Live 4 it! Haftanın Klibi


Aranıyor.. Sahibi ruhumun. Ruhunu başka birine teslim etmek isteyen birinin de aklı selim biri olması beklenemez herhalde. Beklenir mi? Ben beklemezdim. Ben, benden birçok şeyi beklemezdim de..

Bir Eurovizyon'u daha geride bıraktık millet olarak. Avrupa'da bu işe bizden daha çok değer veren kaç ülke var bilmiyorum ama oylama sırasında verilen puanlara yorumları dinledikten sonra eline bayrağı meydanlara çıkarak, "Kahrolsun Avrupa! Türkün Türk'ten başka dostu yok! bizi AB'ye almazlar arkadaş!.. Santrayla beraber omuz omuza!.." moduna girebilir insan. Her oy bir stres kardeşim. Neyse politik olaylardan sıyrılalım. Müziğin evrensel birleştiriciliğine dönelim. Mor ve Ötesi - Deli ile bizlerle birlikte.

Beni büyütüyor zaten. Sahte bile olsa düşler güzel. Ne hata yapıyorsam bu faili meçhul tutkumdan. Herkes akıllı bir ben deli.. Hala ama hala ruhuma bir sahip arıyor olmak da bunu gösteriyor. Ders almaz, uslanmaz. Ben buraya kadar nasıl geldim. O da benim sırrım aslında. Delilik ve dahilik arasındaki ince çizginin diğer tarafına da geçmiyor değilim orda ne var diye bakmak için arada. Ama aranırken ne bulacağını tahmin etmek güç bazen.

Klipteki gibi kuklalara hapsolmaktansa deli kalmak daha iyi. Kalıplaşıp öylece kalakalmak. "Sen delisin" dediğiniz sürece hala yaşamak güzel.. Sahibi ruhumun..

Herkese iyi bir hafta diliyorum. Mor ve Ötesi 12 puan!.. ;p

Ben Çocukken No.5

Ben bayağı bir küçükken bir yere misafirliğe gittiğimizde banyolarında gördüğüm küçük sabunları görünce avrupalı beyaz insan görmüş hintli misali bir sempati, leyla görmüş mecnun gibi bir sevgi ve elde etme hissi duydum. Beyin bir anda kendini açtı kapadı gibi denebilir. Anneeee... ne kadar güzel bunlar.. Bunlardan biz de alalıımmm lütfeeenn enneee gibi Fırat gibi çocuk olmuştum. Allahım ama o kadar güzellerdi ki. Kafayı yiycem bu sabunlar için.. İşte o günden sonra bende küçük, renkli ve şekilli o sabunlara karşı bir sevgi doğdu. Sonra gördüm ki tüm renkli kalıp sabunları seven bir insanmışım ben. Hele bir de hafif bir şeffaflık taşıyan, güzel kokulu, anam anam ben dayanamam gider alırım evde biriktiririm kullanmaya da kıyamam. Çeyizlik gibi birşey bu :) Ben çocukken o küçük sabunlar hep aklımda kaldı. Onları ne zaman görsem ben bir zamanlar veledin biriydim diyorum. Eski zamanlara dönüyor, bu zamana nasıl geldim diyorum. Bu küçük sabunlar beni mutlu mu ediyor yoksa üzüyor mu karar veremiyorum..


Okulun önüne pamuk şeker satan adamlar gelirdi. Bu pamuk şekerciler uzun bir sopaya bir ağacın dalları misali yerleştirirdi pamuk şekerlerini ve uzaktan bakınca sanki pembe küçük bir ağacı yüklenmiş geliyordu. Bu ağaç sanki cennet bahçesinden dünyaya inmişti. Ağacın üst dalları pamuk şekerindendi, altlara indikçe ağaca tutturulmuş bir sürü oyuncak olurdu. O kadar güzeller ki hepsini almak istemeyen bir çocuk olamaz. Su fışkırtan yüzükler sanki Yüzüklerin Efendisi'ndeki güç yüzükleri gibi her biri sana bir özellik katıyor. Üstündeki en dandik ve hatta kanser yapıcı maddelerden imal edilmiş elmas şekilli şeffaf plastik aklını başından alıyor. Küçük poşette kolonyalar vardı. Böyle sıkınca patlıyor, arada gözümüze kaçıyor ama olsun o kadar güzel renkleri var ki. Küçük poşetlerinde bir avuç dolusu aldığında sanki elinde bir avuç zümrüt taşıyormuşsun gibi hissediyorsun. Solo testler, çatapatlar, torpiller, en dandik şaka malzemeleri, oyuncak tabancalar, herşey o kadar güzel ki.. Tenefüs hiç bitmesin de o ağacın başından hiç ayrılmayalım..

