı eylemle sonuçlanıyor. neden? apayrı iki duygu aynı şekilde sonuçlanıyor. herşeyin sonunda ölüm olması gibi. insanın düşünceleri içinde hapsolması ona nasıl ölümü düşündürüyorsa en mutlu anımızda da keşke herşey sonsuza kadar sürse deyip ölümü anıyoruz. bitmesini istememekle bitsin herşey demek ikisi de bencillik işte! hiçbirşeyi akışına bırakamıyorum ben. herşeyi istediğim gibi yapmak, mükemmel yapmak istiyorum. yaptığım her hata işte bu bencillğimin sonucunda oluyor.
kendimden nefret ediyorum. kendimle yaşayamıyorum. o zaman birimizin gitmesi gerek ama ikimizde birbirimize kelepçeliyiz. birimizin ölmesi demek diğerinin ömür boyu onu sırtında taşıyacağı anlamına geliyor. hem de giderek çürüyen gittikçe daha da dayanılmazlaşacak diğerini taşımam gerekecek. ikimizden biri kendinden fedakarlık edip elini keserse kurtulabilir. ama bu bile aklımıza gelmiyor. o kadar kendimizi düşünüyoruz ki. içimizde o kadar birbirimize nefret varki. o yüzden sevdiğim herkesi fazlasıyla seviyorum. kendime verecek sevgim yok çünkü. onu da karşımdakine verebilirim. herşeyimi. kendimden kurtulamayacak kadar bencilim işte. herşeyi bitirebileceğim fırsatım varken yapmalıydım şimdi gidersem geride kalan sevdiğim insan ne olacak? gittiğim yerde bunu düşünerek ve hiçbirşey yapamayarak ne kadar durabilirim? sonsuza kadar kalmak zorunda olduğum yerden nasıl dönebilirim? bu yüzden gitmiyorum. o yüzden sevilmek istiyorum. bencilce istiyorum bunu evet. başka bir bağım yok çünkü. bu şekilde olan milyonlarca insan vardır belki. ama ben sadece benim için istiyorum şu an. o kadar çabuk sönüyor ki yaşam isteğim bunu sürekli aydınlık tutmak için çok uğraşmam gerekiyor. hep ben demek istemiyorum. senin geçtiğin şeyler yazsam bile yine kendim için birşeyler istemekle geçiyor. bundan nasıl vazgeçebilirim bilmiyorum. ama ne kadar kurtulmak istediğimi bilemezsin. ya da sen herşeyin fazlasıyla farkındasın. bu yüzden de sen beni sevmeyi bırakmıyorsun. ben bırakmıyorum. bırakamıyorum ki. seni gördüğüm sürece bundan nasıl vazgeçebilirim? sesini duyduğum sürece de asla olmaz. herşeyi maddeleştiriyorum evet. ortada maddesel şeyler olmayınca yapamıyorum. hayalgücüme bırakmak istemiyorum çünkü sınırı olmayan bir yerde seni düşünürken karşıma neler çıkacağımı bilemiyorum. korku bu. senin üşümenden dolayı kendime hissettiğim nefretten çok daha fazlası. herkes ve sen başka bir zamir yok. o yüzden bu kadar sert hissediyorum nefreti. ya da bu yüzden bu kadar çok hissediyorum sana olan sevgimi. bu yüzden tüm gün seni düşünüp senden gelecek herhangi birşeyi bekliyorum. bunu yazarak bencillik ediyorum. ama bir şekilde bunu paylaşmak insanı biraz rahatlatıyor. geride benle ilgili saçma düşüncelerle dolu hatıralar bırakıyor insanlarda.
ben gittikten sonra da beni hatırlayacak belki birkaç insan daha olacak. bunların arasında senin olman için yaşıyorum. herşeyi bitirmek istiyorsanız geride bırakacak hiçbirşeyiniz olmamalı. bunu düşünerek çekilecek acıyı hiçbir yara veremez. aslında biryerlere gitmek için bu acele neden diye sordum kendime bunları yazdıktan sonra. aslında diye başlayan cümleden sonrasını şimdi ekliyorum. istemediğim hiçbirşeyin olmamasına izin vermemeliyim. anakin gibi körükörüne inanmalıyım sevdiğim insana sarılabilmek için belki sonunda pişman olucam yaptığım herşeyden ama en azından içimde hep iyi bir insan olduğunu hatırlayacaktır bunları okuyanlar. tek düşündüğüm sendin aslında.

Live 4 it! haftanın klibi


bu hafta ki klibimiz andy williams & denise van outen - can't take my eyes off you. sevdiği insandan gözlerini ayıramayan herkes için ;) bi insanın bakmaya doyamayacağı tek şey sevdiği insandır sanırım. gözlerinin içini görmeye çalışırız, bizim için neler hissettiğini görmek isteriz. ya da o uyurken sadece ona bakıp o huzuru ve sevgiyi hissetmek için. sevdiğimiz insana bakmak için binlerce sebep var tabii. ama en güzeli de göz göze gelip sevgiyi hissetmek olsa gerek. boş gözlerle uzaklara bakması da en kötüsü olmalı. baktığı yerde bizim olmamamız içimizi ne kadar acıtır. tek istediğim gözlerine baktığımda o güzelliğin içinde kendi yansımamı da görebilmek. mutlu bir hafta diliyorum hepimize ;)

yaşam uyurken de devam eder. gerçek ise aslında hep yanıltıcıdır.

taş merdivenlerden çıkarken elindeki meşalenin ışığı turuncu taşlara çarpıyor ve onları bir nebze de olsa karanlıktan kurtarıyor ve sonrasında yine karanlığa gömüyordu. hızlıca ilerliyor ve zırhının birbirine çarpan kısımları metalik sesler çıkarıyordu. meşaleyi tutmayan diğer eli sağa sola savrulmasın diye kılıcını tutuyordu. kılıcını sıkıca kavramasının nedeni savrulmasını önlemek değildi belki de karanlığın içinden ne geleceğini o da bilmiyordu. insanı en çok korkutan şey karanlık. ne olduğunu bilmediğimiz şeylerden daha çok korkarız. aslında neyin gelebileceğini çok iyi biliyordu ama onun için esas soru tehlikenin nereden geleceğiydi. o yüzden karanlığı yararken bir yandan da gerisinde bıraktığı bilinmezlikten neler geleceğinden korkuyordu. belki korkmak değildi ölmekten korkmuyordu onun için şu an gittiği yerde görecekleri ölümden çok daha kötüsüydü. ihanetin o sivri hançeri sırtına saplandığı zaman hissettikleri daha önce gördüğü birçok savaşta aldığı yaralardan çok daha acı verirdi. kapısız turuncu odaya geldiğinde kendisi de bunu zaten öğrenmiş olacaktı. son giderek yaklaşıyordu. meşaleyi içeri tuttuğunda gördüklerinden daha kötülerini görmüştü belki de ama hiçbiri bu kadar etkilememişti. kan görmek ilk defa onu tutuyordu. kendi dökmediği kandan dolayı suçluluk hissetmesi ne kadar garip. ondan başka hiçbir canlının olmadığı bu pis, taştan odada gördüklerine verdiği ilk tepki kılıcını çekmek oldu onun içindeki intikam ateşi elinden tuttuğu meşaleninkinden çok daha fazlaydı. biranda arkasını döndü elindeki meşalenin ateşi havada bir alev dairesi çizmişti. merdivenlerden inerken artık karanlığı yaran sadece meşalenin alevi değildi. parlak kılıcından yansıyan ışıklar karanlığı kesiyordu. ilk defa kestiği bir yerden kan akmıyordu kılıcın. kestiği sadece karanlıktı. korku dolu bir bilinmezlikti biraz önce ama şimdi gözlerindeki nefret bile karanlığı yarıyordu. hissettiği nefret tüm korkularını yenmişti. ölüm artık onun için korkulabilecek birşeydi çünkü artık yaşamının bir amacı vardı. onun için yaşayacaktı ve intikamını almadan ölmemeliydi. karanlıktan kurtulup heryerin ışığın egemenliğinde olduğu yere vardığında karanlıkta korktuğu şeyler burda onu bekliyordu. onlara bir şans vermeliydi iki kişi olmalarında korkmuyordu. korktuğu şey intikamını alamamaktı. onlara bir şans verdi yaşam için son bir şans. bunu herkes hakeder. nefes almanın zevkini tatmak için son bir şans ver onlara. sen iyi bir insansın. geride bıraktığın ölülerin birçoğu yaşamayı hakediyordu ama kılıcı taşımak onu kullanmayı gerektirirdi hep. silahlar hep kullanılmayı isterler. canlı olan herşeyden intikam almak isterler, onlarda olan canı kıskanırlar belki de. o yüzden bu kadar güzeldir kılıç. kendisini kullananı cezbeder ve tüm canlılardan intikamını alır. kendisi gibi cansız hale getirir. karşındaki iki kişi bu şansı kullanamadılar. şimdi tek hedefi kendisini kandıranı bulup bu yaptıklarını cezasını kendi elleriyle vermekti. hep iyi bir insan olmuştu ama bugün akıtacağı kandan zevk alacak olması onu kötü bir insan yapar mıydı? bu yüzden cehenneme gideceğini düşünmedi bile tek istediği intikamdı. artık ihtiyacı olmadığı meşaleyi elinden attı. sönüp sönmediği önemli değildi. içindeki ateş etrafındaki herşeyi bastırabilirdi. intikamını almadan önce ona son bir şans vermeyecekti. parlak kılıcı artık kıpkırmızıydı ve henüz doymamıştı kana. birazdan fazlasıyla kan akacaktı ama bu onun akıttığı ne ilk ne de son kan olacaktı. nefretten başka birşey hissedemiyordu. merdivenlerden inerken de aklında sadece intikamı vardı. ama herşey bir anda karardı garip bir melodi kapladı heryeri. bu ona tanıdık geliyordu ama nasıl olabilirdi? ben neredeyim? dediği anda uyandığının farkına vardı..
ya da vardım mı demeliyim. uyandığımda üstümde zırhım yoktu, elimde kılıcım da yoktu. hepsi gerçekten bir rüyaydı. evet! gerçek bir rüyaydı. karanlıkta duyduğum o melodi de telefonumun alarmıydı. gözlerim kapalıyken hissettiğim o nefret, gözlerimi açtığımda geçirmek zorunda olduğum bu zor gün için de devam ediyordu. hayat da devam ediyordu. aklıma gelebilecek herşey devam ediyor sanki uyumadan öncekiyle aynı gibi herşey. ama elimde kılıcım yoktu, alınacak bir intikamım yoktu. sınavım vardı ve her nasılsa kalem kılıçtan keskindi. ve bu gördüğüm ne ilk ne de son gerçek rüya olacaktı. neyse zaten ölünce dinlenirim..

Live 4 it! haftanın klibi


2. vize haftası başlıyor. bu haftaki klip başlangıcı hatırlatsın (aşağıdaki yazıdan sıkılırsanız buradaki şarkı moralinizi düzeltsin ;) ) istedim :) başlangıçlar hep heyecan verici olur korkudan veya sevinçten doğan bir heyecan. biraz dans ederek başlarsak daha mutlu geçer hafta umarım.
hepinize iyi bir hafta diliyorum. ve şimdi black eyed peas - let's get it started ile karşınızda..

tanıştığımıza memnun oldum. da bu bardak nerde çıktı şimdi? hem nereye gidiyosun ki?

- meraba ben eray, tanıştığımıza memnun oldum.
- meraba ben ...
- hangi okuldansın?
- .... . sen nerde okuyosun?
- yıldız teknik' teyim. elektrik ve makine okuyorum. çift lisans yapıyorum.
- zor olmuyo mu?
- ehehe.. evet biraz zor :) ama alıştım artık.
- kaçıncı sınıf?
- 4
- ooo.. iyi bayağı büyükmüşsün sen :)
- saol :)
- uzuyo mu okul?
- evet. 1-1,5 sene uzuyo.
- olsun yav o kadar da uzasın artık.
- saol :)
...

