Ben bayağı bir küçükken hatırlıyorum da altın para şeklinde çikolatalar vardı. Ben biraz büyükkenki zamana kadar da bu devam etti. Şimdi hala var mıdır merak ediyorum. Gerçi varolduğundan şüphem yok ama taşrada, köy bakkallarında filan vardır artık sadece. O çikolatayı asla yemeye kıyamazdım sanki onlardan 100-150 tane biriktirsem bir servetim olacaktı. Onların para yerine geçmediğini biliyordum ama Varyemez Amca'nın çizgi filminde o altın paralarla dolu kasasına atlayıp içinde yüzmesi altın paralara karşı bir sempati, bir sahip olma isteği doğurmuştu ister istemez. Küçükken insan herşeyden daha çok etkileniyor. O çikolata paraları alıp biriktirsem evde odamda eriyecekler ve bu da beni hüzne boğacaktı. Buzdolabında saklama fikri neden hiç aklıma gelmedi bilmiyorum. Çocukken biraz daha az basıyordu kafam. Ama bir de çikolata yemek içindi biriktirmek için değil bak ona kafa basıyor hatta içini yedikten sonra kabını tekrar birleştirip saklamayı düşünsem de içindeki o boşluk asla eski tadı vermiyor. İçimizdeki o tatlılığı bir kez kaybedince o boşluk ne kadar da büyük olur ve dolmazmış o zaman keşfettim.
Annem bankada çalışırken yazın bankanın kampına giderdik Silivri'de. O zamanlar 3-4 yaşlarındaydım. Benim yaşlarımda bir kız arkadaşım vardı. Sonra bu birkaç yıl sadece kamptan kampa görüşmeyle devam etmiş sanırım. İlk aşkım o diyebilirim. O kadar seviyormuşum ki daha o sıralar dünyaya gelmek için gün sayan kardeşime, kız olursa onun adını vermek için pek bir baskı yapıyormuşum. Kardeşim erkek olduğunda da adını ben koymuşum gerçi orası da öyle. Anne babama o yaştaki veledin lafını dinledikleri için kızsam mı yoksa beni adam yerine koydukları için gidip bir kez daha sarılıp sevsem mi bilmiyorum. Gider sarılırım akşama. Adı Serap'tı. Yanlış hatırlamıyorumdur umarım zira eski albümlere bakmayalı çok oldu. Bir daha hiç görmediğim için adı gibi bir serap misali son kez görüşmemizden sonra bir daha göremedim. Fotoğrafı kaldı bende salıncakta beraber sallanırken.. Çocukluk aşkı işte. Birbirimizi görsek de tanımayız, o zaten bunu hatırlamıyordur ama işte ne biliyim seneye görüşürüz diyorduk bir insan sevgilisine seneye görüşürüz derken bu kadar rahat olabilir mi ya da sevgili bu kadar serin kanlı olabilir mi çocukluk işte. Zaman kavramını tam olarak kavrayamadığı için acıdan uzak.
Yine zaman benim 6-7-8 yaşları arasında gidip geldiğim yıllar. O zamanlar G. I. JOE oyuncakları çok gözde ve bombalama olayına kadar her hafta sonu Galeria'ya giderdik. Orada büyük oyuncakçılarda görmüştüm G. I. JOE'nun çok güzel bir oyuncağını o zamanın parasıyla 250 bin liraydı. Babama sordum alalım mı diye hergün ben sana bin lira vereyim biriktir alalım dedi. 250 gün ediyordu sadece babamdan aldıklarımla buna ailenin geri kalanından alabileceğim harçlıkları eklersek hele bir de araya bayram filan girerse ben bu oyuncağı 3 ayda alırım.. Asla alamadım.. Sonra para biriktirirken başka şeyler istedim, biranlık heveslere kapılıp büyük amaçtan vazgeçtim. Sonra çabuk unutmuş olmalıyım ki ancak bugün hatırlıyorum.