Siz küçükken hiç thundercats'i izlediniz mi? Deli olurdum ben o çizgifilme. Thunder! Thunder! Thunder! Thundercat'ler hooovv! diye bir özdeyişi vardı ki. O sırada normalde taşıdığı ufak boydaki kılıcı her thunder deyişinde biraz daha büyürdü. Bu kılıcın ortasında thundercat'lerin amblemi vardı ve bir nevi Batman'i çağırma gibi o sembol kılıçtan gökyüzüne yansırdı. Bu kahramanlar kedigil insan karışımıydılar ve benim kedigil sevgime de katkıları olmuştur. Zaten bir kedinin duruşundaki asaleti ve zekayı görebilen birinin kedileri sevmemesi mümkün mü :) Göremiyorsanız bence görmek istemediğinizdendir. Neyse bu kılıçtan benim de vardı. Ama en dandik, en plastik ve en Çin malı cinsinden. Ne güzel oynardık kardeşimle. Bugün bir Aragorn, bir Darth Vader, Usta Windu, Dartanyan veya Çizmeli Kedi'den iyi kılıç kullanabiliyorsam, bu plastik kılıçlar sayesindedir ;p


Bu kılıçlar arada kırılırdı ve benim içim yanardı. Ben bir de bu kılıçlarla uzay gemisiymiş gibi oynardım ki "nasıl bir manyakmışsın sen!.." diyebilirsiniz. Ama yine de en karizmatik kılıçla atraksiyonu He-Man yapardı. "Gölgelerin gücü adına!.. Güüüç bende artııık!.." Bu konuda üstüne kahraman tanımam. Ama thundercat'lerin o kılıçlı atraksiyonu iki çeşitti birisi aşağıdaki videoda göreceğiniz diğeri de kılıcı He-Man misali yukarı tutarak yaptığı ki benim favorim 1.si'dir. Aslında bir daha izleyince He-Man'inki ile rahat kapışır thundercat'in olayı :) Nihayetinde, He-Man ve She-Ra'ya daha sonra değineceğim.


Anaokuluna ilk gittiğimde 5 yaşındaydım. O zamandan beri kendi ayaklarım üstündeyim aslında. Ben küçükken çok akrabada kaldım. Anne ve babam çalıştığından anaokulundan önce gündüzleri birçok akrabama bırakıyorlardı beni. En son durak anneannemler oldu. ben nasıl desem belli bir yaşa kadar evde değil anneannemlerde kaldım. Kendi evime çıkmış gibi okula gitmek için. O zamanlar ki anaokulu zamanından bahsediyorum. Öğle yemeklerinde çayı metal bardaklarda içerdik. Cam olmamasının sebebi kırıp bir yerlerimize batırmamamız içindi. Bu metal bardaklara çayı yarısına kadar koyarlardı. Metal olduğundan çabuk soğurdu çay. Hayatım boyunca asla çay bana kadar tatlı ve güzel gelemedi. Oradaki çayı birdaha asla içemem zaten. Orayı yıkıp alışveriş merkezi yaptılar üstüne. Ben çok küçüktüm. Hafta başında, içinde çarşafı, yastığı ve yorganını koyduğu büyük torbasıyla ikinci evine giden, diğer arkadaşlarına taşımak için yardım ederken çizgifilmi kaçıran ben.. Yanyana ranzalarda yatarken uyumak yerine sevdiği kızla konuştuğu için hocanın hep kızdığı ben.. şimdi eroy olan küçük eba hala içimde yaşıyor.. Bir kez daha fafa için neler vermezdim. fafa'yı sonra anlatırım artık..


