Biliyorum o halde varım!

Eskiden olsaydı canım sıkıldığında daha insanların arasına girip bunu unutmaya çalışırdım. Şimdi ise daha çok insanlardan uzaklaşıyorum. Büyümekle alakalı sanırım. Eskiden olduğunda diğer insanlarla eğlenip içinde bulunduğun durumdan beyhude bir kurtuluşa eriyorken büyüdükçe daha bir yalnız başına kalıp düşünmeye yönelim var. Aslında öyle değil mi? Yok değil sanırım yalnız kalmak gibi ya da bazen bunu kalabalık yerine tek biriyle paylaşmak. Onu ne kadar az tanırsanız o kadar pervasızca geçer zaman. Aslında bunu aramıyor muyduk biz?

Kalabalığın içinde yalnız hissetmek, etrafında kimsenin olmadığı yalnızlıktan çok daha kötü değil mi zaten? Öyledir. Bunun farkına sonradan varıyor sanırım insan. Ben belki de yanlış açıdan bakıyordum o yüzden yeni farkına varınca böyle düşünüyorum gerçi yeni farkına varıyorum dediğimin üzerinden yıllar geçti ama işte ne bileyim yazmak istedim öylesine. Özlüyorum birşeyleri ve çok düşünüyorum aslında eski özlemiyorum artık ben o kadar fazla. Eskiden hep eskiyi sürekli hatırlayan keşke ile başlayan birçok paragrafım varken şimdi geleceğin iyi olması için sürekli bir düşünce var. Gelecek kaygısının yanında şimdiki zamanın boşa gitmemesi için de bir düşünce var. Geçmiş zamanı düşünüp, şimdiki zamanı boşa harcamak ve gelecek zamanın bu döngüye girmek için var gücüyle koşan bir çita kadar hızlı gelmesi.


Herşeyi bırak da ben sıkıldım gerçekten. Yani aslında hiçbirşey yok ortada aksine kötü olmak için hiçbir sebep yok. Ama bilmiyorum benim eksikliğini hissettiğim nedir o zaman? Nedir bunca zaman düşünüp de bulamadığım sebep?

Bilmiyorum... Bilmek de bir garip değil mi, bilmediğini bilmek filan?...

İlk gün de bir garip değil mi, sendrom filan...

Okulun ilk açıldığı zamanları aslında severim. Her dönemin başında bu dönem "çok farklı olacak, geçen dönem gibi olmayacak!.." gazıyla gelir. Tabii ki bunlar sadece sözde kalır çünkü kayıt gecesi son ana kadar ne ders alayım, program yapayım demem. Bu sebeptendir ki bir türlü ders programını kendi istediğim gibi yapamam. İlk gün "Yahu ben ne zaman aklımı başıma alıp da okula gideceğim, ben neden bir türlü şu işi iki gün önceden halledip de bir kez olsun gönlüm rahat gidemiyorum okula?" düşünceleriyle giderim. Yaptığım ilk iş kahvemi alıp ortabahçede. "Dur ben buna bir çare bulucam önce şu aklımı bir toparlayayım" diye oturmak olur. Ama o aklım da bir türlü olması gerektiği yerde olamaz. Neden bu kadar düşünüyorum ki herşeyi?

Yıldız Teknik'de okuyorsanız, öğrenim hayatınız boyunca kayıt zamanında küfür edeceğiniz bir sisteme mecbursunuz USİS sistemiyle yaşayacağınız uzun kayıt geceleri bir kez başladı mı tadından yenmez olur. Her dönem başında arkadaşları bir araya getirir. O gece kadın - erkek, genç - yaşlı herkes msn'dedir. Dargınlar barışır, kayıt derdinde insanlar birbirine yakınlaşır,.. filan çok enteresan bir gecedir USİS gecesi. Kaydımızı internetten yapabilmek gibi bir yenilik yapmışlar ama bir türlü sistemin efektif işlemesini sağlayamıyorlar yoğun zamanında. İşte yurdum insanı diyesim geliyor bazen. Diğer okullarda da kayıt kuyrukları filan oluyormuş. Sen çalış, et, bir milyon insanı geç de gel üniversiteye sonra da sabaha kadar gaz yağı kuyruğu gibi sıra bekle. Garip değilse bile saçmadır bu bence.