Serap sana bakarken salıncaktan düşmüştüm bak onu unutmuyorum.. İlk aşk acısını kalbimde değil beynimde hissettim. Ama pişman değilim. Sevdiğim insana bakmak kadar güzel birşey var mı ki? Ama bu kadar zor olacağını düşünmemiştim ki hiç. Aşk her zaman böyle acı verici ve zor mu olmalı. Bunlar bir yana o güzel heyecanı tatma ne kadar güzeldir, ne kadar vazgeçilmezdir. Bugün olsa yine seni görmeye çalışırken düşerdim... Sen serap olmayacaksın ama ben hala benim. Salıncakta kendi başına sallanamayacak kadar beceriksiz, sevgilisine bakmak için düşecek kadar şapsal...
Ben çocukken olan diğer olayları merak ediyorsanız. Ben Çocukken No.1 burada Ben Çocukken No.2 burada
Sinestezi hastası olduğumdan şüphe ede durayım. Haftasonunda çekirdek aile kıvamındaki blogger buluşmasında aklıma gelir gelmez "back to the future" misali uzay zamanı büküp geçmişe yolculuk yaparken ben bunu da yazarım dedim. Bu arada geleceğe yolculuk yapmak mümkündür. Aslında zaman kavramı sadece bizim ölçtüğümüz bir olay olup bir referans noktasına göre ilerleme diyebiliriz. Referans da uzayın değişik bölgelerinde ve hızlarda farklılık gösterebilir. Yani aslında zaman saatin ne kadar hızlı yolaldığıyla ilgilidir. Neyse bu konuya da başka bir zaman değinelim zira buraya hepimiz bir parça müzik için geldik.
Live 4 it! Haftanın Klibinde bu hafta çok eskilerden bir şarkımız var Baby one more time bizlerle birlikte. Britney Spears'ın en güzel zamanları hey gidi günler! diyor insan bir yerde.
Evde tüm eşyalar toplanmıştı. Paketler odaların ortasına toplanmış henüz toplanamayanlar da diğer toplanan eşyaların verdiği boşlukta rahat rahat zaman geçiriyorlardı. Taşınmak çok garip bir duygu nasıl desem eşyaların öyle toplanmaları, üstüste yığılmaları. Bu duvarlar arasında geçen zaman süresince bir şekilde hafızaya yerleşmiş anılar, hepsi artık bir daha kendilerini hatırlanmamaya mahkum kılacak şekilde hafızanın derinliklerine sürüklenecek bir gün hatırlanacak olmanın umudu olacak belki..
Boşluğun giderek arttırdığı eko hüzün veriyor. Bilgisayarı açtığımda ilk şarkıydı. Çalarken odalarda yankılanıyordu, ekolar sanki bir konser salonu etkisi yaratırken, yalnız olmanın verdiği garip duygu, bir önceki gecenin şoku, içinde aşk acısı ve geleceğin ne olacağını bilememenin verdiği biraz korku, bunların yanında güçlü durmalıyım, herşeyin üstesinden gelebilirim gibi teselli unsurları. Lisenin geri kalanını ve üniversitenin ilk yıllarını kapsayacak çok garip bir zaman dilimi başlıyordu. Tam bir bilinmezlikti. Zor olacağı kesindi. Ama sonrasında çok şey öğrenecek, daha güçlü biri olup çıkacaktım. Böyle olmalıydı teorik olarak. My long illness is killing me.. Yok sağlığımda birşey yoktu ama bu da bir nevi hastalık gibi olacaktı. Atlatması uzun sürecek.
Boşlukta yayılan ses dalgaları bir engelden diğerine çarpıyor içiçe geçen dalgalar ekoyu yaratıyordu sanırım böyle olmalıydı. Böyle bir anda düşündüğüm şeye bak. Şimdi bakınca zaman ne kadar da hızlı geçiyor işte. Herşey geride kaldı. Biz büyüdük ve kirlendi hatta ısındı dünya...
Herkese iyi bir hafta diliyorum...
Pazartesi, Şubat 25, 2008
Kategoriler: Haftanın Klibi.
Yazan Çizen:
eroy
Birçok şey beni benden alır götürür. Beni alır kucağına elini de belime sarar derecede gibi sanki ama ordaki mutluluğun mutlak değerini sinir, stres, korku gibi negatif bilim etkenlerine dönüştür al tamam olsun.
