Bir adım öncesinde kaybolmak

birşeylerin eksik olmasına alışmak gerek. aslında alışmanın da dışında asla istediğin herşeye sahip olamayacağını bilmelisin. "nedir sahip oldukların ve seni mutlu edenler?" sorusuna verdiğin cevapların sayısı ve mutluluğun büyüklüğü seni rahatsız edenlerden büyükse hayat güzeldir senin için evet. bilmediğin ise benim ne hissettiğim. tatminsizliğin nasıl birşey olduğunu olabildiğince çok yaşamak belki de bir insan için vicdan azabı denilen şeyden bile daha kötü. yediğin, içtiğin hiçbirşeyin tadı yok, yaptığın hiçbirşey seni mutlu etmiyor hatta daha kötüsü mutsuz da etmiyor. tamamen hissizleştiğini düşün. "en büyük acı, hiçbirşey hissedememektir." gibi artistik patinaja kaçan zayıf zihinler üzerinde %100 etkili laf kalabalığı cümleleri kurabilirim. hem ben birşeyler söylemiş olurum hem de senin aklına takabileceğin birşeylerin olur. o değil de garip bir his anlatmaya çalıştığım. içinde olup olmadığını bile anlayamazsın. bir yerden sonra boşverip sadece karşındakileri tatmin etmeye verirsin kendini. ben bunu yaptım evet. kendi tatminsizliğimin verdiği boşluğu başkasını tatmin ederek doldurmaya çalıştm. yaşlı bir adamın çocuklara şeker verip, parkta oynamalarını izlemek kadar ümitsiz bir durum. tersine çevrilemeyecek bir durumda sıkışıp kaldığını biliyorsun. kabullenmek istememek hiçbirşeyi değiştirmese de birşeyler yapmadan oturmanın verdiği melankolik hazla, sonuna kadar savaştım demenin onuru arasında gidip geliyorsun.

dinlediğin müziklere yansıyor. içtiğin şeyler artık her bakkalda bulabileceğin şeyler olmuyor, birlikte olduğun insanlarda birşey aramıyorsun. her zaman bir adım uzağındasın mutlu olmanın. lunaparkta geçen bir günün ardından eve dönme zamanı geldiğinde üzülen küçük bir çocuk oluyorsun. hergün gördüğün, duygusal olarak bir bağın varlığıyla yokluğunun bile farkında olmadığın anneni, bir yerlerde "benim annem, güzel annem, beni al kucağına..." diye çocukça saf bir sevgiyle söylenirken boğazında hissettiğin o düğüm gibi. saatler süren telefon konuşmasının ardından bile telefon kapandığında sanki ortadan kaybolmuş, ayrılmış hissine kapıldığın sevgilinin hissettirdiği gibi. kalıcı bir mutluluğun bir adım uzağında birşeyleri, bir zamanı, birisini bekliyorsun. bir adım uzakta.. hiç kalkmak istemediğin bir uykuya dalsan değil mi? sonsuza kadar kabus görmeyeceğini bilmesen hiç düşünmeden gözlerini kapardın.

içinde sakladıklarınla, yapabileceklerinle, yaptıklarınla, her anla birlikte boş bir odada etrafında gezinen hayaletlerle birlikte yaşıyorsun. herkesten uzak nerde olduğunu kendin bile bilmiyorsun ama bir şekilde burası senin evin gibi olmuş, dünyan bu boşluktan ibaret. bu karanlığın ortasında bile hayaletler sana dokunmak istiyor. vücudunu okşayıp, soğukluğuyla irkilmene sebep oluyorlar. beklerken gözlerini kapatıp görmezden geliyorsun. ışıkların yanmasını bekliyorsun. bir an olsun o tatmini yaşamak istiyorsun..

Deleted Scenes

her canım sıkıldığında ortaya çıkıp beni teselli etmek istemeni sadece dostça duygulara vermeyeceğimi sen de biliyordun. beraber içtiğimiz ders arası kahvelerde ve gece yarısı içkilerinde sadece istediğinin benim mutluluğum olduğunu söylerken bunu beraber yaşamak istediğini biliyordum. istersen.. aslında ben istiyorum çok ama.. eğer bir şansımız olsa bunun için şu an herşeye hazırım, veremeyeceğim, hayır diyeceğim hiçbirşey yok.. içki ve sigaranın kokusu parfümünün bastıramamıştı. o güzellik ancak böyle kokardı zaten. sıcak yaz günlerinde gece gelen hoş serinlikle beraber dışarıda dolaşmak ayrı bir güzeldi. bir anlık istekle bir apartman girişine sıkıştırıp da kulağıma fısıldamak içinden geçenleri yansıtıyordu belki de. kim hayır diyebilirdi ki buna? istediğimiz buydu belki de. beraber geçirdiğimiz onca zaman aslında apayrı birkaç saati yaşamak içindi. içimden geçenleri bilmiyordun diyemem. anlattığım halde anlamak istemiyordun belki de. aradan uzun zaman geçti uzak kaldık, görüşmedik, istemedik görmeyi birbirimizi. birkaç göz göze gelmenin ardından gözlerimiz birbirimizi aramadı bile. zaman yolculuğu filmlerindeki gibi yavaş yavaş ortadan kayboldu silüetlerimiz.. o zamana benzeyen fotoğraflar var bize ait olmayan..

the_end_of_a_love_by_nasht_

Rüzgar bizi götürecek..