Yağmur yağıyordur yer yer. Okulda değişiklikler vardı. Tanıdık insan sayısı yok gibiydi. İlkgünden ders vardı. Özel numaradan arayan küçük çocuk "baba!" diye seslendiğinde bir telaş vardı. "Yok yavrum ben senin baban değilim." desem de sonra iki kez daha aradı. Sonrasında DNA testi yapmak zorunda kalmadan aramaktan vazgeçti. "Senin annem bir melekti yavrum" diyemezdim.


İlk gün sendromuna yakalananlara eskiden bir hikaye varmış onu anlatayım. Uzun değil, aslında hikayeden çok anı gibi. Neyse anlatmak istedim sadece. Çocukla kız ayrılmışlar. Sonra, cevaplanma sayısı artık gittikçe azalan özür telefonlarının birinde kız "Sen şimdi okula başlayacaksın. Ama ben başladığımda seni soran herkese ayrıldığımızı anlatmak zorunda kalacağım. Sense kaç kişiye söyleceksin bunu. Benim halimi bir düşünsene!.." demiş çocuğa. Çocuk zaten gözyaşları içindeyken daha bir fazla üzülmüş. Ama kız bilmezmiş ki o çok daha fazla anlatmış, hep tekrar yaşamış o anları... O yüzden aslında okulun ilk günlerini hiç de sevmezmiş. İçten içe bir özlem duyarmış beraber başlayamadığı ilk günlere... Sonrasında bu zamanla unutulmuş. Artık aklına gelmez olmuş bu hikaye...

Bu dönem farklı ama diğerlerinden. Eskisinden daha bir aklı başındalık, daha bir büyümek filan. Ciddiye almak, sevmek ve sevilmek,... Öğleden sonraki derse de yetişmek gerek.

Live 4 it! Haftanın Klibi



Haftanın Klibi'nde yine beraberiz. Bugün güz yarıyılına başladım. Bu 9. yarıyılım okuldaki. İnanması güç ama okula başlayalı yıl geçmiş bile hatta beşincisi başlamış. Bu sürede bir bölüm bitirdim diğerini ise part time gibi okuyorum ama 4 sene okumuş biriyle aynı seviyede nasıl gittiğime inanamıyorum. Bu kadar kolay mı yahu? Bugün lisans bölümündeyken beraber olduğum insanlardan yüksek lisansa başlayanları gördüm. Bir garipti. Ben daha bitirmedim bu senenin sonunda veya ortasında bitirmeyi düşünüyorum bilmiyorum belki dönemin yarısında yüksek lisansa da başlayabilirim diğerini okurken. Herşey bir garip her zamanki gibi. Ne yapacağıma hala karar veremedim. Zaten hayatım boyunca kararsız biri oldum. Kırmızı kablo mu yoksa mavi kabloyu mu kesmeliyim hiç karar veremedim.

Bu haftanın klibini benim gibi okula başlayan arkadaşlara hediye edeyim dedim. Aklımda başka birşeyler vardı ama şimdi okul zamanı. İlim irfan veya güzel sanat öğrenmeye devam... Ama hep öğrenci kalsak keşke diyorum hep. Biz büyümeyelim ve kirlenmesin dünya. Zaten yeterince kirli değil mi?

İTÜ' ye gitmiştim geçen hafta. Nasıl desem her okulun kendine göre bir öğrenci profili oluyor hakikatten. Kimi görsem bir ders telaşı ve üzüntü kaplı bu ders açılmadı ders programı uymuyor diye. Bizim okulda tanıdığım kimsede bu yok yahu. Açılmadıysa başkasını alırız veya ne biliyim aman ya kaldıysam bir daha alırım havası. Bizim hepimiz mi çok hovardaca okuyoruz yoksa onlar mı fazla ciddiye alıyor anlamıyorum. Hiçbir şeyi ciddiye almadan sulu sepken bir hayat sürün demiyorum tabii ki ama sorumluluk ve zorunluluk hislerini de fazla karıştırmamak gerek. Neyse herşeyi genellemeyi seven insan zihninin bana düşen payı da olabilir bu tabii ki.