Pinhani mesela, çok güzel şarkı yapıyorlar ve gerçekten seviyorum zira bir yazımda nice zaman önce 2006 Barışarock olması gerek sanırım oky ile gittiğimde ilk kez dinlemiş ve gayet de beğenmiştim. Anima'yı da orada keşfetmiştim ama neyse yeri değil şimdi. Nasıl desem tam da sevgililer arası ilişkilerin müziği yapıyorlar. Ellerine sağlık. Geçen yıl Hidromobil '07 sebebiyle bulunduğum ve yine çok sevdiğim Ankara'da bir devlet yurdunda kaldık. Neresi olduğunu bilmiyorum ismi aklımda değil ama şöyle tarif edeyim CHP Genel Merkezi'nin orada Ankara-Eskişehir veya Konya ikilisinden biri yolu üzerinde birkaçyer daha vardı referans aldığım ama aklımda değil şu an afbuyurun. O yurt, benim hayata bakış açımı değiştiren yerlerin başında gelir. Bugün bile arkadaş buluşmalarında, içki sofralarımızda yer bulur buranın anıları. Hah işte o yurdun bir de kantini var. Acayip bir insan bakıyor oraya. Çok acayip ama yani nasıl desem şiddet ve ahlaki sınırları aşan içerikli kelimeler olmadan anlatamayacağım bir adam. Deli diyelim gibi biraz. Neyse onunla ilgili anılara sonra değinelim. Yeni bir de paragraf açalım.
Biz bu kantine her gece gittiğimizde ya bitkin bir halden kurtulmak için bize kızgın sulardan serin sulara atlama tadını veren, yeniden hayata bağlayan duş seansının ardından ya da yorgunluktan hemen yatmadan birşeyler yiyelim diye giriyoruz buraya yemek yiyelim kendimize gelelim uyuyalım ya da gecenin bir başka saatinde tekrar çalışmaya gidelim diye yola çıkalım gibi seçenekler olacak sonrasında. Bu kantinde hep Pinhani çalan bir dizi oynuyordu arkadaşım! Televizyona bakacak, bakıp da birşeyler anlayacak derman olmadığından mıdır yoksa tamamen ihmalden mi bir de üşengeçlik var tabii "Pinhani dizisi" diye akıllarımızda yer etmişti. Sonradan öğrendik ki dizinin adı "Kavak Yelleri" imiş. Ama niye başından sonuna aynı şarkılar 5 kere tekrar tekrar çalıyor bir anlam verememiştim. O yorgunluğum aklıma geliyor Pinhani'den bir şarkı duyduğumda. Bir de o zamanlarda hakimiyeti altında olduğum "vay ben niye yalnızım ben sevgilimi istiyorum!.." ruhsal durumunun da bu sevgiliyi hatırlatan şarkıları sevmememde katkısı var. Şimdi de aslında biraz var o yüzden şimdi de uzak durmakta fayda görüyorum. Beşiktaş'ta ne zaman gece sahilde sevdiğim insanla kimselerin olmadığı bir anı her saçmaladığım zaman gittiğim yerde paylaşırım o zaman Pinhani tekrar hayatıma girer. Yoksa şimdi bana yorgunluk ve acıdan başka birşey vermiyor. O kadar tatlı ki canımı acıtıyor. Bir yastığın insanın bir yerine batması kadar saçma bir duygu benim hissettiğim. Son kurduğum cümleyi ben de beğendim.
Yoksa Pinhani seviyorum. Yani sadece kötü anıları hatırlatıyor. Gerçi hiç kötü değil aslında bu yıl da gitmek için sabırsızlanıyorum. Pinhani'yi de hiç rahatsız olmadan dinlemek istiyorum aslında. Keşke o zamanlar gelse... Bu sendrom bizim takımımızın çoğunda var. Bir nevi Amerikan filmlerinden görmeye alıştığımız Vietnam Gazi'lerinde görülen bir sorun. Hani olur ya Rambo'nun önünde ocağı yakarsın aniden aklına Vietnamlı generalin ona yaptığı işkence aklına gelir delirir aniden ocağı filan devirir. Öyle birşey gibi. Vietnam Sendromu.
Pinhani'ye bu kadar güzel şarkı yaptıkları için tebriklerimi yolluyorum. Seviyorum onları gerçekten ama işte olaylar öyle bir gelişti ki severek ayrılanlar gibi olduk. Affedin beni.