şimdi yukarıdaki satırların oluşturduğu tek sütun benim standart tanışma prosedürümü oluşturuyor sanırım. bigün aklıma geldi ve dönüp baktığımda bu konuşmanın neredeyse aynı olduğunu görüyorum. sadece isimler ve okullar değişik. profilimi güncelleyip üsttekileri yazdıktan sonrası için insanlarla konuşmaya başlamak istiyorum. konuşmaya başlamak ama nereden başlamak sorusuna bi düzgün cevap verebilseydim bugün nerde olurdum bilmiyorum ama bu yazıyı yazıyo olmazdım herhalde.
hergün bir sürü insanla karşılaşıyoruz ve çok farklı birçok hayattan olayları dinliyoruz. hepsi ayrı bir film gibi sanki. hani youtube' u aç izle aynı şey ama bu sefer görüntü yok. sadece sesli anlatım var. görüntüyü ve olayın ambiansını sana karşındaki sağlamak zorunda. el-kol, jest-mimik gibi ayrılmaz ikililerin oluşturduğu sanat ile sana yaşananları sanki sen de yaşamışsın gibi anlatmaya çalışacak. ve şunu bil ki bunu tam olarak başarabilen çok az insan var şimdiden uyarayım da sonra hayal kırıklığı yaşama. zaten yaşadın bile belki de ben bunları söylerken ama en azından kırığın boyutları küçük veya kırılan hayal sayın az. içinde tutmakta zorlandığın o heyecanla kurduğun hayallerin bir cümleyle kırılması ne kadar kötüdür di mi. zaten hepimizin yaşadığı herşey neredeyse birer hayal kırıklığı. bi sadece bardağın kırılmamış veya çatlamamış tarafına bakarak yaşamak istiyoruz. üst tarafı bir yerlerimizi kesebilir. çatlaklarından su sızdırsa bile bir bardağımız olsun di mi. yarısı da dolu olabilir dörtte üçü de ya da dibinde bir yudumluk su kalmış da olabilir. ama önce içine su doldurabileceğimiz bir bardağımız olsun.
dağılmaması için sıkıca tuttuğumuz bir bardaktır belki de elimizi kesiyor, canımızı acıtıyor ama bırakırsak da tamamen dağılacak. ne kadar dayanabiliriz bu acıya? suyun yerini bardağın içine sızan kanımız alırsa bunu görmeye dayanabilir misin? düşünsene iki elimle tuttuğum bu bardağı nasıl doldurabilirim? içine tükürerek mi? bu sizce hoş olur mu? işte kişilik farklılıklarının ortaya çıktığı bir nokta. içine ellerinden sızan kan bardağı dolduruyor belki ama senin içini boşaltıyor, gücün bir yerden sonra seni taşıyamayacak kadar azalacak. sonra ne olacak? bardağı ayaktayken tutamayacaksın, bir yerlere oturmak isteyeceksin hem dinlenip hem bardağını korumak isteyeceksin. bardağın bir yerlerden dolacak ama diğer çatlaklardan da sızdıracak. ne? niye kızıyosun ki? ben sadece aklıma gelenleri söylüyorum. bunu başka kimle paylaşabilirim?
oturunca, bu sefer eski günlere bakıcaz bardağımızı ilk aldığımız günlere belki de onu bize biri verdi. ilk zamanlar sımsıkı tuttuk hiç bırakmadık. sonra bir gün ya çok sıkı tuttuğumuz için artık dayanamadı ve çatladı. olabilir tabii heyecanını anlıyorum ama gevşek tuttuğun için düşürüp kırmış olabilir misin? pişman olduysan bunu da anlayabilirim. iyi veya kötü olayın her iki yönüne de bakarak değerlendiriyorum merak etme ;)
düşürüp kırdığın bir bardaksa bunun için ağlmaya değmez. ama kırdığın bir kalpse bunun için belki de ağlaman gerek. yaptıklarımızdan dolayı bazen pişman olmalıyız, biraz acı çekmeli ve ağlamalıyız. sürekli gülmek çok güzel tabii ama hep gülersek bunu değerini giderek unutucaz sıradan olacak bizim için. yaranın iyileşmesinin ve eskisi gibi herşeyin düzelmiş olmasını görmenin o mutluluğunu tatmak için önce yaralanmamız gerek di mi. ama geri dönülemeyecek şekilde yaralanırsak? ya asla eskisi gibi olamayacaksak? o zaman yaşamak için verdiğimiz savaşı bırakmak istemeyi anlıyorum. herşeye bir son vermek istemek herşeye yeniden başlamak istemek kadar doğal. birinin bittiği yerden diğeri başlıyor nasıl olsa. amaçsızca yaşamak yerine sonrasında ne olduğunu görmek istiyosun.. mantıklı aslında. bazen fazlasıyla sabırsız olan biri olarak seni yine anlıyorum. seni aslında çok insan anlıyor ama içindekileri söylemek senin yaptığını yapmak gibi..

aklından bi bilye tut ama mavi olsun sonra da kırmızılarla bir torbaya koy


fotoğrafı görünce birden garip hissettim :) bu fotoyu daha önce koyduğumu hatırlıyorum siteye hatta yeniden mutlu, neşeli, sevgi seli, konfeti yağmuru gibi bir başlık vardı sanırım. ne kadar hızlı geçiyor zaman ve ne kadar çok şeyi değiştiriyor. aslında değiştiren biziz sanırım. iyi yönde olunca ben değiştim ve herşeyi düzelttim. kötü olunca zaman beni nasıl da değiştirdi, alıp götürdü diyoruz. ben de diyorum biliyorum en kötüsü de bile bile hata yapmak zaten. hatalarından ders almayan benim gibi insanlar için zor oluyor tabii. ama şimdi geçmişi düşünemeyecek kadar meşgulüm aslında hiç bişey yapmıyorum sanırım ortasahada boşuna koşturan futbolcular gibiyim. topu dikine oynamadıkça gol atılamaz. ama hazırlık pasları olmadan da olmaz :) tribünde siz sahadayken sakatlanmanızdan korkan biri varsa o zaman daha kontrollü oynuyorsunuz her ikili mücadeleye giremiyorsunuz. sakatlanmaktan değil onun üzülmesinden korkuyorsunuz. biliyorsunuz ki sizin dayanamadığınız acı fiziksel değil zihinsel. en çok da onlar acıtır zaten. ne geliyorsa başınıza hep çok düşünmekten ya da hiç düşünmemekten geliyor. ortasını bulsanız bile bu sefer herşey sıkıcı gelecek sizin için. ne yapacağınızı bi türlü bilemediğinizi ben biliyorum merak etmeyin yalnız değilsiniz. Live 4 it! size bir mail uzaklıkta. sorunlar paylaştıkça azalır çünkü başkalarının da acı çektiğini görmek hepimizi gizliden gizliye mutlu eder, iğrenç bir tatminkarlık sarar içimizi ama biz bunu kabullenmeyiz aslında bazılarımız bilmez bile bunu ya da bilenlerin bir kısmı da kabullenmek istemez ama kimse inkar etmesin ki sınıfın en güzel kızı veya en karizmatik erkeği herkesin önünde saçma sapan bir hareket yapsa, üstüne bişey dökse hepimiz hiç olmadığımız kadar tatminle dolarız. bunun psikolojide kesin bi karşılığı vardır ama ben şimdi onu bulamıycam aslında hemen bulabilirim sanırım nerde olduğunu biliyorum sadece bir arama motoru uzaklıkta bana cevap. ama bazen bi adım uzakta bile olsa yetişemeyiz istediğimize elimizi uzatmak veya bağırıp ilgiyi üstümüze çekmeye çalışabiliriz ya da kocaman bir adımla hemen yanına gidebiliriz. aslında herşey bir adım mesafede ama çoğumuz sonsuza kadar bile sürse bi türlü o bi adım mesafeyi aşamayacak, aşanlar da belki geri dönmek isteyecek ama geldikleri bir adım dönerken bir uçurum olacak.
içinde insan olan her olayın sonsuz tane karmaşık durumu var. iyi veya kötü hepimiz farklıyız birbirimizden. ve bir torba içinde bulunan 4 mavi 6 kırmızı bilyeden 3 tane bilye çektiğimizde birinin mavi diğerlerinin kırmızı gelme olasılığını hesaplayabiliyoruz ama karşılaştığımız insanlardan kaçtanesinin bizi sevip kaç tanesinin bizden nefret edeceğini ya da hiç aldırış etmeyeceğini bilemiyoruz. bilyeler hep sabittir. maviyse sonsuza kadar mavidir. ama insanı bilyelerden ayıran şey insanın sürekli değiştiğidir. masa etrafında oturacak 10 kişiden yanımıza oturanın sevdiğimiz insan olma olasığını biliyoruz belki ama ertesi gün masa etrafında kaç kişiyi sevdiğimizi veya sevdiğimizin bizi hala sevip sevmediğini bilemiyoruz. bilmeyelim zaten. hayat bir oyun değil mi oynayalım işte :) ama bilgisayar oyunlarından bir farkı var ne yazık ki ordaki gibi sonsuz can hakkımız yok. bir tane var. iyi kullanmak gerek ;) Live 4 it! oyunu kazanmak için yaşa diyebiliriz o zaman. ama sonu ölüm olarak belirlenmiş bir oyun olsa da a şehrinden b şehrine giden 8 farklı yoldan en güzeli seçme olasığımızı da göz önünde bulundurmak gerek. kısa veya uzun ya da mutlu veya hüzünlü ya da çok daha farklı duygular. sanki hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor herşey. biteceği de hep geceleri aklımıza gelir zaten.
ama şu an yaşıyorum ve yaşamı hissediyorum. gecenin bir yarısında böyle şeyleri düşünmek normal tabii gece hep kötü şeyler düşündürür bize. ama yine de derinden aldığımız nefesimizin içimize dolmasını hissetmek güzel bişey olsa gerek..

Live 4 it! haftanın klibi


yetişmek zorunda olduğumuz tek yer sevgilimizin yanı olsa keşke :) hep biyerlere yetişmeye çalışanlar için bu haftanın klibi ;)

ıssız ada teorisi

ıssız bir adaya düşseydim yanıma alacağım üç şey:
1) zippo çakmak
2) balta
3) avril lavigne :)
adada yanına alacağı kişi için erkekler ünlü birini isterken, kızların çoğunlukla erkek arkadaşım demesi gözümden kaçmadı :) bunun istatistiğini tutuyordum da kimbilir nerdedir şimdi.. hey gidi günler hey.. :P
(mühim uyarı: burdan sonrası yukarısıyla alakasız :P)
ben bunları yazarken dejavu oldu :) acaba ben bunları daha önce yazmış mıydım? diye düşünüyorum şu an. neyse daha fazla düşünmeyeyim de yatiim uyuyayım bu gece biraz fazla uyumak istiyorum. yarın yanında uyuya kalmak istemem :) ya da güzel bi fikir ya omzuna yaslanıp uyumak.. sevgilinin omzunda uyuya kalmak güzel bişey :) dün akşamı yazmak istiyodum aslında hayatımın en uzun telefon konuşmasını. ama sanırım geçmişe dönük hiçbirşeyden bahsetmek istemiyorum. Live 4 it! in arşivinde asla hatırlamak istemediğim kötü günler var ama bunların tekrar okunması ve bugünkü yazıları etkilemesi şu an en son istediğim şey ;) yarın dünden daha güzel olsun istiyorum :) tatlı rüyalar hepimize..