Güdülmemekten bahsetmeye çalışıyorum sadece. Aslında sözüm tüm gözlüklü, bıyıklı mühendis olarak yetiştirilmeye çalışılanlara. İstemediği şeyleri zorla yapmak zorunda olan insanları görmeye dayanamıyorum sadece o kadar.

Neyse bu hafta politik konulara girip de 68 kuşağı damarım tutmuş edasıyla meydanlara inmiş havasına girdim gibi. İlk günü yarın anlatırım. Madem herkes okullarına döndü artık tatil bitti. Ben de yeni bir yayın dönemini başlatıyorum. Artık pazartesi cuma birer yazıyla geçmeyecek. Ama bu eskiden geçiştiriyordum havası yaratmasın. Her seferinde diyorum size ben kötü biri değilim diye. İnanın artık...

Herkese iyi bir hafta diliyorum. Öğrencilere de iyi bir dönem. Hadi bakalım bu dönem yüksek notlar bekliyorum herkesten. Hatta ben bile çalışıcam bu dönem ders. Çok acayip olacak gibi.

İyi haftalar, iyi dersler...

Sigara da bi garip pufff filan...

Sigara bağımlılığına neden olan kimyasal madde nikotindir (hmm.. ben de bilmediğim birşey söyleyeceksin sanmıştım). Nikotin bağımlılığı tıbbi açıdan eroin, alkol ve kokain bağımlılığına benzerlik göstermektedir (anam!.. ben ne yapıyormuşum böyle?!). Tiryaki olan bir insanın sigarayı bırakması eroin bağımlısının eroinden kurtulması kadar zordur ("sigara bırakılmaz sigaraya ara verilir" demiş bir büyük şahsiyet, "haklıymış!" dedim. ve yine öncesinde anam ben ne yapıyor muşum böyle?! vecisesini sarfettim. ehehe olmazsa olmaz).


Sigaradan ilk nefesin çekilmesi ile nikotin, birkaç saniyede beyine ulaşarak bazı merkezleri uyarmak suretiyle etkisini gösterir (kanıt peşinde'de burası bi manyak efektle canlandırılırdı ki. böyle ağızdan giriyo duman, direkt ciğerler, sonra kana karışması filan 3 saniye insan vucüdu dersi gibi bi hızlandırılmış ses efekti (fşşştttfuruçırıkku.. yazıyla olmuyor yoksa ağzımla iyi yapıyorum bu sesi) girerdi. tabi izlemeyen bilmez. neyse...) Buna bağlı olarak, bağımsızların (liberaller yani) ilk nefesten sonra bir rahatlama, endişe ve sıkıntıların hafiflemesi ve zihnin daha hızlı çalışması gibi algıları olur (ki bence külliyen yalan öksürmekten iki gün kendine gelemiyo insan). Ancak bu sanılanın aksine sigaranın yarattığı bir rahatlama olmayıp, çoğu kez yoksunluk hisseden kişinin vücudunun aradığı maddeye kavuşması (sevenleri ayırmayın) ile duyduğu iyilik hissidir (hepimiz matrix'iz tabii).

Diğer taraftan, nikotin alımının kesilmesinden sonra ilk 24 saat içinde (bu bende bikaç gün, hafta veya ay sürdü) sigara için dayanılmaz bir istek, huzursuzluk, kızgınlık, endişe, dikkati toplama zorluğu, kalp hızının azalması, iştahın artması gibi bulgular ortaya çıktığı bilinmektedir. Başka bir deyişle nikotin eksikliği bağımlılarda yoksunluk bulguları olarak bilinen somut belirtilerin görülmesine neden olur (biraz ciddiyet olsun diye araya girmedim. yoksa burdayım hala sen yaz). Sigaranın bırakılmasında en büyük engellerden biri bu yoksunluk duygusunu tamamlamasıdır. Kişi eksiklerini bu şekilde giderdiğini zanneder, bundan dolayı bir tatmin duygusuna kapılır.

