Dışarıdan istek

Önümde yılın tüm günlerini gösteren bir kocaman bir duvar takvimi, üstünde çeşitli devre şemaları, nükleer enerji tesislerinin isimleri ve içerikleri, araba çizimleri, ne kadara mal olacağı yazan projeler, kağıttan bir kuğu, isimler ve telefon numaraları, banka hesap numaraları, sevgiliye ait bir fotoğraf, üstüste yığılmış dosyalar, kimbilir kaçtane ağaca mal olmuş da yapılmış beyaz dosya kağıtları, o dosya kağıtlarında yazan ve bilmem gereken onca bilgi, boş kahve fincanları, tüm karşı çıkmalara rağmen odada içilmiş sigaraların kokusu ve doldurduğu küllük, her tarafa saçılmış kalemler, küçük not kağıtları. Kredi kartları ve kimlikler. Kalın perdelerin de yardımıyla bir nebze kararmış odayı tek başına aydınlatmaya çalışan masa lambasının loş ışığı, odanın diğer taraflarında da aynı manzaraların tekrarlandığı sanki küçük bir ülke gibi. İçinde herşeyi barındırıyor. Anılar, heryerden bir parça anı. karmaşa hakim heryere. Arkaplanda çalan müziğin de etkisiyle sanki karısını ve çocuğunu yıllar önce kötü adamların öldürdüğü ve intikam için hazırlanan bir film kahramanı edası var. Dışarıdan bakılıp da printscreen desen kimse sana dur demez. Ortada birkaçtane pasaport ve silah eksik ama onlar da filmin kısıtlı bütçesine takıldı dersin. Beni dışarıdan izlemek nasıl birşeydi acaba?

Merdivenlerden aşağı



Disiplinden uzak geçen zamanlarımın sonrasında filmlerdeki bir hafta sonunda eyalet şampiyonasını kazanmayı ummuyordum elbette. Olsaydı güzel olurdu ama olmaması da bir eksiklik yaratmadı. İki gündür uyuduğum toplam süre, geçtiğimiz hafta uyuduğumun 2 katına denk geliyordu. Bu sabah da o uykunun ardında sersem bi halde uyandım. Mesajlarıma bakarken ne görmeyi umuyordum? Modern dünyanın mesaj güvercinlerinin getirdiklerinin benim hislerimi nasıl değiştireceği merak konusuydu. Fotoğrafının önünde duran telefonu alıp tekrar yatağıma döndüm. Havada tutmaya çalıştığım telefonun dışında tüm arkaplan tavandı bu da gözümü alıyordu. Bir elimle telefonu tutup, diğer elimle gözlerimi, yuvalarının dibine itercesine açmaya çalışırken, başka bir elim olsa da şu kafamın içindeki ağrıyı da tutabilse keşke diyordum.

Hmmm... Kadim hikayelerden birinde geçen ve çok sevdiğim Theoden'in "Who am I Gamling?" diye kendisinin ne ifade ettiğini sorgulamasını hatırlayıp kendime soralı daha birkaç gün geçmişti. Cevabımın ardından gelecekler de cevabı hiç vermediğim zamandan farklı olmayacaktı. Öncelikler arasında sonların başında olmaya devam edip son haftalara kadar şampiyonluğu kovalamaya devam edecektim. Olan buydu çünkü. Bu sezonun daha 5. haftasında havlu atmış bir takım edasındaydım. Ama suç bende değil, hakemlerdeydi. Daha yatağımdan çıkmadan kardeşimle anlamsız bir tartışmaya girebiliyorsam, bu ligin en değerli oyuncusu olup seneye avrupaya gidebilirim belki.