yazamıyorsam sebebi var elbette

meraba sevgili Live 4 it! görüşmeyeli umarım bana kızmadın fazla :) seni çokça ihmal ediyorum biliyorum ama sana kötü bir haberim var. eskiden günaydın sevgilimm diye bir şarkı vardı bilirsin sana ithaf ederdim :) ama artık o şarkının bir sahibi var sevgili blog. özür dilerim ama seninle artık sadece arkadaş olabiliriz :) ben birini seviyorum artık. o da beni seviyor. sevgi karşılıklı olunca daha da güzel :) umarım hergün bugünden daha güzel olur.
geçen hafta papa' nın gelmesi en önemli olaydı belki de. ama bunun dışında bir sürü olay geçti başımdan sevgili blog ve sevgili okuyucular. aslında blog dediğim şey okuyuculara tekabül ediyor sanırım. geçen hafta yaşadıklarımdan 4 bölümlük bir blog yazısı çıkarabilirdim. ama hep bir gün sonraya ertelemekten ne yazacağımı da şaşırdım artık ve en sonunda hepsini ayrı ayrı yazmaya çalışmaktansa tek bir yazıda paragraflar halinde kısa kısa değineyim diye düşündüm. ama merak etmeyin onu da yapamadım. çünkü bir an sevdiğim insanı kaybeceğim düşüncesine kapıldım ve geçirdiğim yaklaşık 1,5 gün bana fazlasıyla yetti. hala devam ediyor mu bilmiyorum ama uzun zaman sonra ilk defa duygularımı bir türlü anlatamadım, ne düşündüğümü bir türlü söyleyemedim.. hepsi üstüste geldi. oyy.. neyse şu an iyiyim sanırım blogcum. bak kızmadın di mi bana? yani ben seni hep bi arkadaş olarak gördüğüm için sana karşı arkadaşça duygular besledim blog, seni hiç öpmek istemedim mesela. insan sevdiği insana dokunmak istiyor ama bazen bunu bi türlü anlatamıyor ya da ne bileyim işte.. bak yine yazamadım :) şimdi uyuycam blogcum ama şu var ki dersleri hiç mi hiç dinlemiyorum hatta girmiyorum bile :) zamanım yetmiyo :) eski bir atasözü der ki herşeyi savunmaya çalışan, hiçbir şeyi savunamaz. sanırım haklılar herşeyi yapmak isterken hiçbir şeyi yapamamakla karşı karşıyayım. şöyle herşeyden uzak 3-4 gün olsa, herşey yolunda gitse durmasa, üzüntüler uzun bir tatile çıksaaa.. günaydınnn sevgilimmm.. diye devam etse şarkı :) aslında böyle devam edebilir biliyo musun blog. ilk defa seni kendime bu kadar yakın hissettim.
yarın sabah kalkıp sevgilimin yanına gidicem, ordan sevda sözlerini görmeye gidicem, ordan halısaha maçına gidicem sonra arkadaşımda kalıcam. ertesi gün akşam yediye kadar dersim var ve 9:30 da yine bir halısaha maçı :) o gün sevgilimi görememekten korkuyorum. hiç derse girmeyip onun yanında onun derslerine de girebilirim aslında.. evet neden olmasın :) tamam blog bak tuttum seni ;) ama cuma gününü de onunla geçirmek istiyorum. ya ben bi süre kendimi mutlu hissetmek istiyorum. geceleri oturup gündüzleri onun dizinde uyumak istiyorum. sen bana bunu veremezsin blog o yüzden senden uzaklaştım özür dilerim :)
hergünü dolu dolu geçirmek isterken aslında bu kadar da dolu olmasından yakınmak saçma :) neyse biraz uyuyayım sonra da love don't let me go' yu dinlemek için sana geri dönücem blogcum.
k.i.b. görüşürük. byes.

Live 4 it! Haftanın Klibi


ve yine bir haftanın klibinde beraberiz. bu hafta "david guetta - love don't let me go" bizimle birlikte. geçen hafta olan herşeyi bi türlü yazamadım aslında yazmak istediğim o kadar çok şey var ki :) ama zaman yetmiyor :)
yabancı şarkı diyip geçmeyin dinleyin ;) enerjiniz artsın sabah sabah :) hepimize iyi bir hafta diliyorum :)

no signal

son 48 saati anlatan bu yazıyı yazarken de elektrikler göz açıp kapama süresi kadar kesildi hani o sırada gözünüzün kapalı çıktığı fotoğraflardaki gibi bi anda olsanız anlamayacaksınız bile. ama elektrikle çalışan aletlerimiz ki bunlar geliştikçe duyarlılığı artar hemen anladı elektriğin gidip geldiğini ve kapandı. yazı da gitti tabii ki. ufff.. neyse özür yazısı yazayım bari tüm okuyuculara. teknik bir arızadan dolayı sizlere yayın yapamıyoruz mu diyim bilmiyorum :D
kusura bakma türkiye.. :P

Live 4 it! haftanın klibi

artık gelenekselleşen pazartesi sabahı videoklip saatimizde bu hafta Hepsi - Tempo var. Tüm haftayı koşturarak geçiren bi de üstüne haftasonunu ekleyip hafta içi gün sayısını 7 ye çıkaran tüm insanlar için :)
ya da koşmak isteyen herkes için ;)
biraz da kahve.. ve haftaya başlamak için herşey hazır. şarkı bitince hafta başlasın :)

eroy ve cansu efes maçından bildiriyor. evet sendeyiz eroy..

abdi ipekçi tarihi günlerinden birini daha yaşıyor. insanlar bu maçtan galatasaray-bordo maçı sebebiyle ilgisini esirgemiş gibi görünüyor ama yine de seyirci sayısı azımsanamayacak kadar çok. yanımda şu an cansu var. onun da biraz neşelenmeye ihtiyacı olduğunu düşünüp maça davet ettim ve kırmadı :)) burda durum böyle eray. başka diyeceğin bişey yoksa ben maça giriyorum.. tamam o zaman maçtan sonra blogda görüşürüz. kib. öptümss. byess
perşembe akşamları halısaha maçı yapıyorum düzenli olarak. o yüzden euroleague maçlarını aksatıyorum efes' in :) ama çarşamba akşamı olunca hele ki her sene düzenli olarak bir yunanistan takımı - efes maçına gitmeyi vatani bir görev bildiğimden bu maçı kaçırmadım. daha doğrusu kaçırmadık :) bu maçlara gitmediyseniz buna en yakın olanı cska - efes maçı derim :)
efes' in euroleague maçlarına hiç gitmediyseniz bugüne kadar çok şey kaçırdınız. futbolu bu kadar sevmeme rağmen basket maçından alınan zevkin sürekliliğinin futbolda olmadığını kabul ediyorum. neyse basketbol - futbol karşılaştırmasını başka bir yazıya bırakıp bu yazıya dönelim.
yaz köşesinde fırtınalar estiren cansu' yu da bu maça konuk blogger olarak davet ettim. iyi ki de etmişim ;) bir ara 16 sayı geriye düşmüş olsak da son periyottaki mucize basketlerimiz bize her zaman bir geri dönüş' ün yapılabileceğini ve umudun hep olduğunu gösterdi :) çok yaşa emi efes!efes kızları çoğalmış :) şovları her zamanki gibi çok güzeldi. ama devre arasında çıkan palyaço hiç yakışmadı! çok basit kaldı orda. 3 tane labut çevirmeyi ortalama olarak her şovmen yapar. efes yönetimine sesleniyorum. tamam size çok az değer veriyorlar basketbolda. ama sizi seven bir kitleniz var bari onlar için şovun kalitesini yükseltin! :) izlerken sıkıldık.
tüm maç yerinden kalkmayan cansu da son dakikalarda dayanamayıp ayakta karşıladı basketleri. yaa dedim sana di mi maç güzel olucak diye :) (tabii bu foto ayağa kalkmadan önceydi :P)
Efes' in ve Fenerbahçe' nin Euroleague maçlarına hepinizi bekliyoruz. Ama santrayla beraber omuz omuza, bütün stat ayağa demeyin :) basket ve futbol aynı değil :) gerçekten basket maçı izleyip bundan zevk alan bir kitle var :) bu hafta ilk defa maça gelen tüm arkadaşlarım bir dahaki maç ne zaman diye sordu.
ertesi gün yine sınavım vardı. evde oturup çalışmak yerine ben yine bi yerlere gidip eğlenmeyi seçtim :) ama sınavım da güzel geçti. sanırım ilk soruyu sadece ben doğru yaptım :)) mutluyum şu sıralar. bloga bakamıyorum fazla. ama süpriz yapıcam dedim. unutmadım ;) ilk vakit bulduğumda görenlere benim aklıma gelmişti denen birkaç süprizz :) ama günde 3 saat uyuyorumm yine de yetişemiyorumm :D neyse kös kös oturmaktan iyidir ya :)

eroy @ mtv turkiye welcome party


aslında ben sadece pussycat dolls konseri diye biliyordum. gazete sayfalarını veya websitelerini tarayıp da gittiğimiz konser hakkında bi gıdım bişey öğrenmemiştim. aa pussycat dolls mu? yürü gidelim abi!.. :) ertesi gün sınav mı var? ya şimdi bundan başka bi vize bi de final var elbet bi hal çare bulunur. hadi gidelimmm. tamam o zaman cuma günü sınav bitince gidiyoruz. ehehe yarını düşünmeden yaşayalım bir günlük de olsa :P
bunca zamandır ters giden herşeyi tersine çevirecek bişeylerin aslında aklımdan geçenlerin tersini yaparak mümkün olacağını daha önceden düşünmemiş olmam salaklık. ama zaten düşünmüştüm :) uygulamamak korkaklık? hmm üşenmek istemeklik diyelim :P ( nasıl kelimeler bunlar :P )

neyse yazı güme gidecek hemen konuya gireyim :)
mtv türkiye' ye de geldi. ben uyduda daha ayarlamadım henüz. hala fransızca ve ingilizce olanına bakıyorum arada :P teoman, sertap erener, kargo, athena,.. gibi grup ve şarkıcıların çıktığını yolda afişlerden öğrendim :) içimde acaba şebnem ferah da orda olacak mı? diye bi umut yeşerdi aniden. gecenin sonunda pussycat dolls sahneden indiğinde bile acaba mı? diye soruyodum kendime :P ( e yok artık! :) evet yok artık. tamam abarttım biraz :P ) daha sonra duydum ki sezen aksu, ajda pekkan niye yok gibi bi tartışmalar varmış.
zaten herkes iki şarkı söyledi. ( mor ve ötesi 1 şarkı söyledi ayıp oldu. yazık :P ) herkesi de çağıramazsın ki :) ve bence öyle bi gecede onlar biraz fazla ağır kaçabilirdi. daha çok rock ve pop ağırlıklı bi kanal olduğundan orda bir sezen aksu' nun bizi eskilere götüren şarkısı içimizdeki dans etme ve heyecanı alıp götürebilir kaygısı var. biz şimdiki gençler bunalıma ne kadar da meyilliz.
şimdi gecenin eksi ve artılarına geçelim :)


bi kere kırmızı halı denilen olay bize çok uzak. kırmızı halıda nasıl yürünür nasıl davranılır bilmiyolar kardeşim. vip ler basmış parayı kırmızı halıda yürüyor. bi de neden sanatçılar seyircilerin tarafından yürüyor onu anlamadım. ben biletleri insanları değil şarkıcıları yakından görmek için orda duruyorum. tüü yazıklar ola size. bi de kırmızı halı yerine sağdan soldan yarım yamalak yürüyenler, hostes kızlara çarpanlar.. off yeter yazmıycam!.. mutlu mutlu yazıyorum şurda bozmayayım keyfimi :)
konsere gelelim :)
iki ayrı sahne olunca acaba hangisine yakın olalım telaşı oluyor. acaba pussycat dolls hangisinde çıkacak diye toplan sanatçı sayısını bi solda bi sağda diye paylaştırarak kendimce bi çözüm buldum ve bize daha yakın olan sahnede çıkacakları kanaatinde birleştik, sevinç yumağı olduk. ama gel gör ki gecenin sonunda iki sahnenin ortasında çıktılar :)
herkes güzel çaldı, güzel söyledi. ben nil' in kıyafetini beğenmedim :P mor ve ötesi gariban grup muamelesi görüp tek şarkı söyledi yazıktır ya ben bi beş dakka fazla dururdum aslında onlar da söylesin diye :P
sevişmek ah ne hoştuurr yıldızlarınnn altında derkenn live4it! arşivleri aklıma geldi :) ama hiçbişey moralimi bozamazdı o gece. teoman' la ölmek için güzel bi gün diye bağırırken aslında yaşamak için o kadar çok sebep olduğunu düşünen tek şabalak bendim sanırım :P ama sertap erener çookk kötüydü :) ben en güzel şarkıları ondan beklerken o beni çok üzdü. bi süre konuşmamaya karar verdik :P
şarkıların arasındaki şovlar bana gözünü seveyim mtv dedirtti :) bence organizasyon çok güzeldi. bi de şu var bence organizasyonları bu denli bozan şey bizim kafa yapımız. ne doğru dürüst sıraya geçebiliyoruz ne de kendimizden başkasının hakkında saygı gösteriyoruz. ayıp ama!.. :P
kırmızı halıdan geçerken nicole ( ya da o değil de şu an ismini hatırlayamadığım bi tanesi :) ) öpücük yolladı banaa :))) ah saçlarımı daha önce kestirseymiş dedim bi an :P ama bana bakıp yolladı işte banane banane! benim kedilerim onlar :P


sahne şovları da çok güzel. ama şu eksik noktası var. amerika daki zenci şarkıcılar ve o tür şarkılar söyleyenler hiç bi zaman tek değiller. hep başka biriyle düet halindeler. biri olmayınca şarkı eksik kalıyor. ama ona rağmen güzeldi. beğenmeyene yuh derim :P git ismail yk dinle derim :P ehehe.. tamam kızmıyorum gelin yazıyı okumaya devam edin :P
ertesi günkü enerji iletim sınavı ise sabah kalktığımda kulağımda devam eden çınlamaya rağmen çalışıp süper bi sınav yaptım :) ve herşey değişti. zaten şu an ki kız arkadaşımla da o cumartesi gecesi konuştum :)) sevilmek güzel şey :)) neyse zaten nicole ile ilişkimiz yürümezdi. benim okulum, onun turneleri filan. olmaz ki :P