Kumlarla değil de küçük taşlarla kaplı sahiller olur, dalgalardan, rüzgarlardan ufalanmamış, herşeye dayanıp kendilerini koruyabilmiş taşlarla kaplı. Kimse sevmez belki o sahilleri ama onların kendilerini koruyabilmiş olmalarını gözardı etmişlerdir, görememişlerdir bu yüzdendir sevmemeleri belki de. Kendileri koruyabilmeleri rahatsız eder, istediğin gibi üstüne basıp geçememek rahatsız eder insanı..

O sahilde yürüyorduk. üstümüzdeki ince giysilerin içinden geçip, vücudumuzu saran tatlı, ılık rüzgar eşliğinde, birbirine sıkıca bağlı ellerimiz arasına giremiyordu, ellerimizi dışarıdan okşayarak bize saygı gösteriyordu rüzgar da. sahip olduğumuz duygu onu da etkilemişti belki de. Dalga sesleri bize eşlik ediyordu, bizim için hoş bir melodi yapmak için taşları okşuyorlardı.

Bir an için elimi bıraktın ve durdun. Bir an bile olsa, bu anı yaşarken bile olsa korktum. seni bir an için bile benden ayırabilecek birşeye tahammül edemem ki. Eğildin, rüzgarda dalgalanan çiçeklerle kaplı tepelerden bile daha güzel savrulan saçlarını tutmaya doyamadığım ellerinle, içinde kendimi gördüğüm gözlerinin önünden sıyırdın. yerden birşey aldın. avuçlarının içinde tutarken bana bakarken, gözlerin içimi aşkla ve huzurla dolduruyordu. sadece sana bakıp seni izlemek beni herşeyden daha çok mutlu ediyordu. yerden doğruldun. avucunun içindekini gösterdin. parmaklarınla çevresini okşuyordun. hiçbirşey söylemiyordun. yaptığın her hareketin birşeyler anlatıyordu. sen birşey söylemiyordum ama seni duyuyordum. zihnimde sözlerin oluşuyordu, kalbimde duygular canlanıyor, birbiriyle sevişir gibi içiçe, heyecanla bedenimi sarıyordu.

avucunun içine sığabilecek kadar küçüktü. mükemmel bir daire şeklinde, simsiyahtı. içinde ışıltılar saçan parlak beyaz noktalar, turkuaz, bordo küçük noktalar vardı. ancak yakından görebilirdin diğer renkleri. ayna gibi parıldıyordu. güneşe tutup baksan, içinde ayrı bir evreni göreceksin hissi veriyordu. diğer taşlardan, çevresindeki herşeyden farklı olduğu belliydi. bu dünyadan bile değildi belki de. elf diyarlarından buraya gelmişti sanki. kadim bir büyücünün gizemli taşıydı belki de masallardan gelmişti bize.

iki elinin avuçlarını birleştirip bana uzattın. bu dünyada en çok değer verdiğim varlık, bana bu dünyaya ait olmayan birşeyi sunuyordu. kendisini sunuyordu, duygularını, benliğini. Karşımdaki insan bu dünyadan değildi benim için. Apayrı bir yerde, tüm kötülüklerden, korkulardan, acılardan arınmış. cennet sularıyla yıkanmış bir yerde yaşıyordu. gözlerinin içinde kaybolup giderken ellerimde verdiği hediyeyle herşey farklı bir boyuttaydı o an. bir an gözlerimi kapadım. içimde hissettim herşeyi..

gözlerimi açtığımda karşımızdaki küçük adacıklara, onların altına el dokuması halı gibi serilmiş denize bakıyorduk. yelkenli büyük bir teknede bu halıyla beraber uçuyor gibi yol alıyorduk. göğsüme yaslanmış önümüzdeki manzarayı izliyordun. uçuşan saçlarımız, tatlı rüzgar, herşey bizim için güzel birşeyler yaratmak için uğraşıyordu. dalgaların sesine de bir şarkı eşlik ediyordu. hayat bundan daha güzel olabilir miydi?.. seninle beraberken bu bir rüya bir serap bile olsa bunu yaşamanın verdiği huzur ve mutluluk içimi dolduruyor, tenimi okşuyordu. seni seviyordum evet ama bu anda seni yaşıyordum.. hiç bitmeyecek, ölümsüz bir yaşamdı..

bu dünyaya ait değildik. kendi dünyamızda birbirimize aittik..

Live 4 it! o şarkıyla geri dönüyor. Rüzgarın bizi götürdüğü yerden başlıyor.