Ne kahvaltısı? Kendimi aynada görmeye dayanamıyorum. Bişeyler yemek için canım fazla sıkkın. Sigara yok. Nasıl olur ya? Topsuz antrenman mı? Hergün en az 3 kez kaybettiğim, Haftanın ortalama 2,5 günü bu yüzden kapının önünde kaldığım anahtarım her zamanki gibi ortalarda yoktu. Halbuki daha geçen akşam anneme artık anahtarımı unutmamaya başladığı anlatıyordum. Evin önünde karşılaştığımızda kapıyı açmaya yeltendiğinde büyük bir gururla anahtarım var benim dedikten hemen sonra. Evin kapısını açık bıraktım. Bu saatte ne hırsızı yahu? Bizim bulunduğumuz katta bir de demirkapı var onu da kapattım mı bir hızlı koşuda gider gelirdim. Hırsız girse bile kapıdan çıkmadan yakalardım. Hoş yakalasam ne olacak ki? Işın kılıcıyla ikiye bölecek halim yok ya. Neyse kötü düşünme koş. Altkatlarda doktorların muayenehaneleri var. Öyle ilginç bi apartman işte.

Yaşlıca bir teyze merdivenleri çıkamıyor. Acı içindeki inlemeleri merdiven boşluğunda yankılanıyor. Yanlarından geçip giderken içim burkuldu. Benim pek umuruma takılmaz aslında ama yaşlı insanlara karşı defansım çok zayıf. Dönüşte tekrar yanlarından geçmek zorunda kalıcam şimdiden ufak planlara girişmem gerek. Kadını bir sandalyeye oturtup çıkartmak isterlerken ben dönüş yolunda ordan geçen bir yabancı edasıyla aralarından sıyrılıp gidip başka şeylere üzülmek istiyordum. Sandalyenin bir tarafındaki o kişi benim aksime yaşlı olmasalardı kaldırabilirlerdi biliyorum ama tek başıma kaldırabilmem için de fazla ağırdı. Dişçinin önündelerdi ve içeriden çıkan iki bayan da oldukça kalabalık olan bu merdivenlerden nasıl geçeceklerini düşünüyorlardı. Zira hasta kadın ve ona refakat eden 4 kişi daha 1 de doktor ve yardımcısı onların hepsi yetmiyormuş gibi bir de ben. Herkesin arasından geçerken neden diğer olasılıkların aksine gelip benim önümden geçmek istedi ki ve o birbirine yakın geçişteki bakış ve gülümsemeyi biliyorum ben. Kafamı diğer yöne çevirip benim buraya ve bu bakışlara ait olmadığımı anlatmaya çalıştım. O da anlamıştır. Diğerinin geçmesine izin vermeden biran önce gitmek istedim. Hiç de içten olmayan bir pardon demeyle merdivenleri çıkarken arkadan gelen bakışlar hiç de umurumda değildi. Yaşlı kadına yardım da edememiştim. Denedim ama olmadı. O kattaki başka bir doktorun muayenehanesine girmesine karar vermişlerdi bu yüzden içim rahattı.

Eve çıktan ve kahveyi hazır edip masaya koyup Ave Maria'yı açana kadar zaman çabuk geçsin diye uğraştım. Sonrasında.. Hallellujah!.. İlk nefesin keyfi nereden gelir yarab.. Saçma problemlerime gömülmek istiyorum. Ne yapacağım hiçbir fikrim yok. Ben, bir zamanlar..

Live 4 it! Haftanın Klibi



Live 4 it! Haftanın Klibi'nde bu hafta Ane Brun - The Treehouse Song ile bizlerle. Eski günlerin hatrına..

Uzun zaman önceydi. Birbirimize şarkılar atardık. Eski zamanlarda mektuplaşma gibiydi. Ruh hallerimizi anlatan, bazen de anlattığımız o ruh hallerini değiştirmek için. Birşeyler vardı ama birileri yoktu. Kelimelerden, şarkılardan, fotoğraflardan birbirini tanımaya çalışmak. Çok uzun zaman ve hepsi birbirlerinden ayrı geçmiş. Ama sanki hiç de ayrılmamış gibi.

Kurulan güzel hayaller. Unutulan, unutulmaya çalışılan geçmiş zamanlar. Melodisi güzel ve hayal dolu zamanların bitişini hissettiriyor. İçindeki hüzün güzel şeylerin bitmesinden kaynaklanıyor. Hepsi geçmiş zamandan kalan güzel şeyler. Geçmiş zamanlardan kalan kötülerin yanına konuyor. Şu an iyi olan anların biraz sonra sana acı ve hüzün vereceğinden korkmak. Güzel düşlerini tekrar başka biriyle kurmak. Bundan korkmak.