Live 4 it! yeni dönem açılışı ;) PCD ile birlikte.. 3,2,1.. Piii siii diii...


Live 4 it! yeni yayın dönemini geç de olsa pussycat dolls ile açıyor!.. :) gel pussy pussyy diye çağırıyoruz hep beraberr...
yeni süprizleri bekleyin ;)

eroy pussycat dolls konserinden bildiriyor


yazısı da gelicek tabii ama önce reklamlar :P

yaşamın sebebi

hala yaşıyorsan bu, ters gidecek şeylerin henüz bitmemiş olduğunun göstergesidir.

haftaya güzel başlamak için

biraz uzun sürüyor yüklemesi ama izleyin pişman olmayacaksınız ;)
özlem tekin, levent yüksel, fatih erkoç sen gidince ve çillibom' u söylüyor. haftaya ve güne güzel başlamak için sabah sabah dinleyelim.

işte başlıyor..


yarın vizeler başlıyor. sadece vizeler değil. 2 tane projem ve salı günü de berbat geçeceği daha geçen haftadan belli (ki geçen hafta kapıdan döndüm girmedim :) ) bir staj mülakatım var. hidromobil ile ilgili yapacaklarımı daha saymadım bile :P ama karmanın eline şimdi ihtiyacım var :)
ya da bu sefer sadece kendime güveniyorum :) hiçbişey yapmasam da nedensiz bir iyilik çöktü üstüme. ehehe.. ölmeye yakın insanlardaki gibi :P ama benim hiç niyetim yok ölmeye daha :P
o kadar çok smiley kullanmaya başladım ki dilim içeri girmiyor gibi görünüyor yazı yazarken :P yakında videolu sisteme geçicem :)
bu gülüşümün altında yatan çok sebep var. ama too cool for engineer duruşumu da bozmayayım :P
bugün anadolu kavağına gittim fotoğraf kulübüyle ve çok güzel fotoğraflar çektim. en güzellerini sizinle paylaşıcam ama önce yarınki sınavı düşüneyim sonra koşmaya çıkıcam. berbat geçecek gibi geliyor sınavlar bana ama bir seferlik herşeyi oluruna bırakınca neler olur görelim :)
elbette ki herşey kahve molasından sonra başlayacak. hepinize mutlu günler ;)

biz

biz dünya tarihinin en büyük savaşçılarıyız. biz geçmiş nesillerden daha bilgiliyiz, daha yetenekliyiz, gözlerimizin içi hep derin bakar, özü görürüz, beynimiz sürekli problemleri çözmek için hazırdır, bu yüzden eğitim alırız, zeki beyinlerimiz daha da hızlı düşünebilsin, hiç bir problem önümüzde duramasın. kahveyle ve hızlı yemeklerle besleniriz ki daha az uyuyalım yerken daha az vakit geçirelim. küvetlerimiz yoktur bizim. tepemizden dökülen sular heryerimize hızlıca çarpıp sinirlerimizi uyarmalı ve kendimize getirmeli, yatarsak gevşeriz, o yüzden herşeyimizi hızlıca yaparız ve çıkarız. işimizi iyi yaparız. asla hata olmamalı. hürriyetimiz mükemmeliyetimizden geçer ne kadar iyiysek o kadar yükseliriz ve güçleniriz. amacımız yenilmez olmaktır bizim. tanrılara karşı geliriz çünkü biz titanlarız.
biz dünya tarihinin en büyük savaşçılarıyız çünkü bizim savaş alanımız heryerdir. ve biz eskilerin yaptığı gibi savaş meydanlarına toplanmayız, birkaç saat savaşıp sonra dağılmayız. biz her an savaşırız, asla durmayız. uyandığımız andan itibaren zırhımızı ve kılıcımızı alıp savaşa gideriz. ama biz bu savaşta hiç ölmeyiz. lanet olsun ki hiç ölmeyiz. ruhsal bir savaş bir savaş bu! ortaya dökülen kan yok! onun yerine fikirler, hatıralar, kabuslar,... ölmediğimiz için de hergün devam ederiz bu savaşa.
biz o kadar çok acı çekeriz ki bizde başka kimse anlayamaz bizi. herşeyimiz kişiseldir bu yüzden. hepimizin kendi odası vardı önce, sonra kendi televizyonumuz, müziksetimiz, odamızda kendi telefonumuz, walkmanimiz, aileden ayrı kendi fotoğraf makinemiz, telefonlar küçüldü ve artık sevgilimizi yanımızda taşıyabilir olduk artık heryerde seni seviyorum diyebiliyoruz veya senden nefret ediyorum diyebiliyoruz. müziğimizi bile yanımızda taşıyoruz, kendi müziklerimiz var. yolda kimseyle konuşmamak için kendi dünyamızın müziklerini dinliyoruz. sadece kendimizin izin verdiği insanlar olmalı etrafımızda. yeni birinin buraya girebilmesi.. çok mu kolay? çok mu zor? kahretsin en az birşey hakkında kesin bi yargıya varamayacağımı biliyordum daha yazıya başlarken. ama elbette ki çok kolay. ehehe biz çok hızlı yaşıyoruz. gelip geçen insanların yüzlerini bile hatırlayamıyoruz. herşeyimiz kişisel. biz bu dünyada kendi dünyamızı kurabiliyoruz. işte orda tanrı biziz. evet! sonunda tüm gücü elimize geçirebildik. ama bu dünyada kaç kişiye yer var? çağırdığımız herkes bizim cennetimize gelmek isteyecek mi? başkaları için mükemmel dünyalar kurup onu orda bizimle yaşamaya davet ediyoruz. her bir başarısızlıkta yeniden başka biri için yapıyoruz bunu. bazen tüm dünyayı baştan tasarlıyoruz bazen de ufak şeyleri değiştiriyoruz.
biz o kadar güçlüyüz ki en büyük problemleri çözmek çok kolay gelir. maddenin hakim olduğu hiç bir konu çözümsüz kalmaz bizde. ama hepimiz içimizde ağlarız kendi dünyamız da hep gece olur ve biz orda oturup ağlarız, üstümüze hep yağmur yağar. ve bizi hayatta tutan tek şey amaçtır. amacımız yoksa biz varolamayız.
bizim savaşımızda en büyük silahlarımız cep telefonlarımızdır. onun ekranında yaşarız aşkımızı veya onun ekranında kusarız nefretimizi. cephanemiz kontörlerimizdir. telefon çaldığı anda kalbimiz daha da hızlanır bazen arayanın kim olduğu daima önemlidir seviyorsak birini.
bizim aslında ne olduğumuzu biliyoruz biz ama asla vazgeçmiyoruz. neden vazgeçelim ki? sıkı çalışırız, sıkı eğleniriz. biz çok güçlüyüz. gücümüzden neden vazgeçelim? içimizdeki savaştan kime ne?

sözlerimi geri alamam.. hele ki şebnemse hiç alamam :)



pazartesi sabahı güne bu şarkıyla başlamak tüm bir günü kafa önde düşünerek geçirmeme sebep oluyor. nedense her dinlediğimde sürekli eskiye götürüyor. hiç mutlu anıların olmadığı eskiye.
ama belki de yeniden karşıma çıkacaksın diyor ya :) hepimizin tekrar karşılaşmak istediği insanlar vardır mutlaka. kahve falında "biri var" denmesi gibi :)
ama burda ne yazdıysam hepsini severek yazıyorum :) geri döndüremeyeceğimiz zamanı savurganlıkla harcamaktan çekinmiyoruz. seviyoruz, seviliyoruz, nefret ediyoruz ya da ediliyoruz. ama şu var ki şebnem ferah' a aşığım :)) ehehe.. olmayacak şeyleri ne de çok seviyorum :P
neyse. şu var ki ne kadar kötü gün yaşamış olursak olalım hep daha güzel günler için bir umut taşıdığımız için yaşamayı seçeriz çoğumuz. aslında en büyük silahımız ve en büyük zaafımız. herşeyi umut etmek, hayal kurmak, sürekli birşeylerin peşinde koşmak.
acı çekmenin o dayanılmaz tadını hepimiz çook seviyoruz. aşk acısı dediğimiz şey o kadar tatlı geliyor ki vazgeçemiyoruz. vazgeçtiğimiz an bilin ki yeni bir acı bulduğumuz için bırakmışızdır. tüm hayatımız boyunca aradığımız insanı bulmak için bir sürü insanın hayatına girip çıkıyoruz. 1500 odalı bir otelde aradığımız tek bir oda ama bu ilk oda da olabilir en üst kattaki de. bazen aramaktan vazgeçip bir odaya girer ve orda dinlenmek isteriz. belki de hiç çıkmayız ordan. hep aradığımız odanın hayaliyle başka bir odada kalırız. ben öyle değilim diye içten konuşabiliyorsanız. o zaman doğru odanızı bulmuşsunuzdur ya da kendinizi yalanınıza iyice inandırmışsınızdır :)
ama şu var ki ne kadar üzülsek de ağlasak da bir şekilde herşeyden uzaklaşsak da aslında herşeyin bittiği an. umudumuzun tükendiği andır. o zaman bir anlamı kalmıyor hayatın. hayatın amacı umut etmek değil ama yaşamamızda en büyük yardımcı. herkes umut eder bunda utanılacak birşey yok di mi ;)
hep o umutla yaşamak dileğiyle.. mutlu bir hafta diliyorum hepimize ;)

