Havaalanı otoparkında uzun süren aramalarım sonuç vermiş ve sonunda arabamı bulabilmiştim. İçeri oturduğumda yaktığım sigaranın ilk nefesinden sonra verilen üç beş saniyelik dumanın ardında gelen ilk nefeste ben değişmiştim. Başka zaman olsa o otoparkta sevgilimin arkasından gözyaşı dökerdim. Tıpkı bir önceki gece bana kızdığı gibi kızardı. Biliyorum. Fakat şimdi. Şimdi daha farklı sevmeyi öğreniyorum. Hergün daha farklı. Live 4 it! yenilenip sizlerle beraber olacak..
Üşüyorum şu an. Islak saçlarımdan boynuma damlayan su damlaları, gökten bardaktantan boşanırcasına yağan yağmurun tanelerinden daha soğuk geliyor. Kendimi üşümemek için sıkıyorum ama bu daha çok üşümeme sebep oluyor. Bu tıpkı terkeden sevgilinin arkasından ona ulaşamaya çalıştıkça bu çabanın onun senden daha da uzaklaştırması gibi. Kendimi salıveriyorum yağmura daha da ıslanıyorum ama o zaman da bu rahatlık o üşümenin verdiği rahatsızlık kadar tatmin etmiyor.
Sigaram giderek daha çok ıslanıyor. Tüm vücudumda ısınan tek yer avucumun içi. Sigaranın dumanı avucumu bir parça ısıtıyor. Her yer soğukken oradaki bir parça ısınma diğer tüm vucüt için bir umut gibi. Ama o umudun boşuna olduğunu biliyosun tıpkı onun bir daha asla dönmeyeceği gibi.
Ne kadar kalın ne kadar iyi olursa olsun bir şekilde artık içine işliyor yağmur. İçeri girmesine izin verdiğin yağmur damlalarından dolayı irkiliyorum. Titreyen bir ses ve ardı ardına gelen kısa nefes alışverişleri. Sigara dumanıyla ağzından her şartta çıkan su buharı artık birbirine karışıyor.
Ne kadar bakarsan bak etrafta onu göremiyorsun. Ne kadar çabalarsan çabala ona ulaşamıyorsun. Yağmurun altında durduğun sürece ıslanıyorsun. Sonra bir an geldi ve bıraktım... Artık kendimi zorlamadım. Islandım. Sanki göğe yükselip de bulutlara ermek gibi. Onsuz bir hayatın da tıpkı ıslanmanın verdiği bu tat gibi güzel olabileceğini gördüm. Güle güle dedim. O bunları duyamayacak kadar uzakta aynı şehirde aynı göğe bakıyor olsa da. Artık asla ama asla bu aşılmaz duvarı yumruklamamaya karar verdim. Sen gitmiştin artık. Sonra gökkuşağına baktım Tüm bu kasvetin içinde o kadar güzeldi ki. Ulaşılmaz bir güzellik. Kendine hayran bırakıyor kendisini görmek isteyenleri bu zorluğu çekmek zorunda olduklarını söylüyor.
Islandım. Çok hem de. Ama şimdi aklımda sen yoksun. Güle güle dedim. Aslında ilişkimiz şimdi bitmişti. Ben de bıraktım sen bıraktıktan aylar sonra oldu ama evet bıraktım. Artık yabancıyız. Geçmişte karşılaşmış. İki yabancı. Yağmurdan sonra ne yapacağımı düşündüm. Nikotinin acı kahvemsi tadını içinde barındıran derin bir nefes aldım. Theoden'in şiiri aklımdaydı hep bana umutsuzluk aşılayan..
Where is the horse and the rider? Where is the horn that was blowing? They have passed like rain on the mountains. Like wind in the meadow The days have gone down in the west Behind the hills. Into shadows. How did it come to this?
Ben bunu ilk söylediğimde hissettiklerimizle şu ana bakınca evet. Nasıl bu hale geldik? diyordum. Ama evet günler batıda batmıştı. Ama ertesi günün şafağında güneş yine onun doğuşunu bekleyenler için doğacaktı. Şimdi sana veda ediyordum. Güle güle..