İlk günden beri sürekli gelecek ile ilgili hayaller kurarken aslında her sonda en başta kaybettiğini öğrenmek ve bundan asla ders almamak. Her defasında aynı yerden başlayıp, birgün o dinginliğe ulaşabilir miyim diye düşünmek. Bir ağaç gölgesinde oturmak. Eskiye ait herşeyi yeniden yaşamak. Güzel şeylere hakettiği değeri vermek. Bunları yaşamış olmaktan mutlu olmak. Bir kez olsun o duygulara kapılabildiğin, bunu içinde hissettiğin için mutlu olmak. Yaşanılan zamana yer açıp hepsini geride bırak.

Sonra ağacın gölgesinden ayrılıp çimenlerle kaplı tepeden tatlı rüzgar ve içini ısıtan güneş eşliğinde aşağı inip toprak yoldan evine gitmek, onun yanına..

Yaşam, ölümden sonra

"Ölümden sonrası, hiçbirşey, hatta ölümün kendisi bile hiçbirşey." sözünü çok seviyorum. Aslında ölümün benim için hiç anlamı olmamıştı. İlk kez öldüğümde 5 yaşındaydım. Ölümden ilk kez şans eseri kurtulduğumda ise 6. İlk kez ne zaman ölmek istediğimi hatırlamıyorum. İlk kez ne zaman denemeye çalıştığımı ise hatırlamak bile istemiyorum.

"Ya benimsin ya da ölüsün!" derken.. Hala yaşıyorum değil mi. Her nefeste kendi bileğime bir çizik daha atıyorum zaten. Başka birine ne gerek var.

Live 4 it! Haftanın Klibi


Live 4 it! Haftanın Klibi çok sevdiğim bir insandan gelen çok güzel bir şarkı ile sizlerle birlikte. Hooverphonic - Mad about you. Doğru zaman diye birşey varsa evet tam da böyle birşey olmalı. Her zaman doğru şeyler söyleyen insanlar olur ya gerçekten. Ama işte yolladığı şarkıda dediği gibi biraz aklın yoldan çıkması şeklinde sevmek. Hiç yoluna girmediği bir ben. Beni anladığını biliyorum. Geçmişteki tüm konuşmalarımız için teşekkürler.

Hayatında sevdiğin bir insan için nelerden vazgeçebilirsin? İçindeki o aşk için dışarıda neleri gözden çıkarabilirsin? Arkadaşlar, iş, okul, hatta ailen.. Daha da fazlası, başka bir aşk.. Hiçbirşeyden korkmadan, karşına çıkabilecek herşeyi göze alarak.. Her cümlenin sonunda bitişi gösteren bir nokta yerine belirsizliği ortaya koyan birkaç noktalı kaç tane cümleyi tamamlayabilirsin? Soru işaretlerinin içinde boğulan kaç cümleye "evet!" diyebilirsin? Evet. Seni dinliyorum...

Herşeyden çok sevdiğin insanı bulduğunda kendini kaybetmek nasıl birşey? Kendini kaybetmeden de herşeyinle sevebilir misin? Kendini teslim etmek nasıl birşey başka bir insana? Savaşmıyoruz ki teslim olalım. Sevişmiyoruz ki kendimizi kaybedelim. Ama seni düşünürken herşeyi unutuyorum, mantığımı kaybediyorum, kalbimin her saniye daha da artan atışları beynimin içinde, senin olmadığın düşünce balonlarını patlatıyor. Mantığını tamamen yitiriyorsun ve sonrasında aşk..

Herşeyiyle sana gelmiş birini kaybetmek. Sana gerçek nefretini bile çekinmeden göstermiş birini. Öyle ki, ilk gününden itibaren onu tanıyanların bile bir an için tanıyamaz hale geldikleri. "Mad about you.." evet inanıyorum.