bana bir neden ver, hayatım senin olsun

geceleri eve dönüyorsam bu her zaman bana biraz üzüntü verir. neden bilmiyorum metroya veya otobüse bindikten sonra yapmak istediğim ilk iş kafamı cama yaslayıp yolu izlemek. etrafımdan gelip geçen hiç kimseyle tek kelime bile etmeden sadece yolu izlemek. geceleri caddelerde dolaşan insanlara bakmak neden insanı üzer? halbuki ben geceleri o sarı tonlu ışığa boyanmış sokaklarda, etrafı bir sürü renge boyayan cafeler ve barların sokaklarında yürümeye bayılırım. her yerde insanlar olur ve hepsi ayrı bir dünyada devam ederler yürümeye. ama ne zaman ki ben oturup da onlar yürümeye başladığında o zaman düşünmek istiyorum insanların iç dünyasını. görmek ve nasıl bir hayat yaşadıklarını öğrenmek istiyorum. yürürken resmin içindeyim. ama resmin dışına çıkıp da baktığımda herşey sadece düşünceye dönüşüyor.
bunun sebebi sanırım hayatımın hiçbir döneminde herşeyi bir süre de olsa tam yapamamış olmamdan ve her zaman duyduğum pişmanlıktan kaynaklanıyor. tüm gün eğlenceli bile geçse sonunda mutlaka tek kaldığım zamanlarda sebepsiz bir sıkıntıyla başbaşa kalırım geçmişte ne yapmış olabilirim ki bana bu kadar acı versin? hangi hata tüm hayatımı etkilemiş olabilir? hatırlamadığıma göre büyük bir hata değil sadece hayatımdan gelip geçmiş ve bugün görmek isteyip de göremediğim insanların hatıraları olmalı. ya da bi türlü tadını alamadığım hayat mı? hayattan şikayet ettiğim zamanlar kızıyorum kendime. ama yaptığım herşeyi acaba kendim istediğim için mi yoksa başkalarını mutlu etmek için mi yaptım?
hepimizin ortak sorunlarından biri bu aslında. yaşamın amacı sorusunu zaten bi türlü tam olarak içimize sinerek cevaplayamıyoruz orası zaten kesin ama bu yaşamı adadığımız insanlar mı olmalı yoksa bu süreyi kendimize mi ayırmalıyız? binlerce yıllık insan tarihinde benim 50-60 yıllık hayatımı düşünmek, kendimi önemsiz hissettiriyor. ama tarihin akışını tek başına değiştiren insanlar da var. ben geç kaldım herşeye başlamak için. farkında olmak için, dün sabahki ders için, seni seviyorum demek için, hatta blog yazmak için bile,.. yapıcam diyip de yarım bıraktığım işlerden başka bir hayat daha çıkardı. herşeye yetişilmez tabii ki. ama yaşamı düşününce herşeyi yapmak istiyorum. bugün hepimiz bir parça mutlu olacağımız anı bekliyoruz. gerçek mutluluğu arıyoruz. kimileri bunu kitaplarda, sayıların ve hesapların arasında, kimi bir topun peşinde, kimi bir mikrofonun arkasında, kimi başka bir insanda, kimi başka birçok insanda arıyor. ama umutsuzca arıyoruz. ne kadar güçlüyüz desek de içimizde hepimiz ümitsizliği taşıyoruz. tabii ben tamamen yanılıyor da olabilirim ya da kısmen yanılıyorumdur. ama düşünce üretmek ve bunları başkalarına anlatmak, sizin gibi başka insanları aramak bile mutlu olmaya çalışmanın ümitsizce çırpınışı. güzel şeyler ortaya çıkarmanın en iyi yolu kötü anılara sahip olmaktır. ama tüm bunların yanında aslında insanı farklı kılan en güzel şey hayalgücüdür. her zaman bir hayalimiz vardı değil mi bugüne kadar? yarın da olacak o hayaller. hatta şu an bile var. umudumuz zaten hep içimizde. umutsuzluğa kapıldığımız zamanlar. kendimizden kurtulmak isteriz. ölmek istemek ne kadar umutsuzca bir davranıştır. o anı yaşayana haklı gelir. belki de gerçekten haklıdır. ama sadece et ve kandan oluşmuyoruz ki. ne yazık ki istesek de kaçamayacağımız kendimiz ölsek bile peşimizden gelecektir. o yüzden kendimizle yaşamayı öğrenmek gerek sanırım. depremle yaşamayı öğrenmek gibi :)
bugünü yaşıyorsak hep bir dün olacak ama yarın olmayabilir. umut ise hep var. yaşamak güzel şey aslında :) ehehe.. intihara meyilli insanları geri döndürmeye çalışan psikologlar gibi hissettim bir an. herşeyi bir an unutup bir kahve molası verelim ;) yağmurun, karın tadını çıkaralım :) zaten hayatını akışına bırakalım. su zaten hep yatağını bulur ;) bazen durdurulamaz şekilde akar bazen de neredeyse kurur.. yağmurları bekleyelim ve şemsiyelerinizi hiç açmayın. bırakın da ıslanalım biraz :)

ve işte yeni eroy!..


berbere gittiğimde adama söz geçiremedim abi kes hepsini diye :) adam gıdım gıdım kesiyodu. en sonunda "abi öyle bi kısa kes ki kestirdiğime pişman olayım" dedim :) adam da o zaman makineyi çıkardı ve hepsini kesti işte. 3 numaraya vurdu. hayatımda ilk kez böyle birşey yaptım. daha önce en son doğduğumda bu kadar kısaydı saçım herhalde :P
herşeye yeniden başladım dedim ya öyle olması için radikal bir değişiklik yapmak istedim :) prison break' ı 3 günde izlediğim için çok etkilendim ve ben de böyle yapıcam dedim. bencil kahraman anakin' den fedakar kahraman scofield' a benzemek istedim :) pek benzemedim ama genelde herkes beğendi. ben saçlarımı çok dökülüyo sanırdım ama aslında çok da kaybetmemişim bişeyler :P genelde herkes beğendi. acaba objektif mi davranıyolar yoksa beni teselli mi ediyolar :) neyse artık dönülmez bir noktadayım. hiç yapamam diyip de yaptığım şeyler listesine bunu da ekleyelim artık. sıradaki ne olacak :)

günaydıınn sevgilim, ne güzel bir gün değil miii?...

günaydıınn sevgiliiimmm... hayır sevgili blog bu bir başkası için değil. senin içindi ;) artık sen de tıpkı konuşma dilleri gibi yaşayan bir organizmasın ben bunu anladım. sana da anlatmaya çalışıyorum bi kulak ver bana :) haftanın ilk günü. need a little time to wake up :)
bu haftayla beraber, bi türlü bitmek bilmeyecek çook uzun bir dönem başlıyor. kendini hazırla buna ;P sabah kalkar kalkmaz kahveme sarıldım. ama yatamadan önce de içmiştim. bi etkisi olmuyo ki artık ben o zaman anlayamıyorum ki kahvenin uyandırıcı etkisi nerde? neyse benim deneyim var birazdan hem de o biter bitmez bi tane daha var. daha sayfa açmadım :) eskisi gibi ehehe.. :P ama yine yaparım ya bişeyler sorun değil. biliyosun potansiyel var bende. savurgan dahi tanımına uyuyorum di mi :P kendi hayatını mahveden, insanlığa bi gıdım yararı olmayan zeki insanlar.. çok gıcık oluyorum onlara :) hediye olan bir şeyi insanlığın iyiliği için kullanmalıyız. doğum gününde hediyen bir blender ise bunu mutfakta kullanmalısın. kendi odana götürüp orda legolarla birlikte onunla oynaman ne kadar doğru? :) aklını başına al diye dedim.
neyse şimdi haftaya başlayalım. zor olan herşeyin üstesinden gelelim ;) zaten kolay olan şeyleri sevmiyorum biliyosun :P beni tekrar hayata döndür blog. insanların benim için yaptıklarının karşılığında onlara biraz iyiliğim dokunsun. sürekli birini düşünerek yaşamaktansa tüm insanları düşünerek yaşayalım. sürekli iyi düşünürsen iyilikler de seni bulurmuş. o öyle dedi. neyse şimdi tam olarak uyandım. umarım yukarda abuk subuk bişeyler yazmadım :P gerçi yazsam ne olacak ki :) ne kadar daha rezil olabilirim blog camiasına :P
tamam hafta başlıyor. ama 29 ekim' i boş geçmedim. fotoğraflar arkadaşımda kaldı onları alayım eve gelince yazıcam ;)
vee tamam artıkm açıklıyorum saçsız ne kadar iğrenç olduğumu bu gece göstericem :) ama lütfen çocukları ekrandan uzak tutun be siz de bakarken lütfen uv filtreli gözlükler kullanın ;P
akşama görüşürüz di mi tekrar blog? hadi ben kaçtım. bugünkü engelleri alt etmeye başlayalım :) ilki yatağımı toplamak (kolaydan başlayalım di mi :P)

hepsi ben' im aslında

hiç tanımadığınız bir insan olduğunu düşünün.. gecenin bir yarısında anlattıkları aslında sizin hayat hikayenize o kadar benziyor ki kahramanlar farklı sadece. ağladınızı düşünün uzun bir aradan sonra ama sebebi bu sefer çok farklı kalbiniz acıyor ama bu aşk değil sevgi. onsuz yaşayamayacağınızı düşündüğünüz insanlara karşı hissettiğiniz sevgi. aile sevgisi. ve geçmişte aynı kaderi paylaşmanın verdiği üzüntü ve garip ama bir mutluluk. ve geleceği paylaşma isteği. hayatınıza daha önce hiç düşünmediğiniz kadar büyük bir etkisi oldu bir anda. nehirleri tersine akıtmadı belki de ama esen soğuk rüzgarları durdurdu veya sisleri dağıttı ve artık ileriye bakabiliyorsunuz gözlerinizi kısmadan. önünüzdeki yolunuzu görebiliyorsunuz hayatta. nereye gitmeye karar vermeniz gerek artık. daha önce de böyleydi ama bir yokluğun ortasında ellerinizle yoklayarak ilerlemeye çalıştığınız bu yollar artık göz alabildiğine önünüzde ve siz bu yola neden çıktığınızı tekrar hatırlıyorsunuz. gerçekten sevmenin ve gerçekten aşık olmanın nasıl birşey olduğunu size anlatıyor ve siz dinliyorsunuz ama birşeyi biliyorsunuz. ancak bu kadar yakın olabilirsiniz ona asla şu andakinden yakın değil. belki de yanlış düşünüyorsunuz. asla, asla dememeniz gerektiğini de bilmelisiniz belki de. ona bakmaktan korkmalı mı yoksa gözlerinin içine bakıp konuşabilcek kadar cesaretli mi olmalı? yine sorularla karşılaşıyorsunuz.
ama şunu biliyorsunuz ki eskiden sevdiğinizi sandığınız ve asla başkasıyla olmaz dediğiniz birini bırakmışsınız az önce. şimdi onun karşısındasınız ve ben size tekrar hatırlatmasaydım onu asla hatırlamayacaktınız.
herşeyin zamanla olduğuna inanmalı ve zamanın yavaş yavaş ilerlediğini bilmelisiniz. ama zamanın akması göreceli bir kavramdır ve yavaş dediğimiz bu zaman aslında bir çırpıda akıp geçer. ama siz bu bir çırpıyı bir an önce yaşamak için yine herşeyinizden feda etmeye hazırsınız ama bu sefer farklı olan en önemli şey karşınızdaki bunların farkında. birazdan güneş doğacak ve gün başlayacak zamanın akışını değiştiremezsiniz ve ölümden kaçamazsınız. ama geride mutlu insanlar bırakabilirsiniz. gurur duyulacak biri olabilirsiniz. sonra da bir gece birbirini tanımayan iki kişi için belki de bir bağ olursunuz. ve siz belki de bu yeni günle birlikte herşeye yeniden uyanmanın keyfiyle ve enerjisiyle bugünde siz bekleyen herşeyi yeneceksiniz. yolunuz tekrar sisli ve karanlık olmadan önce kendinize bir meşale bulmanız gerektiğini biliyorsunuz ya da bir başkasını da almalısınız yanınıza. ama sizinle birlikte bir meleğin yolculuk etmesi için onun saflığının yanında sizin de temiz olmanız gerek. çünkü onu kandıramazsınız. tanrı buna izin vermez. ve o da size inandığında artık uzun bir yolculuğun vakti gelmiştir. ya da tüm gördükleriniz kocaman tatlı bir rüya olur size geride yazdığınız bu hikayeler kalır elf masalları gibi. kahramanlar ve melekler, kadim ormanlar ve sisli yollar.
ve siz şu an ne yapacağınız konusunda kararsız kalabilirsiniz. ilk yapacağınız anne babanızın yanına gidip uyumalarına bakıp rahatlamış bir şekilde yatmak olabilir. herşey olabilir mi gerçekten? ne istediğinizi biliyor musunuz? herşeyi söyleyebiliyor musunuz? ya da o da belki de hissediyor mu? ne yaptığınızın gerçekten farkında mısınız?
ama zaten şu var burda yazan tüm siz' ler aslında ben' im. anlattıklarımın ve sorduklarımın hepsi benim hakkımda şimdi yatın ve aklınızdan neyi geçirmek istiyorsanız onu düşünün. hepinize kocaman tatlı rüyalar diliyorum. ben biraz daha oturucam sanırım.