Diğer Ben Çocukken'ler de burada

Johnny be good..

Herkese günaydın.. Burnum akıyo gibi o yüzden sesim biraz garip kusura bakmayın. Son günler o kadar yoğun ki yani vay anam vay.. işte. Aslında vay eroy vay.. Aynı gün içerisinde gireceğiniz iki sınav arasında 10 saat fark olur mu yahu! Yazık ama bi yerden sonra.. Tüm gün teknik resim çizdiğimden kesin gözlerim 0.25'ten az olmamak üzere hasara uğramıştır.

Bunları bir kenara bırakırsak, Yıldız'da şenlikler başladı ve benim hergün sınavım, yetiştirmem gereken projeler, lan delirecem :) Bunalıma girdim resmen. Yani tüm bir dönemi bir kenara bırakıp sadece eğlencelere katılmak istiyorum. Tabii ki herkes ne güzel sevgililerini alıp gelmiş, insanlar içsin eğlensin.. Kıskandım ama :) ki böyle bir huyum yoktur. Nice zaman ola ki ben böyle hissetmemiştim. Bu satırları yazarken telefonumun alarmı çalıyor bu da demek oluyor ki evden çıkmam gerek artık ama ben daha pijamalarımı bile çıkarmadım ki. İçtiğim kahve uyku mahmurluğumu üstümden atmama yardım etse de boynumun ağrısını, burnumun akmasını, nefes alamamamı, uyandığımdan beri normalde aldığım nefesin ancak yüzde kırkını almama sebep olan bu ciğer yanmasını filan hiçbirini alıp götürmüyor. Vücut isyan ediyor ki ben vücudumun yerinde olsam beni bi döverdim, bi döverdim iki ay ayağa kalkamazdım o zaman.

Şaka bir yana sıkıldım. Bu şenliklerden uzak olmak, bir sürü seçim yapmak zorunda olmak, bir sürü sorudan tam puan almak zorunda olmak, bu kadar olmak fiilinin yanında sevdicek birinin olmaması da ayrı bir ironi :) Ama hakkatten dün çok sıkıldım. Ah bi de yanıma geliversen, hani bi de beni fark edebilsen.. :)

Bugün iki sınavım var ve ikisi de aynı anda başlıyor. İkisi de önemliden de öte. Ben ne yapayım.. Off.. sıkıldım diyim ki aslında ben çok nadiren böyle sınav konusunda sıkılırım. Bu gibi durumları ilerde anlatılacak anı olarak görmek benim içimden gelen bir olgu.

Bu akşam sınavlarım biter bitmez. Ben çıkarım gider şenlikte Pentagram dinlerim.. Ertesi güne yapılacak manyak otoparkın canı cehenneme ;p ehehe.. yok öyle demiyorum. Hadi bu sefer de demeyeyim. Ama ya millet ne güzel oturmuş, eğleniyor, bir de okulda sigara içmek yasak ama heryerde içki içiliyordu dün :) bu da ne enteresan memleket.

Şenlik, aşk, eğlence, müzik,.. uzak geliyor bugün. Yarın çok mu yakın olacak? Hayır.

Bi de Betül'ün dediği içimde yer etti :) Ben yorumlara cevap yazıyorum ama böyle sıcağı sıcağına olmuyor evet haklısınız :) bazen aklıma geliyor tekrar okuyup hatırlıyorum öyle cevap yazıyorum. Saçma bişey evet :) Birgün gelecek blogda herşey güzel işleyecek. Ben göremem o günleri belki ama olur birgün :)

Şenlikler.. off.. Run eroy run!.. Neyse ben de Tony Stark gibi adamım yahu :)

Live 4 it! Haftanın Klibi


Arasıra bu tarafa bakıversen, hani bi de beni farkedebilsen... yeteeer... Bir dokunuş yeter... Özlem Tekin - Cinayet klibi ile bizimle beraber. Özlem Tekin ki Şebnem Ferah'ın yerine koyabileceğim tek insanlardan birisin.

