biraz yürüyelim mi eroy?

yarıştan dönüyorum. haliçten unkapanının ordaki tekel binasına kadar yollar çok kalabalık 1,5 milyon insan gelmiş ne kadarı doğru bilmiyorum ama yollarda otobüsler tıklım tıklım gidiyordu. kadir has üniversitesini de geçtikten sonra sağa sapıyorum. arkadaşlarla vedalaştıktan sonra tek başımayım artık. i walk alone şarkısını söylemek istiyorum ama sözlerini bilmiyorum ki ezbere. sağımda itfaiye araçları var bir bina yanıyor. eski ahşap binalardan. bikaç saniye durup baktım umarım içerde kimse yoktur dedim içimden kendi kendime. neden bilmiyorum başımı öne eğdi sonra üzüntü hissettim sebepsizce. yollar amma da kalabalık! diye içimden söylendim. şimdi trafik de hiç çekilmez ki! ama yola baktım bomboş, otobüsler de kısmen dolu bunun iki katı yoğun akşamlar da görmüştüm o zaman bile binmek için uğraş verip bir an önce eve gitmek için çabalardım. ama bu akşam öyle değil, yürümek istiyorum. kaldırıma bir sürü taş yığmışlar yine yol yapım çalışması var. off ya ne zaman bitecek buraların derdi diye söylendim içimden. taşların ve yaya geçidinin alçak duvarının üzerinden seri hareketlerle seke seke geçtim. son bir hop ve artık kaldırımdayım.
solumda seyyar bir pilavcı var. ben buralardan pilavı ilk kez zimbab ile yemiştim. o çok sever bu pilavcıları. bi an o geldi aklıma. garip ama karnımda bi açlık hissediyodum. düşündüm yesem mi diye. ya ne kadar pis olursa olsun farketmez artık dedim. ne olacaksa bana, olsun istemiyorum dedim. bi tabak verir misin? yok. tavuksuz olsun dedim. ayranı da alıp yola yığılmış taşların üstüne oturdum etrafımdaki hiçbişeyin benim için bi anlamı yoktu o an. taşın kirli olup olmaması veya etrafımdakilerin bana bakıp bakmaması,.. hatta üstüme turşu düşüren adama bakmadım bile özür dileyecek gibi oldu bir an belki ama ben ona bakmadım bile. hiç tepki vermedim. tıpkı üstüme dökülen pilava vermediğim gibi. tabak bittiğinde bir tane daha yesem iyi olur dedim. karnımın açlığından değildi isteğim o an kimsenin beni umursamadığını bilerek oturmak hoşuma gitmişti. ama bir saniye telefon çalıyor. bu sen olamazsın di mi? evet değilsin. babam arıyor anahtarın var mı oğlum? diyor. var babacım diyorum. sormuyorum başka bişey tamam deyip kapatıyorum sanırım beni tek düşünenler onlar şu an. biraz mutlu oldum sanki ama geçici bir mutluluk. eve gitmek istemiyorum şu an ne kadar uzatırsam o kadar iyi gibi geliyor. parasını da ödeyip kalktım ve yürümeye karar verip aksaraya doğru yürümeye koyuldum.
durak da amma kalabalık. etrafımda bir sürü insan var hiçbirinin yüzüne bakarken bana bakmaması iyi oldu kimseyle göz göze gelecek durumum yok zaten.
ama bi kaç saat önce vardı sanki. uçakları izlerken farkettim onu. bana bakıyodu. gözgöze geldik ya lütfen sen kaçır ilk önce gözlerini diye içimden konuşuyordum. yeşil gözleri ne kadar güzel. ah saçları da düz, uzun, tam da sevdiğim renk, ya bakma lütfen bana. ilk gözlerini kaçıran bendim. sonra da ben oldum hep. kaçamak bakışmak hoş di mi? bir an yanına gidip konuşsam mı diye düşündüm. ya bakma lütfen öyle. kimsenin umursamadığı biriyim ben sen neden umursayasın? o giderken son kez gözgöze gelmemek için gözlerimi kaçırdım. bir daha asla karşılaşmayacağımı bildiğim hiç tanışamayacağım bir sevgilimden ayrıldım. ya keşke yanına gitseydim. sen olsan başka birinin yanına giderdin di mi? ben gitmedim. şu an ne hissettiğimi çözemiyorum, bir isim veremiyorum.
yürümeye devam ederken dudaklarımın yandığını hissettim. ya midem de feci bulanmaya başladı. neden oldu şimdi bu? bi duvara yaslanıp kusmayı düşündüm. geçen insanlar bana acıyarak baksın, iğrensin, gülsün, veya hiç bakmasın hiçbiri umrumda değildi. ne olursa olsun ne kadar dibe vurabilirim ki şu an hissettiklerimden daha kötü hissedemem. ah dudaklarım hala yanıyor. acılı ketçap dökmüştüm o yüzden yanıyor. midem de bulanıyor. ama ellerimi cebime sokup rahatça yürümeyi seçtim içimde ne olursa olsun orda kalsınlar. ben şu an yürümek istiyorum.
gözümün önüne saçlarım düşüyor. kızıp hepsini tutup sağa çekiyorum kulağımın arkasına sıkıştırmak için. bir kısmı kalıyor bir kısmı yine önüme düşüyor kızıp şapkamı takıyorum. off diyip yola devam ediyorum.