Live 4 it! hayatın anlamını aramaya kaldığımız yerden devam ediyoruz..

dün mezarlıkları ziyaret ettik. bir bayram geleneğidir. tıpkı ömrüm yeterse benim de annemle babama gideceğim gibi şu an babam da anne ve babasını her bayram ziyaret eder. babamın babası yani büyükbaba diyeyim ki bana çok uzak bi kavram gibi geliyor çünkü hiç beni görememiş. aslında çocukları da onu görememiş fazla. babam 4 yaşındayken kaybetmiş babasını. daha 31 yaşındaymış büyükbabam öldüğünde. büyükannem de ben 1 yaşıma girdikten bikaç gün sonra ölmüş. bunları düşününce anne ve babamın bigün uyandığımda yanımda olmaması fikri içimi boğuyor. ama zamanla herşeye alışıyor insan. ne kadar üzülsek de zaman herşeyi bazen yavaş da olsa unutturuyor. herşeyi geride bırakabilmek çok zor da olsa imkansız değil.
bir uğurböceği buldum orda. yeniden herşey için isteğimin uzaktan bir fotoğrafı gibi mezarlıkta bir uğurböceğiyle karşılaşmak. ne kadar yaşarım bunu zaman gösterir ama hayatta geçirdiğimiz hergün güzel bir hediye. bu hediyeyi de herkesle paylaşmayı seviyorum. o yüzden herşeyi yazmak istiyorum. ilerde tekrar okurum diye belki. belki çocuklarım okur :P
aslında son zamanlarda yaşadıklarımın hiçbirini yaşamamış olmayı çok isterdim ama sanırım insan için önüne geçilemeyecek tek sorun ölüm. şimdi ise aslında bazen bunu da yapmadım demeyeyim hadi dediğim için böyle oldu diyorum. neyse artık bahsetmek istemediklerimden daha bahsetmenin bir anlamı yok :)
hmm şimdi çoğunuz der ki artık ondan nefret ettiğin için öyle konuşuyorsun. öyle olmadığını Live 4 it! 'i düzenli okuyan herkes anlamıştır ;) ee ne yapacaksın şimdi eroy? ne için yazacaksın? diye sorar di mi insan? ehehe bakalım ne için yazıcam :) içinde bir başka sen olan yazılar mı?
zamirlerin en güzel özelliği ifade ettikleri insan değişse de onlar hep aynı kalır. hiç değişmezler.
hep seni seviyorum deriz. ama o "sen" bazen o kadar çok değişir ki o zamir asla isimleşemez. ya da bazen hiç değişmez ve artık o "sen" sensindir başka bir sen' e yer olmaz hayatta.
yere yatıp biraz dinleniyorum ama kocaman bir gökyüzüne bakarak. o kadar çok yıldız var ki kayan bir yıldız görmek ve arkasından dilek dilemek çok da zor değil. melekler de gökyüzünde dolaşır hem. bazen bir tanesi karşınıza çıkar ve yardım eder. ve onu gerçek kılıp yanınızda olmasını istersiniz. ama tanrı meleklerinden bir tanesinin insanların yanına inmesine izin verir mi? ya da o melek insan olmayı kabul eder mi? insan olunca biliyor ki üzülebilir kırılabilir. o zaman benim oraya çıkmam gerek. ama ne kadar iyi olursam olayım benim kanatlarım yok. ölmem mi gerek? ya da onun inmesi için beklemem mi? sanırım yardım etmesinden fazlasını beklemek de insanlara özgü bencilliğin ta kendisi olur. ama city of angels filmini biliyorsanız belki anlarsınız.

atlayamazki! atlayamazki!..

yaşamak güzel şey. yaşama sevinci pek bi var içimde şu sıralar (gerçi bu fotoyu çekerken bi düşeydim ben ordan görürdünüz yaşama sevincini :P ) bu foto nostaljik geliyo bana çünkü burdaki sırma saçlarım artık yok! evet saçımı kestirdim! anakin skywalker gibi olması için uzattığım saçlarımı kestirdim. inanılmaz ötesi bi değişiklik. yeni halimi merak ededurun :P (gerçi kim merak edecekse ehehe) allah' ım sana geliyorum diye bağırınca gülmekten düşüyodum tabii ne komik olurdu ya :) (bu arada durduğum yer gerçekten çok yüksek düşeydim cidden bu blog sahipsiz kalırdı lan bi sigorta bi emekli aylığı mı bağlatsam buraya bana bişey olursa ortada kalmasın gariban :P) ben bir melek gördüm sanırım bu gece umarım şu an yazdıklarım rüya değildir. ve o da bi melek değildir insandır ;) hayır melekse ben gidiyorum oraya o zaman :P (yok canım allah göstermesin ya :) çok uçlarda ve sivri espriler yapıyorum yazarken çok gülüyorum ben ya yazmaktan çok keyif alıyorum kendim için yazınca. sana seviyorum eroy ;P) beni sevin ya :P ahahaha bu kadar da megaloman bi istek.. te allaam yaa uçtum yine gece gece. yazıya devam edip etmemek konusunda derin şüphe ve endişeler taşıyorum rüyalarıma giriyor devam etsem mi etmesem mi ne yapsam diye şaşırıyorum bazen. (bu şekilde devam edersem yazı bişeye benzemeyecek zirvedeyken bırak sen ;) )
tamam hadi bitirdim burda. yazıda emeği geçen herkese teşekkürler :P
(fotonun çekildiği yer: büyükada varya hani tepede bi kilise var. hah! işte onun orası. kayalar var orda. gitmesek de çıkmasak da o kaya bizim kayamız olan (lan köy olacaktı o galiba :P) ordaki kayalardan birisi en sağda olanı acayip yüksek olan yarıklar bile en az 5' er metre derin. hele o iki ayağımın arasındaki yarık iki ayrı kayaya basarken bi ayrılsa bu kayalar diye öyle komplo teorileri kurdum ki anlatsam bazılarınız aklını kaçırabilir :P o yüzden sessiz kalma hakkımı bir sonraki turdan önce şimdi kullanıyorum. ve o görüdüğüm gerçekten bir melek ya. insan nasıl olabilir ki? umarım rüya görmedim ;))

neler oluyor hayatta? bir de şu Live 4 it! gerçek olsa, olsaağğ

ey sevgili blog ve sevgili Live 4 it! kitlesi,
bugün neler yaptım ben? sorusunu soruyorum kendime şu an. dünyada bilimin gelişmesine ve insalığın ilerlemesine bi gıdım katkım olmadı yine bugün. dünyayı ele geçirme hayallerime bir adım daha yaklaşamadım bugün (hatta biraz geri doğru gittim sanki ya da bi saniye ya bi daha düşününce aslında ilerledim ben bugün evet bir adım daha yaklaştım! :P)
bugün staj defterinin tesliminin son günüydü ya hani gece sabah kadar oturacaktım. saat 4' e kadar hatta 4:30 de sen ona oturdum ve bişeyler yazdım. lakin sonra bir anda yatasım geldi. uykum olmadığı halde yatasım geldi! lan nasıl olur rahatsız mısın olm sen? diyenler çıkabilir. hatta benden yaşça büyükler de evladım neyin var senin? akıl sağlığın mı bozuk der :P ( bu son cümleyi söylecek kimse olacağını sanmıyorum zira saçma oldu sanki, cümle de düşük gibi, şurda iki yazı yazıyorum onda da iki cümle devirmeden bitiremiyorum :P) neyse, yatasım gelmiştide kalmıştık. sahur için kalkan annemin babam ve kardeşim için yaptığı tostlardan da bi güzel yedim yatarayak. gerçi oruç tutamıyorum ben okul olduğu günler çünkü olmadık yerlerde uyuya kalıyorum kahve olmadan kafamdaki dişliler çalışmıyo sanki :P buna da neyse diyip devam edelim :P
okulda yazmaya karar verdim staj defterini. çünkü biliyorum ki herşeyi son anda halletme konusunda hatırı sayılır bir şansa ve yeteneğe sahibim ;P ama bu kararım yüzünden bugün neredeyse kollarımla olan bağlarımı kaybediyordum :P ya bu kadar mı ağır olur iki şey ya? bi dosya bir de katalog! kollarım koptu resmen hala bile biraz titriyo ve acıyo sanki. bi de bu yarı kramplı yarı felçli gibi haliyle bowling de oynadım 10 atışın 3 ünde top labutlara bile değmedi. ama parasını verdik ya mecbur oynayacaz mantığıyla yaşayan insanlar olarak biz başladık mı bitirmeyi kendimize görevimiz tehlike ediniriz. oyunun sonunda kollarımla buraya kadarmış dedim :P (bowlingle olan hikayenin bu kısmının dün müydü ondan önceki gün müydü neydi o zaman geçen bi bölümü var onu da anlatacam sonra :P ) bowling oynamadan önce 200 promil alkolle nasıl araba kullandığımı gördüm :)
okulda alkollü araçlarla iligi bir seminer vardı orda alkol seviyesine göre gözlükler var onu takınca dünyaya bir sarhoşun gözünden bakıyoruz :) çizgi üstünde yürüdüm, topa ayakla vurmaya çalıştım basket atmaya çalıştım ve araba simülasyonu var tabii ki. ehehehe işin komik tarafı gözlükleri takmadan önce yani ayık kafayla bile 8 takla attım :P 200 promil alkolle daha çok yol gittim :) nasıl oldu anlamadım :P
staj defterini bugün de vermedim sağolsun sekreter müthiş insandı yardımcı oldu onu da hallettim ve karma kazandı. artık tatil bitene kadar vaktim var ve okulda 100 kişilik sıraya girmektense aşağı yürüyüp paso parasını bi gıdım sıra beklemeden yatırdım (ciddi keskin bi zeka var bende ;P) kimsenin aklına gelmemiş mi nedir ya :) ve karma yine kazandı dedim. fotoğraf kulübündeyim bi de ben onun da toplantısına girip geldim. bu arada deney yaptık çarpılmadan, sağsalim bitirdim. bi de dersin yoklamasına imza atıp çıktım diğer derslere girmedim zaten geç girmiştim. şimdi de çok iyi hissediyorum kendimi uzun zaman sonra üstüste bu kadar uzun süre kafam rahat olmamıştı. ve şimdi eroy için kocaman bir alkış! karma da yanımdayken bir de yalnızlığa son versem :) işte o zaman nirvanaya da ermiş olucam. ama çok şey istiyorum gibi hissediyorum :) ama bu sefer bazı hislerimi dinlemeyeyim :) kocaman bi alkış istemiştim di mi ;P
(bugün ile ilgi fotoğrafları koyucam yarın, sonra da bu parantez içindekiler ve parantez kendi kendini yok edecek)

ehehe yine eskisi gibi olacak sandınız di mi :P

gitmedim yine. burdayım hala. öncekiler gibi sahte bir son ve bir başlangıç değil bu sefer. ama yarına yetiştirmem gereken bir staj defterim var. bugünü pas geçelim (ohanness zaten saat geceyarısını geçmiş ben neden yazıyorum ki şu an di mi :) )
hmm çok işim var ben yine onlara döneyim hemen. bu bayram tatili ilaç gibi gelecek bana. ama tatil de olsa gece koşmaya devam :) birşeylerden kaçıyorsanız önce hızlı koşabilmek gerek. gerçi düşüncelerden koşarak nasıl kaçılır?
ben buna ilk örneği verip nobel alacam :P (nobel ödülü alan ilk türk ben olmak istiyodum ama neyse artık başka birşeyi ilk kez yapmam gerekecek düşünelim bu konuda Live 4 it! camiası olarak ;P )
lan yeter bi bırak da staj defterini bitir bi de yarına deney var. hala kahvemi koymadıysam artık çok geç. ( ama koydum ehehe.. artık yine kendimden bi adım öndeyim. yenecem seni erooyy bittin senn :P (iç savaş mıdır nedir bu :P (parantez içinde parantez yaptım ama hangisi hangisini kapatıyodu şimdi karıştı)))
bu yazıyı şu an okuyamayan herkese iyi geceler. tatlı rüyalar ;)

everything that has a beginning has an end.