Arkadaşlarına anlatırken onların mantıklı tavsiyelerinin hiçbiri bu yapılanları desteklemeyecektir. Hissettiğin acı, aşk, mutluluk, heyecan, sorumluluk.. hepsini paylaşıyorsun şarkıda yaptığı gibi gözünü karartırsan. Onların hisleri yerine sevdiğin insanın hislerine önem verdiğinde yaşayabileceğin anlar asla bir arkadaşla yaşabileceğin kadar derin olmuyor. Olmuyor çünkü asla bir arkadaş hakkında onun için deliriyorum diyemezsin. Düşündüklerimin doğru olup olmadığını önemsemektense anın değerine baksan. Böylesine bir yoğunluk içinde belki de bir hayal dünyasında yaşıyorsun. Kendini böyle hapsediyorsun ve birgün birileri kapıyı kırıp seni kurtarıyor. Kurtarmak. Kurtulmak isteyen var mı diye sormadan..

Arkadaşlarından vazgeçmek. Onların da önüne koymak sevdiğin insanı. Dışarıdan bakınca ne kadar da mantıksız değil mi? Ama gerçekten buradaki gibi bir evin içindeyken aklınızdan dahi geçmez. O eve girip kapıyı kapatmaktan asla korkmadım ki. İçeriye hiç güneş ışığı bile girmeyen bir yer. Seni korumak için herşeyi göze almış. Sadece ikiniz için bir dünya yaratmış, tanrı rolüne hiç utanmadan bürünerek. Utanmak mı? Korkmak mı? Asla! İçeri girmeye korkmaktan çok, bu evi asla bulamamak daha korkutucu birşey.

Gerçekten seni seven dostların kapının önünde beklerler çıkmanı. Ama bilmiyorum içeride ya kötü haldeyse diye kırıp da girebilir aslında. Gerçekten istersen asla açılamaz o kapı ama gerçek bir dost da ne kapısı olursa olsun kırar. Karmaşık bir durum aslında. Nasıl olacağını hep zaman gösterir.

Sana bu dünyayı kurmuş bir insan için o eve girmek.. Deli olmak lazım aslında. Ama "ben senin için deliriyorum" diyen bir insana o kadar mantıksız gelmiyor.

Beni Benden Alanlar No.3

Halısaha maçlarında kazanılan korneri kaleye şut olarak kullanmak benim gözümde dünyanın en bencilce hareketidir. Sebeplerini saymak istemiyorum. Bu konu açıldığında bile tansiyonum yükseliyor. Hayır bi de doğru düzgün kullanabilse.. Tamam sustum.

Ne zaman böyle okul çıkışı, kantin veya fotokopi sırasında bekleyen öğrenciler görsem, aklıma "another brick in the wall" gelir. "We don't need nooo eecuukeyşııın" diyesim gelir. Yazık hepimize ha.

Çayın sıcaklığından eser kalmadığı ve bardağın dibinde kaldığı şeker dolu haline bayılıyorum. Soğuk ve şekerli ama bir o kadar da sınırlı hali içerken aldığım zevki yiyor bitiriyor. Fuck me! Fuck you! gibi bir durum. Bidonlar dolusu öyle çay olsa o kadar tatlı olmaz sanırım. Bidonlar dolusu soğuk ve şekerli çay.. "Lan acaba nasıl olurdu?" demiyor da değilim hani.

Mesela şunlara şahit olunuyordur. "Lan işte senin ... (boşluklara sevdicek veya akrabalardan biri gelir.) böyle böyle.." diye konuşulan cümlede binbir küfür es geçilerek sen nasıl benim ...'ma (yine biraz önceki insanlardan biri veya birkaçı) "lan" dersin diyerek birbirine girerler. "Lan, "lan" dese noolur demese noolur?" diyesim geliyor. Cümlede geçen diğer küfürlerle orta halli bir insan cehenneme gider herhalde onun günahının altından kalkılmaz (tamamen varsayım üzerinden konuşuyorum. Cennet - cehennem üzerine düşüncelerim hakkında sonra konuşuruz.) ama sen "lan"a takmışsın. Bu bence araştırılacak üstüne tez yapılsa gişe rekorları kırabilecek bir durum.