Sonra eve geldim. Başka bir kararım vardı. Bundan emin olmak istiyordum. Evet emindim.
Haftanın klibinde tekrar beraberiz. Bu haftanın konuğu relaxation tarzı müziklerde enigma ile birlikte başı çeken Enya. Enya - Only Time ile bizimle birlikte. Sweet November filminin soundtrack'i.
Şimdi biliyoruz ki New York'ta aşk başkadır. New York'ta hava hep sonbahardır. Hep güzel kızlar, güzel berelerini takıp, yaprakların döküldüğü o sephia'lığa boyanmış yerlerde dolaşırlar. Erkekler de yakışıklıdır. Kitapçılarda çalışır güzel kızlar. En az onlar kadar güzeldir kitaplar da. Geçim derdi hiç yoktur. Kahve içerler aşklarını yaşarken hep. Ölüm orda gerçek hayatta olduğundan daha romantik gelir. Evlerden biri kocamandır ve gökdelenlere bakar. Stüdyo veya atölye gibi biryerdir. Diğeri de küçük bir apartman dairesidir ve iki evden birinde mutlaka bir kenarda yağlı boya tabloları olur. Resim yapabilmek sadece bana değil herkese çekici geliyor sanırım.
Aşk orda hep güzeldir. Pervasızca mutlu olabilirler. Gerçek dünyada bizler kendi içdünyamızda ağlıyoruz. Mutlu olsak da olmasak da. Sonbaharda yaşasam hep keşke herşeyden uzaklaşıp New York'a yerleşsem bunlar olmaz ki. Mevsimler değişir, sevgiler, sevgililer değişir. Kahven ilk aldığın gibi olmaz, soğur. İçine yağmur damlaları, gözyaşları dolar. Gerçekten sevmek zordur. Buna gereken değeri verenler için gerçekten zordur.
Şimdi iftar sonrasında herkesin üstüne bir ağırlık çökmüştür. Çaylar da içilip televizyonun karşısında dizilerin arasında kaybolunup gidilmiştir. Bugün ramazan'ın ilk günü, dün 12 Eylül'ün yıldönümüydü. Önceki gün de 11 Eylül'ün. Çok fazla belirli gün ve hafta arka arkaya gelmiş.
En çılgın olanı 11 Eylül, en çok üzüldüğüm 12 Eylül, ramazan ayının gelişini ise seviyorum. Hergünün önemi ayrı sözü için çok güzel bir üç gün. Herşeyi bir kenarı bırakırsak, eylül ayı geldi ve neredeyse yarısını bile geçiyoruz.
Son zamanlarda yine bir talihsiz serüvenler dizisi yaşıyorum. Nasıl desem hani eylül ayında televizyonlar yeni yayın dönemine başlar ya, hah! işte onun aynısı gibi oldu. Bir anda herşey üstüste geldi ki en sonuncu dün gece 2 sularında durup dururken sandalyemin kırılmasıydı. Allah'ım ne istiyorsun benden diye ağlayacak, ulu dağlara haykıracak gibi oldum.. Ne yazık ki en yakın dağ çok uzaklarda biryerlerde. Gitmesek de görmesek de o bizim dağımız ve bu gibi anlarda çıkıp bağırası geliyor insanın oralara. bu yazıyı yazarken sağ koluma felç indi sanırım nasıl da tek elle blog yazılır onun bir belgesi niteliğinde bir yazı oluyor.
Güneş gözlüğüme top çarptı yamuldu, normal gözlüklerimin camı çizildi, diş dolgum düştü, tekrar boğaz enfeksiyonu kaptım, eve geldim masam kırılmış, yahu hepsini bıraktım da şu masa nasıl kırıldı anlamıyorum yahu. Gitti masa yani "tövbe tövbee..." dedirtiyor insana böyle olaylar. Bir de sürekli bir halsizlik, yorgunluk, bir bezginlik, boğaz ağrısı,... isyan ediyor vücut resmen. Bu yaz harika geçti ama bir o kadar da yorucuydu. Şimdi sonbahar. Aşık olalım, yağan yağmuru izleyelim ve kahve içelim... gerisinde endişelenecek birçok şey var ama hepsine ufak bir ara.