Ah ben cinayet sebebiyim biliyorum. Bu kadar da megalomanlığın sınırı zorlanırken nasıl olur da hayata küsmenin en alt sınırında dolaşılır? Tabii ki bu da beni ben yapan birkaç milyon şeyden birisi. Ama bir öpücük herşeye yeter.. Hem neden tevazu göstermeyeyim..

Ama benim kadar sen de var.. Elini atıp beni alıversen.. Bir bakışın yeter :) Yaz da geldiği için pek bir mutluluk saçılır gibi etrafa. Lakin şimdi herkes eğlenirken ben bu fani şeylere vermek zorundayım kendimi. Zamanında başka fani şeylere verirsen kendini sonra böyle olursun iştee.. diye bir tez konusu daha.

Tevazu göstermek gerek.. Herkese iyi bir hafta diliyorum..


Live 4 it! Haftanın Klibi



Live 4 it! Haftanın Klibi'nden herkese merhaba!.. Back to 80's yapalım bu hafta. El Classico kıvamında Rocky IV' ten bir soundtrack sunalım. Daha son bu filmden haftanın klibi yapıyorum.

Survivor - Burning Hearth ile bizlerle birlikte. Hayat bazen kısa bir film şeridi gibi gözümüzün önünden akar gider ya o zaman demek ki hayatı bir filme benzetebiliriz. o zaman, hayatımızın da bir soundtrack'i olmalı. Ben zaten bunu her hafta yapıyorum. Her anının bir şarkısı var. Her anın bir sözü, müziği hatta klibi var. En sevdiğiniz şarkılar, en sevdiğiniz insanlar, en sevdiğiniz ya da en sevmediğiniz herşey var bu albümde..

Kalbinizin tutkuyla dolu olduğu zamanlar gelir. Birşeyleri yapmak, birşeyleri düzeltmek, yıkmak, yakmak, sevmek, nefret etmek,.. hissedebileceğimiz her duygu veya yapabileceğimiz herşey için tutkumuz zirveye çıkar. "Kazanmak neye yarar kaybeden olduğunda" sözü bize bir anlam ifade etmeyebilir o zamanlar..

Savaşmak, tutkuyla düşmanın üstüne gitmek. Sevdiğin insan için, bitirmek istediğin okul için, seni küçük gören insanların üstüne gitmek ya da amaçsızsa saldırmak hayata.. İstersen profesyonel bir yönetici ol, istersen bir öğrenci ya da öylesine, aklına gelebilecek herhangi biri. Tutkuyla birşeylere sarılırız. O zaman daha öncesinde ne olduğumuz değil, neye dönüştüğümüz önem kazanır. İstediğimize, sevdiğimize, kendimizi tatmin etmek için sayısız şeye tutkuyla bağlanırız.

Başarıya sevindiğimiz kadar başarısızlığın bizi üzmesi de bir o kadar fazla olur. Hiçbir hatayı hoşgöremeyiz. Bizim hayattaki o an için tek amacımız hata affetmez.. Biz niye edelim.. Teslim olmak yok. Bugün veya yıllar sonra. Sen kendine karşı savaşıyorsan belki de bir ömür boyu... Uykusuz, huzursuz, duygusuz, ruhsuzlaşıncaya kadar gider bazen amacımızdan saparız. Ne için savaştığını bilmeyen bir halde, amaçsızca.

Ne olursa olsun bundan pişmanlık duymadan, bu tutkunun esiri olmayı bile göze alarak.. Senin için, aslında benim için.. ya da aslında sadece olmasını istediğimiz için.. di.

Herkese iyi bir hafta diliyorum...

Live 4 it! Haftanın Klibi




Live 4 it! Haftanın Klibi'nde bu hafta en büyük aşkım Şebnem Ferah - Can Kırıkları ile bizlerle. Ona benzerdi sevdiğim ama sevdiğimi bilemedin.. Kişisel iletiler işte..

Ben canım kırıldı gerçekten. Tekrar birleştirmek zordu. Birleştirirken birkaç kez daha kırdım. Elimde tutamadım. Çatlakları görünmesin diye elimden geldiğince özenli çalıştım. Kırışıklık giderici kremler, ya da saçların kırıklarını aldırmak gibi kalp kırıklarını yokeden bir yol, yöntem olsa. Sevince bir anda yenileniyor ama kalp o bir mucize işte..