Hindistan cevizli eti puf ve elmalı soda o kadar güzel ki dedi bir arkadaşım ve ben bu tadı asla bilemeyeceğim için içimde burkulmalar olmadı değil. Bir başkası için en güzel olan bir tat nasıl olur da benim nefretimle karşı karşıyadır. Nasıl olur böyle birşey? Yani şu sevdiği şey dışında o kadar ortak noktamız var bu nedir? Düşündükçe saçlarım ağaracak gibi hissediyorum. Düşünmüyorum o korkudan.

Haftanın en az 2,5 en çok 5 günü kapıda kalıyorum anahtarımı unuttuğum için. "Ben ne zaman adam olucam?" diye de düşünüyorum.

Normal zamanda aklımın ucundan bile geçmeyen, yerinde olup olmadığını ancak bakıp, görerek teyit edebileceğim ayak serçe parmağım, ne zaman bir sandalyeye, bir köşeye, bir kapıya çarpsa veya birşeyin altında kalsa, sanki o farkında olunmadığı zamanların acısını çıkarırcasına acıyor. Allahım bu ne acıdır! "Günlük hayatta daha fazla önem versem daha mı az acır?" diye bir fikir teyakkuzum var. Tam teşeküllü hem de. "Doktor, psikolog, filozof ve bir kısım biliminsanlarından oluşan bir komiteyle ortak çalışma mı yapsam?" demiyorum değil.

Hayatımda çok ilginç yerlere gittim, çok ilginç şeyler gördüm ve yaşadım fakat bunların arasında umut (diye bir arkadaşım var, çok severim kendisini) ile İzmir'de yarış sırasında taa Pınarbaşı pistinden taa ismini hatırlayamadığım bir yerdeki bir televizyon, ketıl, vs. tamircisine gittiğimiz günü unutamıyorum. "Yahu ne işimiz vardı orda? Neden biz? Aklımızı mı yitirmiştik? Yahu biz buraya gittik ya yuh olsun bize! İstanbul'un dışında toplu taşıma yalan!" dediğimiz birgündü. Allahım ne garipti yahu. Umut olmasa çekilmezdi. Ben olmasam o da çekemezdi gerçi. Yahu bizimkisi çekilcek dert değildi aslında. Bi de şehrin içinde nereye gideceğini bilmemek, 50m'lik bir kablo, kumru sandviç, Kordon,.. gibi olaylardan bahsetmiyorum bile. Bu yıl yarış Ankara'da olsa ne kadar mutlu olacağımın bir sınırı yok.

Live 4 it! Haftanın Klibi


Live 4 it! Haftanın Klibi'nde bu hafta Yasemin Mori - Aslında bir konu var ile bizlerle birlikte. Birilerinin bize çok şey yaptığı bir hayat.

Aslında bir konu olur hakkında konuşamayız. Anlattıklarımız onun tepkisizliğinde dağılır. Ben neden hep suskun kalırım sevdiğim insanın yanında. Neden çoçuğum ben hala? Neden büyüyemiyorum? Neden hep mutsuzum ben? Neden bunları derinden hissediyorum? Herşeyi neden en ufak parçasına kadar düşünüyorum? Neden bekleyemiyorum? Benim gerçekten bir cevabım yok.. Olsa da tatmin etmez ki. Neden? Ve neden?...

Birileri vardı. Hep sarhoştu. Birileri sürekli acı çektirirdi. Birileri ise sadece zevk verirdi. Birileri sadece gündüzdü. Birileri ise sadece gece. Birileri hep tepkisizken birileri herşeye tepkili. Birileri hemen yanıbaşında uyurken aslında o kadar uzaktı ki. Birileri asla terketmedi. Birileri sürekli terketti. Birileri ikisinden birini bile yapamadı. Birileri sürekli pişmandı. Birileri o kadar pervasızdı. Birileri sadece sevdi birileri ise sadece nefret etti. Birileri neden diye asla sormazdı. Birileri sadece gülerdi. Birileri sürekli ağlardı. Birileri asla yüzünü bile dönmedi. Birileri asla arkasını dönmedi. Birileri tüm çığlaklığıyla ortadayken birileri de en derin okyanus dipleri kadar karanlık, sisli dağ zirveleri gibi görünmezdi. Birileri birilerinin birlikte olmasından nefret ederdi, mutlu olurdu. Birileri başka birilerine rağmendi.