Küresel ısınma ne zaman bitecek? biz ne zaman bere takacağız? Sırf bu küresel ısınma yüzünden soğuk havaları yaşayamacağız ya ben de o yüzden alternatif enerjide uzmanlaşıyorum ki şu melun dert ile mücadele edeyim de kurtulalım... Gerçi ben tek başıma birşey değiştiremem sadece burada kazandığım parayla daha soğuk bir yere yerleşirim. Kendim için bencilce bir çözüm oldu üzgünüm... Nioahahaha nameleri yükselirken uçağa binen halimi hayal ediyorum.
Tepedeki resmi değiştirdim. Live 4 it! yazısını tekrar getirdim. Öze dönüş gibi birşey.
Perşembe, Eylül 13, 2007
Kategoriler: Günlük,
Sonbahar.
Yazan Çizen:
eroy
Saatin 3-4 gibi olması korkusuyla bir anda yatakta olduğum yerden fırladım. Ayaklarım yere değdiğinde daha bir sakindim, daha sağlıklı düşünüyordum. Gözlerimi ovuştururken tamamen sakinleşmiştim. Yıllar önce kaybettiğim kol saati kullanma alışkanlığımdan sonra imdadıma yetişen cep telefonu olmuştu. Artık o benim hem telefonum hem de saatimdi. Ayrıca fotoğraf makinem ve mp3 çalarım. Tüm kişiselliğimi telefona yüklemişler ve bana sunmuşlar.
Globalleşmek, liberalleşmek böyle birşey işte. Herşey kompakt, herşey kişisel ve mümkün olduğu kadar kimseye ihtiyaç duymaz bir ben... Liberal yani bağımsız. Kimden bağımsız ki? Diğer insanlardan ayrılmış, onlardan bağımsız. Sadece bunu aldığımız yere ihtiyacımız var. Tek bir yere bağlanmaya zorlanıyoruz. Kişiselleşiyoruz ki herkesten uzak, bağımsız olduğu sanmanın kör edici heyecanına kapılalım. O zaman kontrolümüz daha kolay olacak. Bütün bilim kurguların vazgeçilmez öğesi kişisel çipler ise 3 adım uzakta sadece. Perdeleri açtım sonuna kadar. Perdelerin manzaramı kapatması hoş değil evdeyken. Heryer gri, heryer ıslak, her yer tam da olmasını istediğim gibi. Her sabah uyandığımda ilk işim bilgisayarı açmak oluyor. Bu sabah da değiştirmedim bu alışkanlığımı. Klasik müziğin tadı çok farklı oluyor böyle yağmurlu havalarda. Biraz daha uzanmalıyım, tadını çıkarmalıyım...
Neden bilmiyorum ama bu sabah kahvaltı etmek istiyordum. Aynanın önünden geçerken kendime baktım. Beyaz tişört, bol basketçi şortu ve kolyemle sanki R&B kliplerinden fırlamış gibi gördüm kendimi. Tek eksiğim ya da fazla diyeyim öksürmemdi. Ordakiler hiç öksürmezdi. Evet ben gerçekten bendim ve endişelenecek birşey yoktu. Neyse hadi..
Bakkala ve pastaneye kadar gidip gelmek bana bugünün harika bir gün olduğunu bizzat üstüme düşürdüğü yağmur damlalarıyla fazlasıyla hissettirdi. Camdan içeri damlayan ve yatağı ıslatan yağmur damlalarının da içeri girmesine izin verdim.
Mutlu uyandım bu sabah, garip bir duygu da vardı yanında ne olduğunu bilmediğim. Sonbahar mı geliyordu ne?..
Salı, Ağustos 28, 2007
Kategoriler: Günlük,
Sonbahar.
Yazan Çizen:
eroy