Bütün bu nedenlerden dolayı, sigara bağımlılığı Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından artık ilaç ve madde bağımlılığına benzer bir hastalık olarak kabul edilmektedir (kesin var ya bundan önceki başkanlar sigara içiyodu, bu başkan içmiyodu diğerlerine pislik olsun diye kabul ettirdi). Günümüzde hastanelerde sigarayı bıraktırma poliklinikleri açılmış, bu konuda tıbbi yardım olanakları artmıştır (ben kendim bırakırım ya. kimsenin yardımına ihtiyacım yok benim deme bak döverim seni).

Sigara bireyin günlük yaşamda karşılaştığı sorunlardan doğan kaygıyı azaltarak bir an için onun sıkıntı ve gerginlikten kurtarır (anaa!.. haklı galiba lan...) Bu durumda sigara bir sığınak halini alır. paketten sigara çıkarmak, dudağa yerleştirmek, yakmak, içine çekmek, külü silkelemek, söndürmek ya da yere atmak kişisel özelliklerin de yansıdığı bir davranış biçimini oluşturur (sigara bağımlılığı hakkında duyduğum en güzel tespit. bağımlı yapan bu zaten. bir yerden sonra kişiliğin bir parçası olması). Bu davranışın sık sık tekrarlanması kaygı ve sıkıntıdan kaçış için ufak çapta bir tören niteliği kazanır (ben eski sevgilime her sigara içişimde tekrar kavuşuyorum gibi sanki...).


Gençlik çağının ruhsal ve toplumsal özelliklerinin gencin sigaraya başlamasında ve bu alışkanlığı sürdürmesinde önemli bir etken olduğu görülmektedir. (hepimiz genciz, hepimiz melankoliğiz de de kurtulalım. sanki bunu yazanı hiç sevgilisi terketmedi). Gençlik çağında sigaraya başlama nedenleri , hemen hemen (aman çabuk olun. sanki kaçıyoruz) her araştırmacının ortaya koyduğu nedenler çoğunlukla birbirinin aynısı olmuştur. Sigara başlama sebepleri: (dur buna yeni paragraf açalım mühim şeyler diyecek)

Sigaraya başlama sebepleri: Toplumdan kaçma eğilimi (haa eğilip de kaçıcam toplumdan ehehe görmezler belki), kaygı (mümkün), sıkıntı (eveeet.. bak yaklaşıyorsun), arkadaş etkisi (lan.. lan.. lan.. az kalmıştı haa.. bunu üç yaklaşık olarak sayıyorum), merak (hmm.. hadi bu da olabilir gibi. ama bu dediğin lisede ortaokulda olur), taklit (yuh! sensin o! en çok sinir olduğum sebep), özenti (aha en çok sinir olduğum sebep bu! deminki ikincisi olsun), özdeşleşme (ilginç..), sınırsız özerklik (futbol federasyonunda herkes içiyo yani), otoriteye başkaldırma (babandan sigara istemeyi biliyon ama eşşoğlusu seni..), güvensizlik (neye? kime?), yetersizlik (bakış açısına göre değişir. neye? kime? kardeşim...), karşı cinsle ilişki kurmak (ehehe sigara içmeden önce de sevgilim oldu benim nabeer...), sorumluluktan kaçma (kültablasını kim boşaltacak. büyük dert), büyük görünmeye çalışma (ortaokul ve liseliler için 1 numaralı sebep bence), sigaranın arkadaş yerini tutması (aha bu da ilginç ha..) şeklinde sıralanabilir (bilemedin işte yaklaştın ama bilemedin, gerçi yani bikaç madde birden birleşirse olabilir).


Bu kadar kötü birşey işte sigara, insanı güldürürken öldürür. Hiç içmemek, hiç başlamamak en iyisi. Burada bunları okuyup sonra gülüp de sigaraya başlayıp sonra bana 18329489234 milyon dolarlık tazminat davası açmayın ama söz verin (keşke yazının başına yazsaydım ama şimdi uff yaa.. zor iş). Bi de sakın içmeyin. Yani ölmek öyle sandığınız kadar "cool" bir olay değil. Onu bırak da "cool" olsa ne olacak öldün işte, öyle filmlerdeki geri geleyim kız arkadaşım bana hasta olsun olmaz. Korkar kaçar yani kim olsa kaçar, hatta ilk ben kaçarım.