Ama Birisi var ki tüm nedenlerine bağlı. Birisi var ki birilerinin hepsinden farklı. Birilerinden uzakta ama aslında tam da içimde. Bana olan nedenlerine nasıl diye düzgün bir cevabı bile veremediğim. Beni bırakıp gitmeyeceğini neden diye sorgulamadığım. İstediğim zaman dokunamadığım, konuşurken gözlerindeki ışıltıyı ya da siniri, korkuyu, üzüntüyü göremediğim. Karşısında durup gözlerinin içine bakamadığımdan değil birilerini ayırmaktan çekinmeyen mesafeler yüzünden. İstediğim zaman yanına gidip öpemediğin aynı şeyleri onun da yapamamasına rağmen büyüyen bir aşk. O birisi sanki ben ama sanki benim hiç olmadığım. Ama o birisi var ve bu herşeye değer...

Heryerde birileri vardı. Birileri hala var. Burası her sokağında birilerinin yaşadığı bir yer. Dudaklarda kalan tatların başkalarına da geçtiği. Yazı-tura attığında ikisinin de doğru cevap olamayacağı hayat.

Çevrende seni bir tarafından çekenler. Sana tutunanları tutup çekmeye çalışan başkaları. Kurtarmak istercesine tüm gücüyle tutup koparmaktan korkmadan. Sevdiğini kurtarmak için. Birbirimizin duygularını öldürüp katil olduğumuz yerler, zamanlar. Tekrar eden aynı şarkılar gibi.. Birileri hep birşeylerle ve birileriyle meşgul.

Aslında bir konu var evet. Sevmek ve sevişmek arasındakine benzer. Tamamen ayrı bir konu belki de. Ama var o konu. Apaçık ya da kapkapalı..

Kalabalık Etmek


Çevrende insanlar vardır. Arkadaşların, dostların, tanımak istediklerin, sana ulaşmak isteyenler, senin peşinden koştukların, gidiş dönüşte aynı otobüsü paylaşmaktan aynı yatağı paylaşmaya kadar yelpazesi çok geniş bir paylaşım vardır aramızda ve aralarında. Yalnız hissetmek böyle bir durumda mümkün değildir gibi gelir. Aslında mümkünden daha da fazla bir olasılıkla hemen yanıbaşınızdadır. Yalnız hissetmek.. Hemen yanıbaşındaki kalabalığa veya dokunmanın seni mutlu ettiği tene rağmen. Güvenemezsin. Güvenilmezsin. Yaptığın hiçbirşey hem de. Belki de. Yalnızlık... Sessizce öyle oturmak.. Sigaranın cılız ışığından daha da cılız bir umut ışığı bile olmadan.. Sonraki nefesin sanki gereksiz. Sessiz, sakin, boş, karanlık, dumanlı, battaniyeye sarılı bir gece...

Live 4 it! Haftanın Klibi



Live 4 it! Haftanın Klibi Amy Macdonald - This is the Life. Bazen zaman gelir evden başka nerede olursa olsun diye kendini dışarı atarsın geceyi yaşamak için. Kimlerle nerede ve nasıl karşılaşacağını bilmeden, gelecek zaman kiplerinin olmadığı sadece şimdiki zamanın -yor'ucu ama zevk veren ekleri ve -mış'lı, -dı'lı geçmiş zaman olur ki maceraları ve acılarının olduğu bir zaman aralığıdır burası. Geleceğe dair tek düşünce o gece içindir. Sadece sevişmek için kurulan gelecekten bahseden cümleler. Eğlenceli, kalp kırıcı, yorucu, pervasız, duygusal,.. herşeyin içinde olduğu zamanlar. Kolundan tutulup karanlığın içine çekilmenin korkutmadığı zamanlar. Hayatta olmak böyle birşey dediğin. Hayat aslında bu. Tabii ki bir kısmı. Gündüzleri saymazsak.