Tüm sorunların, işin, sorumluluğun, geçmişin, şu anın, geleceğin herşeyin arasında gerçekten tek başıma kaldım. Yanına gitmek istediğim ya da yanıma gelmesini istediğim.. hepsi ama hepsi birer hayal kırıklığından öte gitmiyor. Ama benim belki de gizli bir bildiğim var..

Asıl içimdeki o deniz.. Kırılmış can parçalarından bir deniz.. İçinde yüzerken her yerini kesen, acıtan..

Herkese iyi haftalar..

Zamana karşı omuz omuza..

Şimdi diyelim ki yarın sabah 11'de buluşacağız. Hemen yüksek anatiliğe sahip olduğu Loreal Paris Laboratuarlarında deneylerle kanıtlanmış zihnimin içinde sanki hani Milka reklamlarında küçük böyle ne olduğu konusunda fikir buhranına girdiğim şeylerin çalıştığı atölyede mesai başlıyor. ( Bi de onlar hakkaten nedir yahu? Sincap, rakun, porsuk, kunduz ve isviçre çakısı ;p arasında gidip geliyorum)


Şimdi saate bakalım.. Saat 20:47 . Şimdi benim yarına hazırlamam gereken rapor, afiş, sponsorluk faaliyetleri dosyası gibi türlü türlü şey var. Salı gününe İmal Usulleri ödevi var ki şu an Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümünde okuyan ve bu dersi alan herkes tam bir İmal Usulleri Ödevi Çılgınlığı yaşıyor. Herkeste bir telaş. Ben daha hiçbirşey yapmadığım için bir bohem ve tedirginlik birlikteliği birarada. Hadi yapayım dedim. Pense denk gelmiş bana. Nasıl imal edilir, malzemesi vs. şeyler yazmam gerek. Türkiye ve dünyada pense üreten firma avına çıktım. "Yahu nasıl yapıyorsunuz şunu bi söyleyin gözünüzü seveyim.." diye mailler attım. Lan Çin'e bile mail attım ya. Numunelik davranışlarım var benim :) Şirket sırrıdır diye vermeyen oldu. Sanki kendime pense fabrikası açıp rakip olucam yahu. Ne yapıyosunuz yaparken. Hatta o da değil yani bu pensenin ilk böyle parça demirken filan dövülüyor filan fişmekan işlerini ismini sordum. İlerde ben öğrencilere hep destek çıkıcam böyle olmıycam.

Neyse ödevi yap yap bitmez zaten. Pazartesi sınav haftası başlıyor. Al eline kuponu ara Nalkaponu!.. Salı günü tarihimin en önemli günlerinden biri olacak zira artık iş hayatına giriş yapıyorum. Çok acayip gelişmelerin olmasının yanısıra büyük hayalkırıklığı da olabilir. Neyse farketmez gibi kasa hep kazanır çünkü :) Şaka bir yana çok önemli. Çok o kadar önemli ki anlatamıyorum çünkü ticari sır :p

Bunlardan kurtulursam Haftasonunda ehliyet sınavına gireceğim ki bugün ilk kez sürdüğüm arabayı GTA oynar gibi kullanınca yanımdaki hoca sana hayatta ehliyet vermezler dedi. Bugün şunu öğrendim ki araba kullanmak, araba yapmaktan zor. Kısmet işte.