Olur da daha önceki Beni Benden Alanlar'ı merak edersiniz No 1 burada. Zaten bu da ikincisiydi.
Dünyanın üzerine kurulu olduğu katı kuralları seviyorum. Herşeyi anlamaya çalışmakta bize, başlamak için sabit bir nokta gerekli. Referans noktası diyelim. 0 noktası. 0' a başka bir yazıda değinmekte fayda var zira ayrı bir felsefe 0. Katı kurallar diyordum. Fizik kurallarından konuşmayı çokça sevdiğimi ne kadar söylesem az.
Her yaptığımız hareketin temelinde bir amaç yatıyor. Amaçsızca yaptığımızı sandığımız olayların bile temelinde, bilinçaltımızda bir amaç yatıyor. Yaptığımız hareketlerin temelinde içimizde belki de günden güne bu amaca karşı bir tutku oluşuyor. İstediğimiz şey içimize işliyor, her nefesimizde, kalbimizin her atışında bu amaç biraz daha içimize işliyor. Aşkta yaşadığımız tutku ilk ortaya çıktığı andan bozulup saplantıya veya kaosa sürükleyene kadar bizi öylesine tatmin ediyor ki diğer hiçbirşey bize onun verdiği tadı veremiyor. Hadi ama şimdi bunun tadı bu kadar güzel olmasa hiçbirimiz gerçek aşk peşinde koşmaz arkadaşlarımızın dışında sevecek birini aramazdık. İnsanın hayattaki en büyük amacı bu belki de. Birçok amacımızın altında yatan temel amaç. Megali idea gibi birşey olsa gerek.
Konuşurken sözlerimiz birbirimizi güldürüyor, bazıları içimizi acıtıyor, üzüyor, bazıları düşündürüyor. Her bir cümlenin bu gibi duyguları yansıtmayı amaçlamasının altında başka bir amaç var. Birbirimize söyleyemediğimiz belki de. Belki de tek taraflı sadece. Paranoya veya boşa umut etmek, hayal görmek ya da saçmalamak. Gerçek olmayan şeylerin bu kadar gerçek duyguları tetiklemesi ne kadar da garip. Göz göze bile gelememiş olmanın verdiği acabalar da var. Somut hiçbirşey yokken sadece kelimelerden doğan duygular. Aşık olmak.. Gerçekten olduğunu hissetmek. Belki sadece ilk kez görene kadar belki de son.
Gerçek amacını saklayan, uğraştıran, bizi paranoyaya, yanılmaya iten şeylerden hiç haz almasam da belki de bazen, bunun için kurmak cümleleri. Saçma birşey hepsi belki de ama amacı o kadar büyük ki.. Başka birşey söylemek gelmiyor içimden.
Cumartesi, Şubat 23, 2008
Kategoriler: Kişisel.
Yazan Çizen:
eroy
Sadece bana beni geri ver ve git!.. Linkinpark - Don't Stay Live 4 it! Haftanın Klibi'nde bu hafta bizimle birlikte. Bu şarkıya bir klip çekmemişler bu bir başkasının montajları ile yapılmış bir klip. Anılarımızı unut... Olasılıklarımızı unut ve git!...
Bu şarkıyı ne zamandır yayınlamak istiyordum ama altından kalkamayacağım sözler verip her seferinde burada kendimi yalancı çıkarmaktan pek bir sıkılmıştım. Yalancı çıkarmak değil belki zayıflıklarıma yenik düşmek diyeyim. Neyse Those were the days my friend.. bile diyebiliriz artık. Ama olmaz bu şarkı eski güzel günleri anlatıyor. Bizim bahsettiğimiz karanlık zamanlardı. Tek gerekli olan yalnız kalmakmış belki de.. Giderek neye dönüştüğümün farkına ne kadar da geç varmışım.