Yaşadığınız her günün bir hediye olduğunu unutmayın, ve bu hediyeyi nasıl kullanacağınıza kendiniz karar verin.

Live 4 it! Haftanın Klibi



Haftanın klibinden herkese merhaba. Bu haftaki konuğumuz bir vakitler başka bir şarkısıyla daha konuğumuz olmuş olan, en beğendiğim şarkıcıların arasında ilk4'e girer. Madonna, bizimle birlikte... Love profusion bu haftanın klibi. Madonna yine harika...

"I've got you under my skin" bu şarkı sözünü birçoğunuz biliyorsunuzdur. Anlamı derimin altındasın değil tabii ki (smiley kullanıp kullanmama konusunda hala fikir ayrılığı yaşıyorum hatta fikir içsavaşı bile denebilecek kadar melun bir durum kendileri) "içimdesin, kalbimdesin" demek.

Bu sözleri taşıyan orjinal şarkının adı aynı zamanda bu sözlerin kendisi. Frank Sinatra'nın bir şarkısı. İçimdesin... Aşka bakışı aslında ikiye ayırmak geliyor içimden benim. Birincisi içimdesin diyenler. Aynen bu şarkıda olduğu gibi. İkincisi ise Edith Piaf'ın "tu es partout" (her yerdesin) şarkısında dediği gibi bakanlar. İçimdesin diyenler koruyucu bir bakış açısı taşırken, her yerdesin demek sanki daha bir fazla gibi. Ama içinde bir başkasını taşımak, annenin çocuğunu taşıdığı ve hayat verdiği gibi farklı bir duygu, farklı bir tutku...

İkisini de düşününce birbirinden farkı yok, özünde tutku var. Karşılaştırıp da büyüsünü küçük düşürmeyeyim. Sevilmek çok güzel, tutkuyla sevilmek ise bir ayrıcalık gibi. Kahramanmış gibi hayranca bakışları hissetmek, onun gözünde herkesten farklı olmak hayata daha güzel bakıyor insan bu zamanlarda. Son'u düşünmekse bazen bir kabus, daha önceki Son'ların kabuslarıyla uyanmak, bundan korkmak... İnsan düşünmeden duramıyor.

İçimdesin... Bu şarkı tüm tutkulu aşıklar için bu hafta. Herkese iyi bir hafta diliyorum.

11, 12, 13 Eylül... tıp!


Şimdi iftar sonrasında herkesin üstüne bir ağırlık çökmüştür. Çaylar da içilip televizyonun karşısında dizilerin arasında kaybolunup gidilmiştir. Bugün ramazan'ın ilk günü, dün 12 Eylül'ün yıldönümüydü. Önceki gün de 11 Eylül'ün. Çok fazla belirli gün ve hafta arka arkaya gelmiş.

En çılgın olanı 11 Eylül, en çok üzüldüğüm 12 Eylül, ramazan ayının gelişini ise seviyorum. Hergünün önemi ayrı sözü için çok güzel bir üç gün. Herşeyi bir kenarı bırakırsak, eylül ayı geldi ve neredeyse yarısını bile geçiyoruz.

Son zamanlarda yine bir talihsiz serüvenler dizisi yaşıyorum. Nasıl desem hani eylül ayında televizyonlar yeni yayın dönemine başlar ya, hah! işte onun aynısı gibi oldu. Bir anda herşey üstüste geldi ki en sonuncu dün gece 2 sularında durup dururken sandalyemin kırılmasıydı. Allah'ım ne istiyorsun benden diye ağlayacak, ulu dağlara haykıracak gibi oldum.. Ne yazık ki en yakın dağ çok uzaklarda biryerlerde. Gitmesek de görmesek de o bizim dağımız ve bu gibi anlarda çıkıp bağırası geliyor insanın oralara. bu yazıyı yazarken sağ koluma felç indi sanırım nasıl da tek elle blog yazılır onun bir belgesi niteliğinde bir yazı oluyor.