çantamda biskremin yeni çıkardığı içi çikolatalı çubuklardan kalmış biraz onları yerken bi mutluluk hissettim. tatlı yemektendir herhalde dedim. kemere vardım.
ya ölücem sanki yeter dedim. bikaç fotoğraf çeksem belki mutlu olurum. önce yan, sonra dik, bir de şöyle alttan alayım bakalım nasıl olur? yok olmayacak çekemiyorum. istemiyorum. yola geliyorum. arabalar da amma hızlı. geliyo bi yavaş geçin. hmm diye düşünüp ellerim cebimde yola ilk adımımı atıyorum.
sağa veya sola bakmadan ne olacaksa olsun der gibi. ya şansım mı var nedir. hiçbirine denk gelmiyorum yakınımdan bile geçmiyor hani tanesi yanımdan geçerken yavaşlayıp önüne baksana lan! bile demiyor. ilerde kırmızı mı yandı ben tam yola indiğimde. karşıya geçtim bisikletçiler çarşısı tam altımda. parkın içinden geçerken sütunlara gözüm takıldı parkın içindeki. kimbilir ne zaman yapılmışlardı. nelere şahit olmuşlardı. parkın sonunda bizanstan kalma kalıntıların olduğu bi arsa. onu görünce küfrediyorum tüm ülke halkıma. biz bunlara layık değiliz diye. bizanslılar istanbulun bugünkü halini görselerdi kapıda 1 milyon türk bile yığılmış olsa asla yenilmezlerdi. binlerce yıllık tarihi bizim nasıl bok ettiğimizi görmek sinirlendirdi beni. neyse zaten kötü hissediyorum bir de bunun üstüne sinir eklemeyeyim.
gölgeme gözüm takılıyor. bakınca herşey düzgün gibi görünüyor. şapkamı yola inmeden önce çıkarmıştım. saçlarım da berbat görünüyodur diye düşünmüştüm ama gölgemde aşırı bir kötülük göze çarpmıyor. bu içimi rahatlatmasa da ilerdeki arabanın camında gördüğüm yansımam bana herşeyi normal olduğunu gösterdi zaten.
ara sokaklardan yürüyorum. bütün gün güneşin altında kaldığım için her yerim yanık olmuştu. giderek daha çok canım acıyor. ama hiçbiri senin kadar canımı acıtmıyor. ya beni bu kadar kötü hissettiren seni beni umursamaman.
evet kendi içimden konuşuyorum kendimle. neden böyle yapıyorsun diyorum. kendi soruma kendim bi cevap veremiyorum. neden seni umursamadığı halde hala tüm gücünü ona ulaşmak için harcıyosun diyorum. ve cevap veremiyorum. kendi kendime bunu yaptığım için suçlu hissediyorum. bir daha gözlerimi kaçırmaycağım söz veriyorum diyorum kendi içimden. öyle olsa iyi olur. daha ne kadar bu iç savaşa dayanabilirim bilmiyorum ki.
eve vardığımda evde kimse yok. duşa giriyorum, yanıyor her yerim çünkü bi daha böyle işlere gitmeyecem bu son olsun dedim. tam çıkmadan sıcak suyu kapattım. su o kadar soğuk geldi ki nefesim kesildi bir anda. ama ona rağmen devam ettim. onu düşünmemeliyim. ne kadar daha böyle içten içe yazacaksın?
bilgisayarın başına geçiyorum, maillerime bakıyorum, statcounter' a da göz atayım bi, hmm bi yorum var bugün. okuyorum ve tebessüm ediyorum :) ben de bilmiyorum o güne kadar ne olur, o gün ne olur :)
star wars episode II attack of the clones' u açıyorum. sonundaki jedi dövüş sahnelerini izlemek istedim. yanıma kola ve kek de aldım. bitene kadar biraz mutlu hissedeyim.
bu yazıyı yazmaya başlayana kadar sürecek olan geçici bir mutluluk hissetmek için. bir süreliğine kendimi kandırdım ben bile bile.