Kıyafetlerdeki içki ve sigara kokusunun, vücudundan gelen hoş parfüm kokusuyla karıştığı, kıyafetlerin etrafa saçıldığı, dağılmış saçların, düşüncesizce yaşamanın, şişenin dibinden de ötesini görmenin, otobüs durağında öpüşürken insanların bakışlarına aldırmamanın, nerde olursa olsun hiçbirşeye aldırmamanın, sen'lerin ve ben'lerin sürekli değiştiği, sevgili'den çok seninki'nin kullanıldığı zamanlar.. Hayat bu. Bu sensin, benim. Uyunabilecek en güzel yerin başka bir insanın yanı olduğu bir hayat. Bir sonraki hafta yine aynı yerde karşılaştığında "hayat bu.." dediğin birşey..

Undeleted Scene

Hayatım boyunca tattığım en güzel şarap, onun dudaklarından gelen içine aşk ve vişne tadı karışmış olandı. Bir insanda gördüğüm en güzel şey, yüzünde mutluluğun verdiği gülümseme ve gözlerindeki ışıltıydı. En güzel koku, yağmurdan ıslanmış saçlarını kurularken sağa sola savrulan, her yaklaştığımda başka bir dünyanın içindeymişim gibi kaybolduğum saçlarındaydı. Yüzündeki, o gülümsemeyle elindeki şarabı yudumlayan, dudaklarındaki vişne tadıyla sevdiğim kadın hemen yanıbaşımdaydı. Dokunuşuyla, görüntüsüyle, kokusuyla, hissettirdikleriyle herşeyiyle kalbimi okşuyordu. Bana korkusuzca kendimi gösteriyordu. Kimsede tadamadığım bu hisle herşeyden, herkesten farklıydı. Silinmeyen bir sahneydi bu. Sevgiye kendimi çok kaptırmama ne denirse densin "insanın gözünde tanrı hayatta korktuğu ve saygı duyduğu şeylerin kişiliklerinin toplamıdır" sözünü bi kenara yazdığımı gördüğünde dediği gibi ben garip bir insandım. Şimdi ne mesafe ne zorluk hepsini görmezden gelip sadece o sahneleri tekrar yaşayabilmek için beklerken aslında en çok beklediğim şey bir sabah uyanıp herşeye tamamen inandığı an. O an geldiğinde ben de orda olmak için neler veririm bilemezsin.

Deleted Scenes


Uzun zaman önceydi. Kapının açılışından bile birşeyleri olması gerektiği gibi olmadığı belliydi. Hissetmiştim sanki. Karanlığı yaran merdiven ışığıyla beraber gölgem kocaman görünüyordu. İçerisi soğuk ve garip bir şekilde karanlıktı. Nesi garip olabilirdi ki? Ama garipti işte. "Lütfen ışığı yakma.." bu garip karanlığın içinden gelen ağlamayı yeni bitirmiş, boğazındaki düğümün henüz çözülemediği anlatan bir ses geldi. Kapının kapanmasıyla tekrar karanlık heryere egemen oldu. Ona karşı koyan tekşey sigaranın ucunda her nefeste biraz olsun parıldamaya çalışan küllerdi. Fazlasıyla ıslanmış üstümü çıkarırken bunlar bittikten sonra yüzleşmemiz gereken şeylerin ne olabileceğini düşünüyordum. Geçtiğimiz birkaç günü düşündüm. Bir saniye bile sürmedi belki ama yıllarca düşünsem bulamazdım aklıma gelenleri. Yanına doğru ilerlerken, cezasının açıklanacağı anı bekleyen bir mahkum gibi bir bekleyişte olduğumu hissettim. Sorun neydi? Ne olacaktı?.. Karşısında durup bir sigara yakıp oturdum. Kadehinin yarısına kadar içtiği şarabı uzatıp al bak bizim içindi bu son kadeh. Konuşmamız gerek..