Güneş gözlüğüme top çarptı yamuldu, normal gözlüklerimin camı çizildi, diş dolgum düştü, tekrar boğaz enfeksiyonu kaptım, eve geldim masam kırılmış, yahu hepsini bıraktım da şu masa nasıl kırıldı anlamıyorum yahu. Gitti masa yani "tövbe tövbee..." dedirtiyor insana böyle olaylar. Bir de sürekli bir halsizlik, yorgunluk, bir bezginlik, boğaz ağrısı,... isyan ediyor vücut resmen. Bu yaz harika geçti ama bir o kadar da yorucuydu. Şimdi sonbahar. Aşık olalım, yağan yağmuru izleyelim ve kahve içelim... gerisinde endişelenecek birçok şey var ama hepsine ufak bir ara.


Küresel ısınma ne zaman bitecek? biz ne zaman bere takacağız? Sırf bu küresel ısınma yüzünden soğuk havaları yaşayamacağız ya ben de o yüzden alternatif enerjide uzmanlaşıyorum ki şu melun dert ile mücadele edeyim de kurtulalım... Gerçi ben tek başıma birşey değiştiremem sadece burada kazandığım parayla daha soğuk bir yere yerleşirim. Kendim için bencilce bir çözüm oldu üzgünüm... Nioahahaha nameleri yükselirken uçağa binen halimi hayal ediyorum.

Tepedeki resmi değiştirdim. Live 4 it! yazısını tekrar getirdim. Öze dönüş gibi birşey.

Live 4 it! Haftanın Klibi



Bu haftanın klibini ona ayırmamak saygısızlık olurdu. Klasik müziği seven, sevmeyen birçok insanın sempatisini kazanan, daha doğrusu sevmeyeni olmayan bir insan bu hafta bizim konuğumuz. Geçtiğimiz günlerde hayata gözlerini yumarak tüm sevenleri yasa boğdu. Tahmin ettiğiniz üzere bu insan Pavarotti. Pavarotti' ye burada yer vermek bir onur benim için. Hele ki en sevdiğim şarkılardan biri olan Ave Maria' yı burda yayınlamak büyük bir zevk.

Aslında şarkı dememek gerek bu bir dua. Meryem Ana için yazılmış. Gece uyumadan önce ışıkları söndürüp yatağa uzanın ve dinleyin. Pavarotti sanki hala yaşıyormuş gibi. Sanatçılar öldüğünde bir garip oluyor. Bizim ölmemiz gibi değil. Geride kalıcı birşeyler bırakabilmek çok farklı. İnsanların duygularına hitap edebilmek.

Bunu dinlerken kız arkadaşımla konuşuyordum. Hayatın ne kadar değerli olduğunu her anın birlikte geçirildikçe güzel olduğunu anladım tekrar. Neden bilmiyorum şu an daha farklı bakıyorum herşeye. Uzun zaman sonra bu kadar mutlu ve huzurlu olmamıştım. Teşekkürlerimin hepsi onun için...

Ankara Devlet Tiyatrosu'nda geçirdiği günleri hayatının en kötü günleri olarak tanımlıyordu. Bizim ne kadar kadir kıymet bilmediğimizi de görmüş olmasına üzülüyorum. Huzur içinde uyu Pavarotti...

Herkese iyi bir hafta diliyorum.

Gülmek de bir garip acı filan

Farkındayım. Yeni blog olayım kocaman bir hayalkırıklığı gibi... Zaman asla yeterince sahip olamadığım bir oyuncak gibi. Oynamaya başladığım anda kırıyorum. Biraz garip bi cümle oldu farkındayım. Yetmiyor zamanım istediklerimi yapmaya veya zamanı verimli kullanamıyorum desem daha anlaşılır bir üslupla anlatmış olurdum. En azından anlatmış olurdum.