Artık sana ihtiyacım yok!.. Görmezden gelmene... Mahvolduğum tek bir güne dahi tahammülüm yok.. Linkinpark'ı çok sevdiğimi söylemişimdir herhalde çokça. Bizi yaralayan en büyük şeyler hatıralar ve olasılıklar.. Bunları yak, yok et, sil, unut, bir daha asla geri döndüremeyeceğin, asla hatırlamayacağın asla olabilirliğine inanma. Artık sana ihtiyacım olmadığını bilmek yeni bir ben yarattı. Hiç bir hatırada yaşama.. Hiçbir olasılıkta olma bir daha.. Yalnız git, yalnız bırak... ve ben de bunu fotoğraflarken sonsuza kadar kaybolmayacak hale getireyim..
Gidemeyen, arkada kalan taraf olarak hiç olmadığı kadar rahatım. Bir gün daha bu sebeple kaybetmek istemediğimi zaten ne zamandır söylüyorum. Yazmak uzun zamandır bu kadar keyifli olmamıştı. Hepimiz geride bırakılmış olabiliriz. Bazen birini geride bırakanlar onların gözünde giderken bizim gözümüzde bize geliyorlardır. Biz de bir yerlere gidip gelmekle belki de bir kısır döngünün içinde dönüp duruyoruz belki de. Bizim yerimize karar veriyor bazen karşımızdaki. Bırakıp gidiyor. Zor oluyor elbette ama içimizden itiraf edemiyoruz belki de bazen onun gitmesini istediğimizi. Hatıraları unut, olasılıkları unut.. Geride kalan biri olarak sen de sırtını dön. Bir düello gibi. Her iki taraf da asla arkasını dönmeyeceğinden kimse ölmeyecek. Asla geriye bakmayın.. Gerçekten sizi sevecek olan sizin yolunuzu gözlüyordur belki de... Arkasını dönüp gitmeyen, gidişi izleyen hep gerçekten sevendir...
Git!.. ve beni bana geri ver... Live 4 it! Haftanın Klibi'nde haftaya görüşmek üzere.. Herkese iyi bir hafta diliyorum...
Pazartesi, Şubat 18, 2008
Kategoriler: Haftanın Klibi.
Yazan Çizen:
eroy
Biraz öncesinde kartopu oynarken boynumu ısıran buzdan dolayı kardan adama dönüşür müyüm korkusu bir yana ki durun bundan bahsedeyim biraz. Ortaokulda bizim sınıfa bir kız gelmişti babası polis olduğundan birkaç şehir değiştirmiş. Bunların arasında Ağrı da varmış, ondansonracuma (sonra cumartesipazar ;p ahaha bu kadar berbat bir espri yaptığıma böre buz benim sadece boynumu değil omurilik, beyin tamamen hepsini yalamış yutmuş sanırım) bir hikayeye göre adamın birinin kulakları soğuktan düşmüş. Tabii ki biz o zamanlar küçük olduğumuzdan böyle birşeye aklımız ermezdi zira Trabzonspor - Sivasspor maçından önce de Türkiye'de tıpkı türban sorunu olduğu gibi bir de buz ısırığı sorunu varmış. (Çok da siyasete bulaşmadan 8 yaşında bir kızın dediği bir şeyi söyleyeyim bu bence herşeyi özetliyor "madem kadınların saçını göstermesi günah, erkekler de kadınların saçlarına bakmasın.." çocuk beyni işte tamamen önyargısız, saf, hiçbir çıkar amacı gütmeden sağlıklı düşünüyor. (hürriyette vardı bu haber herkesin okumasını tavsiye ederim.) karşıyım okulda türbana parantezin özü budur). Bu ısırık sorunu bu maçla ülkemize girmeden çok önce meğer yaşanmış. Biz böyle komik birşeyi duyar duymaz tıpkı Tarkan'ın dediği gibi "vay anam vay!.." diye ortalığı inlettik. Hattahasında şöyle diyeyim de günah çıkarmamı tam yapayım. Bir tiyatro bile yaptık hemen kendi aramızda adamın önce kulağı düşüyordu sonra da güneş açınca tekrar kulağı çıkıyordu. ahahaha çocukluk işte :) Ama o da başka birgün kafama kitapla vurmuştu da ben düşerken kafamı sıraya da vurmuştum. ta allaaam yaa... ne günlerden geçip gelmişiz.