İşte neyse çok iş var bunları geçelim daha fazla kafa karıştırmayalım. Yarın 11'di değil mi. Şimdi ben gece 5'te yatsam 4 saatlik uyku periyodunu tamamlamak gerek çünkü. Yalan ama ben kendimi kandırıyorum neyse. 9'da kalkarım önce elimi yüzümü yıkamaya gitmeden bilgisayarı açarım ki elimde kahveyle döneceğim için hazır olsun herşey. Gerçi yatmadan önce baktığım yerler ben uyanana kadar ne kadar değişmiştir orası ayrı. Duş, giyinme derken şimdi saati düşünelim. Taksim'de buluşacaksak. Yarım saatte giderim.10:30 iyi ama evden metroya yürümek 4 dakika desek geriye 26 dakika kalır. Ha Galatasaray Lisesi önünde buluşacaksak bu zaman yeterli. Ya iki dakika erken çık illa nedir bu tam zamanında gitme sevdası. Biliyorum bak ben gidicem metro istasyonuna orda bi sigara içeyim diycem nasılolsa çabuk geçiyor derken en bir metro kaçırıcam. Aksaray'dan otobüsle değil de dolmuşla gelirim süper hızlı olur. en iyisi 10'da çıkayım ben. Yarım saat erken gidersem danışmanda otururum (Emir Beyim sağolsun ;)) öyle geçer. Bak geç kalıcam zamanı düşünürken çık evden. Laaann yarım saat daha mı uyusam :) bak eveet. ne güzel olur ha. 9:30'da hatta 9:45'te kalkarsam zaman yeter. Yeter yeter.. Hmm.. Tamam oldu. 10'da kalkıyım ben yarım saatte hazırlanır çıkarım. Yeter tabii ya. Kahve içmesem zaman kalır. Hatta dur 5 dakikada duş alsam herşeye zaman kalır. Eureka! Hakkatten tamamdır bu iş. Ya da 12 gibi yatayım sabah 6'da kalkayım hem yarım saat koşarım, sonra da işlerimi yaparım. Hmm zor lan.. Yok en iyisi 10:20'de kalkıyim 5 dakika duş 5 dakika da hazırlanır çıkarım. Aha düşünürken uykum geldi. Hemen yatayım yarın döndükten sonra yaparım işleri hem dinlenmiş hem de stres atmış olurum ooh mis gibi. Beynim yandı ya düşünürken. Bu kadar da olmaz ki bi insan kendi üstüne bu kadar gelmez ;p
Tamam ben hiç yormayayım kendimi ne zaman uykum gelirse yatayım ama çok yoğun yahu. Yoruluyorum ben de insanım. Gerçi yine de hiç birşey yapmıyorum gibi ama dur neyse kafam karıştı. Sağlıklı düşünemiyorum. Zaten yarın 11'de biriyle buluşmayacağım. Yok öyle biri işte.. Olmasını istesen de olmuyor.. off dur yine kafam bulandı. Lost'un 10. Bölümü çıktı değil mi? Önce onu izleyeyim sonra oturup çalışırım. Zaten Sabah 9'da gidip yaptığımız arabayı alıp başka biryere götüreceğim sonrası yine yoğun. Ne güzel ama yoğun ama hergün ayrı bir heyecan :) hoşuma gidiyor. Boş boş oturmaktan iyidir. önümüzdeki 10 yıl içerisinde Forbes'a çıkacağım lan!.. ehehe olacak bu :)

1 Mayıs! Neşe doluyor insan..

Venceremos! Venceremos! diyip meydanlarda dolaşmak da enteresan olurdu da. Kavga dövüşten ve bu tür eylemlerden hep uzak oldum ben. Evde oturur Inti İllimani dinlerim, Buena Vista Social Club'ın hastasıyım ama bu teorik çalışmaları pratiğe dökmeye hiç niyetim yok zira yarın öbür gün dev bir şirket kurup viva la capitalism! diyecek olduğumdan ;p kendimi yalancı çıkarmayayım :)