herşeye yeniden başlıyoruz. bu son sadece kötü giden herşey içindi. kaybedilen herşey için bir sondu ve kazanılacak çok şey için bir başlangıç. tıpkı bir yüzyılın sonu ve öteki yüzyılın başı der gibi son ve başlangıç aynı cümlede çokça kesişiyor. hadi canım sende bu kaçıncı diyeceksiniz biliyorum ama ben de bu sonuncu diyorum ;)
bugünlük sadece başlangıç. ilk bölümün fragmanı gibi farzedin bunu :) kaybettiğim herşey için geri geliyorum ;) yeap! çok heyecan verici di mi :) (bana öyle :P)

cast no shadow - eroy koşar adı kalır blog onu hatırlasın


her gece çıkıp dışarda koşuyorum. sonunda böyle bi futbolcu olamam ama en azından kendimi iyi hissetmemi sağlıyor.

kasabian - club foot


One...take control of me?
You're messing with the enemy
Said its 2, it's another trick
Messin with my mind, I wake up
Chase down an empty street
Blindly snap the broken beats
Said it's gone with the dirty trick
It's taken all these days to find ya

I tell you I want you
I tell you I need you

Friends, take control of me
Stalking cross' the gallery
All these pills got to operate
The colour quits and all invade us
There it goes again
Take me to the edge again
All I got is a dirty trick
I'm chasin down all walls to save ya

I tell you I want you
I tell you I need you
I...the blood on my face
I just wanted you near me

I tell you I want you
I tell you I need you
I...the blood on my hands
I just wanted you near me

özür dilerim alışkanlık oldu bu sanırım ama bu sondan 2. defa olucak söz :)

geç kaldım yine. biliyorum. özür dilerim. kafamı topliyim bi hemen dönücem.

nereden başlamalı?

herşeye yeniden başlamak istiyorum demek hayatının gidişatından sıkılan herkesin nefes almaktan sonra yaptığı 2. ortak iş. nereden başlamalı peki?
yeniden başlamayı istemenin en güzel yönü bunu yaptığını hayal etmenin mükemmel bir duygu olması. ama tıpkı uyuşturucularda olduğu gibi bu tatlı duygu bir süre sonra sizi esir alır. artık o duyguyu hissetmekten zevk almazsın. bu artık yapmak zorunda olduğunuz bir görevi yaptıktan sonra hissettiğiniz tatminkarlıktır. bana biraz zaman verin demek ise giderek dozu arttırmaktır.
bana biraz zaman verin? işte çölün ortasında vaha istemek gibi. sadece serap görürüz. ama bazen mucizevi birşey olur ve koca bir vaha çıkar karşımıza. bu bizim savaşımızın, zaferimizin ganimetidir. kendi ellerimizle kazandığımız bu zaferin tadını çıkarmak hakkımız. ama bazen de çölde kaybolmuş birini, o çölde gezen bir başkası bulur. işte hayatımızın seyrini değiştiren insanlarla zor durumlarda böyle karşılarız. onlar bizim için gönderilen bir mucizedir sanki. bir insanın doğaüstü bir varlık gibi karşımıza çıkması onu boşuna övmek gibi mi? olabilir. çoğu insan kendi potasniyelinin farkında olmadığı için veya farkına varmak istemediği için diğer insanları kendinden yukarda ilahi bir ışığın içindeymiş gibi görünür. herneyse zaten hepimizin inanmak istediği bir tanrısı var. bu insanın doğası. kendinden üstün bir varlığa inanmak. utanmayın :) ben de insanım ve ben de tanrı olduğuna inanıyorum.
nerde kalmıştık? hmm bu soruyu şimdi kendime sorduğumda nerden başlamakla ilgili bişeylerden bahsediyordum yanıtını verdim. sanki beynimin içinde 4-5 kişi konuşuyor ve biri diğerine konuşmasında kaldığı yeri hatırlatıyor. düşüncelerin zihinde nasıl canlandığının farkında olmaya ve bir süre sonra sanki ona bir başka bir kimlik verirmiş gibi iletişim kurmaya çalışmayalım şimdi. kötü bişey bu. evde denemeyin :P
yeniden başlangıç çok sancılıdır bunu kabul ediyorum başlayamayanları veya tekrar tekrar başlayanları anlayabiliyorum. bundan da utanmayın :) ben de yapıyorum aynısı belki de hergün ;) her yeni güne yeni bir heyecan ve ivmeyle başlıyorum ama sonunda nedense gol attıktan sonra o coşkuyla çimlerde hızla kayan futbolcular gibi çok geçmeden kendimi o sevincin ve coşkunun bedeli olan sevinmek isteyen diğerlerini taşımaya çalışırken buluyorum. eziliyorum altta hep. ama manşetlere çıkmam istiyorsan gol atmalısın ;)
herşeyin farkında olmak hergün yaptığın hataları gördüğünde yanında beliren ve seni sürekli azarlayan ve asla kaçamadığın bir insan gibi. seni sürekli azarlar ve emirler yağdırır. ama sen de onun aslında seni hiç anlamadığını düşünürsün ama o herşeyin farkında olmak değil mi? nasıl olur da hata yapabilir? birkez hata yapan 2. yi de mutlaka yapar, 2. hatadan sonra 3. sü kaçınılmazdır ve hatalar hep birbirini kovalayan küçük köpek yavruları gibi hiç durmadan koşarlar. ilk kez hata yaptıktan sonra ya köpekleri yok etmelisin ya da koşuşturmalarını izlemelisin. ve küçük köpeklerin yanında hep büyük köpekler de olur. inanın ki olurlar. tek bir ıslıkla hepsi başınıza üşüşür. (köpekleri sevmem ama nefret de etmem sadece örnek olsun diye söylüyorum ;) )
problemi anlamak problemi çözmenin yüzde çok büyük bi sayı olabilir ama şu da var ki aynı oran problemi asla çözememeye giden yola girmekle aynı değerde. çünkü gevşemek için en ufak bir anı bile iple çeken çok fazla kas var insan vücudunda. bir kez mola vermek, küçük köpek yavrularını davet etmek gibi. neyse anladım bunu, gerisini sonra çözerim diye bırakılan sorular yüzünden bir çok sınav kaybedilir.
hmm.. nerden başlamalı sorusunun yakınından bile geçmedik değil mi? ama böyle zor bir soruyu bir nefeste cevaplayabilseydim blog bugün bu kadar karanlık olmazdı. bu soru üzerinde hergün düşünürsek sanırım bir cevap bulabiliriz.
o zaman yarın yine aynı saat içim ayarlıyorum randevumuzu sevgili eroy bey. yarın görüşmek üzere.

kestir artık şu saçını

can sıkıntısı, herşeyden kaçmak istemek, herşeyden sıkılmak, sinirlenmek, önemli şeyler yapmaya başlamayı istemek, ellerinle yüzünü ovuşturmak, duşta kafanı duvara yaslayıp suyun suratından yere akmasını istemek, herşeyi düzeltebilirim demek, artık başlıyorum demek... bu ve bunun gibi şeyler işte demek, bir insan olsaydı saçları mutlaka kısa olurdu.

cleaning out my closet

dün gece odamı topladım ben de. arada herşeyi çöpe atmak yerlerine yenileri almak gerekiyor. ama bazılarını hiç atamıyorsun. ne kadar eski olsa da hatıraları oluyor bazılarının. insan gibi oluyorlar. evet insan gibiler.
dolabı açtığında biri sürü farklı insan. hepsi birbirinden farklı. bazıları güzelce askıya asılmış, ütülenmiş. bazıları ise buruşturulmuş ve bi çekmeceye tıkılmış. bazen biri gelir herşeyi yıkar, ütüler. o zaman düşünürsün ki herşey artık böyle olacak. sevinirsin bu düzene. sonra dolabın kapağı açılır ve biri gelip sırayla giymeye başlar hepsini bazen giymeye bile tenezzül etmeden sadece nasıl bişey olduğuna bakmak için o ütülü temiz halini bozar. sadece tek bir sefer için. sonra da bi çekmeceye öylesine tıkıştırır.
zaman geçtikçe bazıları eskir. eskise bile zamana meydan okur bazıları. modası hiç geçmez.
bazı kıyafetler giderek küçülür. nefes aldıramayacak kadar küçük gelir bize artık. o zaman onları atmak veya bi sandığa kaldırıp ilerde eski günleri anmak için saklamak arasında bi seçim yapmamız gerekir.
bazıları çok çabuk kirlenir ama bazıları da kiri hiç göstermez. bazıları bizi soğuktan yağmurdan korur. ama bazıları da diğer insanları üstümüze çeker. eski olanları atmak daha bi zor mu oluyor bazen? çünkü saçma gibi görünse de hatıraları oluyor bazılarının.
yazlıklar var kışlıklar var. zamana göre değişiyor hepsi. bazen dolabın kapıları kapanıyor yeni birşey istemiyor insan. eski bir kazak giyip bir köşede oturmak istiyor.
süslü veya sade, elle örülmüş ya da son teknolojiyle üretilmiş, bazen hediye gelmiş bize hiç beklemediğimiz bir anda.
sonunda bitirdim toplamayı. hayat ile gardrop arasındaki en büyük benzerlik arada ikisinin de büyük bir temizliğe ihtiyaç duyması.


hayat bir yolsa, trafiğin sıkışması normal

toplantımız vardı Hidra için. önemli gelişmeler ve yapılması gereken bir ton iş var. kulağımda cep telefonumun kulaklıklarından gelen müzik eşliğinde yürüyorum. çok yapıyorum bunu ben etrafımdaki sesleri duymaktansa sevdiğim melodileri duymak daha çok hoşuma gidiyor. aslında bu durum başlı başına 3 yazılık bir blog konusu :P girmeyeyim şimdi buna. mecidiyeköy' den taksim' e giden yolda ve taksim' den mecidiyeköy' e giden yolda berbat bi trafik var. nefret ediyorum ben trafik sıkışıklığından o yüzden bugün onca yolu yürüdüm. (belki biraz da yürümeye ihtiyacım vardı ama zaten hergün onca mesafe katediyorum okul içinde koşturuyorum. ama zevk için yürümekle mecburiyetten yürümek farklı oluyor.)
arkamdan gelen siren sesini duyunca lütfen içindeki insana yardım et tanrım diyorum. hasta insanları görmeye dayanamıyorum ben. ama trafikten zar zor ilerliyor ambulans. ben bile yürüyerek daha hızlı gidiyorum neredeyse.
biraz ilerde karşı yolda da başka bi ambulans ilerlemeye çalışıyor. ama trafik ışıklarının orda zırhlı banka araçlarından biri trafik polisi tarafından durdurulmuş yolu kapatıyor. polis adamı indirmeye çalışıyor gibi ama adam da ambulansı işaret ediyor biraz ileri alalım gibi bişeyler diyor diğer arabalar korna çalıyor ambulansa yol verin diye ama polis de tık yok adam bildiğini okuyor. genç bir polis. bi an yanına gidip arabayı kenara çeksene be adam diyesim gelmedi değil ama bunu yapabilecek bi insan değilim ben :)
ama bi anda orta yaş civarında bi adam yola atılıp polisi çekiyo savuruyor. birbirlerine vuruyorlar. çevreden yetişenler de yardım edip adamı yakalıyorlar. polis kelepçeliyor adamı. adamın akli dengesi de pek yerinde değil ama. bu arada ambulans neredeyse 10 dakika orda bekledikten sonra yoluna devam ediyor ama zaten iki adım ötesi yine trafik sıkışık. polis şimdi adamı kelepçeledi o sırada telsizinden destek çağırıyor. kargaşa var etrafta, insanlar hemen toplanmış zaten.
gideyim artık ben. ilerledikçe olayın çok uzağında kalanlar birbirlerine ne olmuş diye soruyorlar. telefonun müziği kapattığım için duyuyorum artık etraftaki konuşmaları. yanımdan bir yunus (polis olanlardan :) ) koşarak geçiyor. trafik polisinin çağırdığı destek yolda :) o yanımdan geçtikten sonra biraz ilerde bıraktığı motorunun yanında geçerken şimdi bilgisayar oyununda olsak ehehe atla ve git :P nioahaha.. gibi saçma düşüncelere kapıldım sanki bir an.
ama içim rahat değil şu an düşünüyorum da orda benim ailemden biri olsa ambulansta ve bu yüzden kaybetsem birini ya da şu an bu yazıyı okuyan birinin yakını da olabilir ya da ta kendisi. birgün ben de olabilirim o ambulansta. hatta zamanında varamayacağı biryerde de olabilirim, olabiliriz, olabilirler, olabilirsin. düşündükçe düşünceler daha da çoğaşıyor. kafana takma demek de bi işe yaramaz ki. ölümden korkmuyorum ben, yaşamak zor olsa da hayallerim olduğu sürece kabusları az görüceğime inanarak yaşıyorum. hergün yarın için hayaller kuruyorum ki kabusları hiç düşünmeyeyim. ama bu ambulansları görünce de yukarıda yazdıklarımı düşünmeden edemiyorum.
dün gece yağmur yağarken pencere önündeki yatağımdan gökyüzünü görmek için perdeleri sonuna kadar açtım. gecenin tüm karanlığı içeri girdi. arada şimşekler aydınlattı. gece uyurken bir ara annemin gelip perdeleri örttüğünü biliyorum. uyumadan önce boş boş bakarken ne düşündüğümü yazamıyorum. ben de bilmiyorum ya da hatırlayamıyorum. "ne farkeder ki?" dedim şimdi. ben her yağmurda aynı şeyleri düşünüyorum diyerek kendimi kandırıyorum şu an. uykum yok ama hayaller görmek istiyorum şimdi. o yüzden uyuyorum artık ben.