Neyse toparlıyorum. Son günlerde bir türlü kafamı toplayıp yazamıyorum. Nasıl desem istediğim gibi olmayacağından korkuyorum o yüzden yazamıyorum. Ciddi ciddi stres oldum diyebilirim. Bugün ufak bir haftasonu tatiline çıkıyorum. Pazartesi gününe kadar internetten uzak gayet sessiz, deniz gören ve medeniyetten ne uzak ne de çok içinde olan bir yerde kafamı dinlemek istiyorum. Okul açılmadan ve sorumluluklar altında boğulmadan bu son bir derin nefes olacak. Sonrası "Finding Neverland" gibi bir yolculuk.

Yorumlara da cevap yazamıyorum. Biliyorum bana kızdığınızı ya da nasıl desem hani takmıyor diye düşünmeyin. Ben kötü biri değilim gerçekten. Hem kim demişti hatırlamıyorum ama "İnsanoğlu o kadar büyük acılar çeker ki, hayvanlar arasında bir tek o gülmeyi icat etmek zorunda kalmıştır." Neden güldüğünüzü düşünün bazen ya da neden gülmek istediğinizi.

Live 4 it! Haftanın Klibi




Live 4 it! Haftanın Klibi'nden herkese merhaba. Rock'n Coke'un öncesinde ve sonrasında beni etkisi altına almış olan bitkinlik dalgasıyla boğuşuyorum. Bir türlü oturup da kendimi toplayamıyorum o yüzden de sürekli bir yorgunlukla boğuşuyorum. Bu fiziksel bitkinliği atmak için bildiğiniz ilaçları tavsiye etmekten kendinizi alıkoymayınız.

Bu hafta farklı bir konuğumuz var. Emir Bey Grubu bizimle birlikte. Aslında geçen hafta koyacaktım ama teknik aksaklıklara takıldı. Bu hafta da türlü türlü aksaklığın ardından sonunda bizlerle birlikte. Bir konser kaydıyla bizimle birlikte zira henüz bir klipleri yok halihazırda çekilmiş. Umarım o günleri de görürüz.

Emir Bey'le görüştüğüm gün fazlasıyla müzik tarzı hakkında bilgi sahibi oldum. Kişilik taşıyan ve prensipleri olan bir gruplar o yüzden benim saygımı kazandılar. Kendi çizgileri korurlarsa inanıyorum ki bu farklılıkları birgün farkedilecektir.

Hatıralar şarkısını daha önce Mirkelam eşliğinde burada dinlemiştik ama bu kez daha farklı bir yorumla bu şarkı size haftanın klibi olarak ulaşıyor. Alternatif Enerji Şenliğinde seslendirdikleri şarkılardan biriydi. Ben de daha önce söz verdiğim üzere sizlere Emir Bey'i takdim ediyorum. Beğeneceğinizi umuyorum.

Herkese iyi bir hafta diliyorum...

Rock'n Coke 2007 gelir hoşgelir...

Çok gezip çok gördüğüm bir yazın sonuna gelirken. Ders yılı öncesinde kapanışı Rock'n Coke ile yapacağım sanırım. Herşeyin çok garip gittiği zamanlar bu zamanlar. Yani düşünsenize ben çarşamba gecesi hastanenin Acil'inde yatıyordum. Bugün ise Rock'n Coke'a gitmek için evden çıkmak üzereyim. "Hayat da bir garip vapurlar filan..." Derken şaka yapmıyordum. Orada olacak olan blogger'lar ile toplaşalım diyecektim ama haberleşmek için artık çok geç. Neyse iki gün oradayım belki tanıdık bir yüz ile karşılaşırım. Gelecek olanlardan bu yazıyı okuyanınız olur diye ben geç de olsa yazayım dedim.

Rock'n Coke 2007 'de sahne alacak gruplar hakkında açık konuşmak gerekirse pek bir yok. Hatta bilgim hiç yok diyerek cahilliğimi ortaya koyayım. Güzel bir festival yazısı olsun. Rock'n Coke'a ilk kez gidişim olduğundan merak içindeyim "bakalım nasılmış?" edasıyla gidiyorum.

Herkese iyi bir haftasonu diliyorum. Gidecek olanlara da iyi eğlenceler...