Okulun yarısı bitiyor. Yarısı dediğimden kasıt bir bölüm bitiyor sonunda. Geçmiş zaman olur ki'de yaptığım hatalardan mütevellit (ya da mütevazi mi olacaktı yoksa ;p) bir türlü kıramadığım kısır döngüyü sonunda kırdım. Bundan sonrasında herşey daha zor olacak orası kesin. İşe gitmediğinde mesela bugün işlediğiniz konuları senden fotokopi çektiririm yok artık. Bu arada bu kadar fotokopi manyağı olmadan önce mesela 1. sınıfın güz döneminde ben çok iyi not tutardım. Allahı var şimdi de istediğimde iyi not tutarım Bu konuda ilk 4'e girer finalfour oynarım. Sonra ikinci dönem fotokopinin icadıyla bıraktım artık. Yarı tutar yarı tutmaz oldum. Şimdilerde yine gerektiğinde elim kaleme gidiyor ama sadece gerektiğinde. Zaten son an gelip de gerekmedikçe olmaz hiçbirşey şans yaver gider heryer bağ bahçe olur. Eski bir çin atasözü de der ki şans hazırlıklı olanın yanındadır. Bir de merak ettiğim birşey var ki o da hiç yeni çin atasözünün olup olmadığı. Yani çin tarihinin bir döneminde söylenmiş bunlar öyle kalmış. Romalılar zamanında filan da acaba eski bir çin atasözü der ki.. diyalogları geçer miydi. En güzel sözleri söylemede ilk 3'e rahatlıkla girebilecek olan Romalıların sözlerini güzel kılan şeylerden biri de acaba latince söylenmiş olmaları mı bilmiyorum ama hem içerik hem fonetik olarak güzel. Bir de "in vino veritas" var ki "gerçek şarapta yatar" der. Doğrudur sever sayarım. Bunun üstüne ortaokul veya lisede olsaydık ben de Türkçe öğretmeni olsaydım kompozisyon yazdırırdım. Ertesi gün de soruşturma açılırdı hakkımda kovulurdum. Aman yaa..

Those were the days.. diyip geriye bakmıyorum. Çünkü geçmiş zaman öyle birşey ki unutup, ders almazsan şimdiki zamanı, geleceği yokedebiliyor. Çok da hatırlarsan yine aynısını yapıyor. Yok buna izin vermem ben. Şimdiki zamanda çok sevdiğin birini geçmişten gelen karanlık yüzünden ulaşamamak, o karanlık onun ışığının seni aydınlatamaması ne kadar acı vericidir. Yok uzun zamandır ben master of depression modundan çok uzaktayım ama fani dünyanın diğer problemleri çok kendimi veremiyorum hepsine. Sonra dün konuştuğum ki beni hayatında ilk defa gören bir insan kendini çok dağıtmışsın böyle gidersen birkaç yılda tükenirsin koparsın hepsinden dedi. Nereye gideceğine neyi yapacağına karar vermediğin için bu kararsızlık seni yer dedi. Doğru dedi. Ben de biliyorum. Aslında çözümünü bilmediğim hiçbir problemim yok benim de. Çözmemek işime geliyor sanırım ;p

Sen hiç şizofren oldun mu? Sorusuna "az kalsın dün sabah oluyordum" yanıtını veririm. Sabahın 6'sında uyanmak zor. Tabii 3:30'da yattıktan sonra daha da zor oluyor. Uyandığımda hiçbirşey yok, alışılmışın aksine dinç de kalkmışken ya biraz daha yat sen sesi kulaklarım da. Sonra uyanıyorum biraz daha iyidir. Tekrar yat.. Nereye kadar? Benim bir manyaklığım zamanla ilgili de onu sonra yazayım size. Mesela yarın. Banyodayken artık ya kim girecek duşa ne güzel yatsana düşüncesinden sonra "Ne oluyor bana yahu!" diyip sanki bir bohemden uyandım :) Az kalsın Fight Club'daki Tyler Durden gibi oluyordum da zor kurtuldum. Şimdi bu cümleyi yazarken keşke kurtulmasa mıydım da diyorum :) Hayata bakışımız aynı da işte benim bi hayali arkadaşım eksik o kadar ;p in tyler veritas..

Bugün 1 Mayıs İşçi Bayramı. Biz daha öğrenciyiz ne işimiz var dedim. Ha okulu bitirin işe girin hele bi işçi emekçi olun ondan sonra gidin ne yaparsanız yapın :) Barbaros'un aşağısına ineni polis, yukarı çıkanı da göstericiler dövüyordu geçen yıl. Beşiktaş'ta kalmakla akıllık ettim yoksa yolumun üstü savaş alanı olacaktı sabah. Ben kesin Beşiktaş'a taşınmalıyım diye de yine içimdeki tyler durden dürtüyor. Hele bi işe girelim bakarız artık. Ne güzel güzel aşağıya inip sahile inip gemileri saysaydık. Hayat ne garip vapurlar filan diyip gülseydik.. "-dik" i çıkar -sek koy. Şimdiki zamana, gelecek zamana bakıyoruz artık ;)