gel pisi pisi pisi pisi..


sanki bi an kendimle karşılaştım okulda. kafamın içini gösteren bir aynaya bakıyodum sanki.

alphaville ile 80' ler geri döndü!


kim derdi ki gün gelecek de Alphaville? in canlı performansını izleyecez en önden. adam bize gelip teşekkür edecek. o gün dündü.
konser öncesi nerde olduğundan tam emin olamadığımı
z hatta isminden de emin değil olduğumuz kimi kaynaklarda venue, kimi yazıtlarda ise resfresh yazan yeri aradık. mekanın 7000 kişilik olduğu bilgisi henüz elimize ulaşmıştı ki böylesine kapalı bir mekanın varlığından şüphe eder olmuştum. allah? ım bu olanlar gerçek mi? güç bizimle olsun..
minibüs şoförünün ve önde oturan çocuğun yanlış yönlendirmesi sayesinde geç kaldığımız telaşıyla mekanın önüne vardık ki ne görelim. bir avuç insan!
acaba 80?ler geri mi dönüyor heyecanıyla gittiğimizde bu kadar az bir ilgiyle karşılaşmak beni hayal kırıklığına uğrattı çünkü kapıların açılmasına az kalmıştı ve toplasan 30 kişi bile yoktu. daha sıra da oluşmamıştı biz de bundan faydalanıp en önde yerimizi aldık :P kimsenin kıpırdamaya niyeti yoktu naapalım :)
içeri girerken sağlı sollu melek diye tabir edilec
ek güzellikteki kızlardan çakmak ve ışıklı bi zımbırtı aldık ve e-mail adresimizi isteyen görevliye nezaket kuralları gereği kırmadan verdik. büyük ihtimalle değişik reklam mailleri gelir ama olsun 80? ler geri dönüyor bu gece her şeye hoşgörü ile bakıyorum :)
yaklaşık 2 saat dj? in bizim için seçtiği parçalar eşliğinde en önde yerimizi kaptırmadan bekledik. bu arada 7000 kişilik diye tanıtılan bu yere 500 kişi zor sığarız. hadi balkonla beraber 700 olsun. sıkışsak biraz daha hadi 1000 kişi mülteci gemisi gibi altlı üstlü olalım ama 7000 abartı ötesi bi sayı. lan 7000 kişiyle ülke fethediliyodu eskiden :P


aman tanrım onlar!! oleeyyy


sahne performansları harika. sesini o kadar iyi kullanabilen ve inceltip kalınlaştırabilen kaç kişi kaldı seksenlerden artık :P şarkıların çoğunu bilmiyorum :) hatta 3 tanesi hariç hiçbirini ezbere bilmiyorum nerdeyse hepsini ilk defa dinledim. ama hepsi çok güzeldi. giderek rock müziğe benzemiş şarkılar. yine de o seksenlere özgü sözler ve müzik kendini hissettirdi kendini. ne zaman big in japan gelecek diye beklerken. sounds like a melody ile öyle bir coşup eğlendik ki ben bi ara gittim geldim :P ama gel gör ki big in japan? in tahmin bile edemeyeceğim müthiş performansıyla karşılaşmamıştım daha aslında hiç kimse bu kadar iyi bi big in japan beklemiyodu bence :) ve o an dın dın dı dı dı dınn dın dın dı dı dı dınn dınnn..
winter city sideee? ?here? s my come back on the roaaaddd agaaaiinn? ?you? re big in jaapannn ? arada sesim de gidip geldi :)

ben daha önce guano apes? in cover? ı ile karşılaştırmıştım ama bu yorum mükemmel olmuş daha bi rock ( dahası kelimesi fazla bile orda aslında tamamen rock ama kulakları tırmalamayan süper ötesi bişey ) saçlarımı iyi ki kestirmemiş çok fazla b
ir kez daha takdir ettim kendimi sağa sola atlayıp sıçradım. ki bu bana teşekkür olarak geri döndü. ve seksenler geri döndü ;)
forever young da duygusal anlardı. Bu tür müzikleri seven biri
ni nasip et yarabbii!.. diye de duamı ettim o anlarda :) çakmak bile yaktım :P
jet set!.. jerusalem ile birlikte bu konserde alphaville top list? te yerini aldı. ( bu yazıyı yazarken control şarkısı da bu listeye dahil oldu ) demir demirkan? da bile bu konserdekinin 10? da 1? i kadar coşku yaşamamışımdır :P
ama bitmesiinnn... bitti be! neyse bu kadarmış derken. hey hey hey? amannes!.. hey hey lerimiz bi sonuç verdi ve geri döndüler bikaç şarkı daha.. se
ksenler yine geri döndü :P
adam ( ohanness bana da adam diyorum ismiyle hitap etmiyorum yuhanness benim gibi seksensevere :P) bize doğru işaret yapıp teşekkürler tarzı bişeyler derken ben o sırada saçımı topluyodum ve ağzımla tacı tutuyodum. laaann naaptın tam da
bişeyle uğraşacak zamanı buldun salak! dedim kendime. bi iki bişey deseydim ya.. o an ne yapabilirdim diye düşüne düşüne çıktım. vakit geç olmuştu artık. eve dönmemin tek yolu taksiydi ama taksiye bu saatte vereceğim parayla 2 kere daha konsere giderdim herhal :P


arkadaşın evi beşiktaştaydı ve beni de konuk etti saolsun :) eve gitmeden gece 2 de beşiktaş sahilinde çayımızı içip tostumuzu da yerken çayın 1 ytl karışık tostun 1,5 olmasına olan şaşkınlığımızla ve acaba sağlıklı yerlerde mi üretildi diye münazaralara girip manzaranın da keyfini çıkardıktan sonra eve gider gitmez Live 4 it! e bakıp yattım. Sırada modern talking var. onları da bi görsem gözüm açık gitmez :P

yeniden başlayalım artık..


8 günlük bir aradan sonra yeniden buraya yazıyorum. blog yazmaya bikere başlayınca pek de bırakılmıyo. uzak kalamıyorum klavyeden. 1 gün gecikmeli de olsam geldim. aslında 6. gün yazacaktım ne olduysa oldu 8. güne gelmişiz :) hatta nerdeyse 9. gün çünkü saat 23:42 şu an. yarın akşam Alphaville konseri var ve ben bu satırları yazarken bile konserin heyecanı var :)
gerçi ben kesin son anda bi aksilik çıkar diyorum ama dur bakalım :P sanki okul yeni açılmış da ilk günümmüş gibi hissettim yazarken. özlemişim blogumu :)
artık neşeli olalım ki genç kalalım, bu dünyadan zevk alalım :)

kahve molası



ben bi süre yazmayayım. en iyisi. 1 hafta görünmeyeyim ortalıkta. kendimi dinlemeye çok ihtiyacım var çünkü. bir türlü de tam olarak yapamadığımdan geçici kendine gelmeler yaşamaktansa bir süre herşeyden uzak kalmakta fayda var. istanbul dışına çıkma gibi şansım da olmadığından istanbulun içinde herkesten kaçarak geçirebilirim bu süreyi.
ufak bi kahve molası herşey başlamadan kendime gelmek için gerekli. neyse aşağıda klip bıraktım giderken size yolluk bişeyler :P
hatta artık yazamadığım birçok okuyucumu çileden çıkarıp siteden uzaklaştıran yazılarımı da biraraya topladım aşağıda.(bunu bu yazıyı yazdıktan sonraki gün yazıyorum :) dayanamadım son bir kez uğrayayım dedim :) )
bu yazıyı editlemek istedim. bugüne kadar onun için yazdıklarımı ve yaptıklarımı düşündüm. bunları onun görmeyeceğini biliyorum ben okuyanlarla paylaşmak istedim. kötü giden herşeye bir nokta koymak için uğraşıyorum. herşey için bir hafta sürem var. bittiğinde görüşürüz.

eroy hakkında herşey
tavşan deliği ne kadar derin
salı
olmadı mı olmuyor işte
pazartesi ertesi
biraz sessizlik lütfen
şebnem ferah, şarkılar, hatıralar, kahvaltı hatta bencillik
sessizlik, those were the days my friends, gece soğuk ama heryer daha güzel
yıldız, gece, serinlik, uyumak, dilek tutmak
fark ettim ki
güzel şehir şu istanbul
sadece dinle eroy, bana cevap verme
yoksa ben seçilmiş kişi miyim? ya da sen benim için seçilmiş olan mısın?
ama seni gördüm göreliiii
olay bir de bu açıdan bak
kötü gündür geçer umarım
eroy' u tersten okumak gibi bişey
light side vs. dark side
the end
o
hepimiz veya bazılarımız belki de sadece biz
içerim ben bu akşaaam
yıldızlara bakıp dilek dilemek
eğer bu bizim sonumuz olacaksa varsın dillere destan bir son olsun
yarını beklemek, beklerken biraz konuşmak
yol ayrımı
o sendin
ne yapıyorum
seni düşünüyodum bir anda aklıma tüm insanlık geldi
bugün güzel bir gün
yeni eroy mu? evet
birkaç fotoğrafa bakmak, yazmak, bir türlü yeni bir hikayeye başlayamamak
biraz gülsem iyi olur sanırım
biraz yürüyelim mi eroy?
benim odam karanlık
hiç vazgeçemediğim bir fincan kahvesin aslında sen
biz gideriz modaya heyyy
hergün bugün gibi aslında ama ben bunu yeni anladım
içindeki sesi dinlemek
uyumak uyuyamamak ya da korkmak
going under istemiyorum bunları duymak
ve ben biraz daha büyüdüm

ben yokken dinlersiniz ;)



aslında bu şarkıyı bulma hikayem başlı başına bir yazı :) çok alakasız bir yerde en sonda 2 cümlesi geçiyordu ve ben onun ne olduğunu anlayıp da şarkıyı internette bulmam imkansız gibiydi :) lakin buldum nioahaha dedim ilk olarak. neyse ben yokken dinlersiniz umarım. bence çok hoş bi şarkı hem müziği hem de sözleri güzel. bir sonraki klipte görüşürüz artık :)