Anatemanın çoktan 40 mil uzağında olduğumuzun farkındayım. Geceyi 55 numaralı otoyolda bir motelde geçirmek zorundayız. Diğer tüm yollar kasırga nedeniyle kapalı ve şerif yardımcısı gittiğimiz motelde geçen yıl ölen insanlardan ve hayalet hikayelerinden bahsediyor (ki filmlerin en sevdiğim kısmıdır.) Neyse ki şerif ona "shut the fuck up!" bize bu bullshit'lere inanmamamızı tembihliyor zira 21. yy Amerika'sına yakışmayan şeyler bunlar. İçimiz yatışıyor. Motele gidip sevgilimizle sevişmeden öne şanslıysak kahve makinesinde son kalan kahveyi içebiliriz. Yoksa odaya girdikten sonra soda makinesinden içecek almak zorunda kalırız ki ilk giden ölür haberiniz olsun :) Ben bir bardak suyumu içer yatarım arkadaşım. Duşa girmeye de üşeneceğimden duşta da canavar, hayalet veya seri katil saldırmaz. Bekarlık sultanlıkmış da haberimiz yokmuş..
Cansulogy tarafından mimlendiğimi öğrendiğimden beridir yazmak istiyorum. Yani yok bir 500 yıl daha geçmiş olacak ki mimlendim. Konusu şu olan "olmasını istediğim mantıklı veyahut mantık sınırları dahilinde olmayan şeyler bunlar da yetmiyormuş gibi bir daha dünya'ya gelsem üç nokta." bir mimlenme söz konusu. "Benim hangi isteğim mantıklı ki?" şeklindeki anektodu prospektüsün yanına iliştireyim zira anektod kelimesi bana hep ilaç ismini çağrıştırmıştır. Ne zaman biri anektod dese sanki akşam annem bana "oğlum bugün anektod'unu içtin mi?" diyecekmiş gibi geliyor. Yabancı dizi olsun, film olsun içerisinde hastane konusu olduğu zaman acil serviste doktorlar sedyenin yanında koşaradım ilerlerken "hastaya 20 mg anektod verin. Ameliyathaneyi hazırlasınlar!.. Kahretsin Jack nerde? Bunu onsuz yapamam.. (Jack Lost'tan kalmış artık her yabancı erkek doktor bir Jack'tir bana göre)" derler gibi gelir bana.
Avril Lavigne bana aşık olsun. (Mantıksızlar 1-0 önde) Küba'da mutlu mesut yaşayayım. Panama, İtalya, Karayipler de olabilir.(Olmaz da değil hani 1-1) Lost'ta benim de bir yerim olsun. (ahaha mantıksızlıkta son nokta! 2-1) Işın kılıçları gerçek olsun, jedi'lik ve sith'lik gerçek olsun, üniversitelere jedi pelerinleri ile girilebilsin (Kılıçlar olmaz da pelerini hallederiz. Ama yine de 3-1) Futbolcu olsam keşke. Amacım öyle inanılmaz paralar kazanmak, mankenleri peşimde koşturmak değil ben karın tokluğuna da oynarım. Bayılıyorum futbol oynamaya. (Olmayacak birşey ama mantıksız demeyelim 3-2) Bir kez de sevdiğim bir kız ile konuşurken ya da ona ulaşmaya çalışırken bir aksilikler dizisi, elim ayağımın birbirine dolaşması olmasın (Makul.. 3-3) Kolumu yastığın altına koyayım ama uyuşmasın ben de birgün kangren olmuş bi şekilde uyanıcam endişesi taşımayayım artık (Hele beri gel hallederiz. 3-4) Böyle gidip tibette budist rahiplerle 2 sene filan yaşayayım. Nirvana'ya erip geleyim. (Babanın telefonunu ver arıycam seni okuldan alsın boşuna sıra işgal etme! 4-4) Bi yavru kaplanım olsun böyle sadık, laftan anlayan, her gördüğü insanı yemeyen. (Nuh'un gemisine çıkacan sanki otur! Sıfır! yani 5-4. Yeter bi de off be ne can sıkıcı adamsın!) Ne fantezi düşüncelerim var ama neyse yazmayayım daha benden soğumayın :) (Çılgın fanteziler derken hepsi de cinsel içerik taşımıyor :) hemen kötü düşünmeyin ya içiniz ne kadar pis ;P)
Hayata tekrar gelseydim, Tesla veya Leonardo Da Vinci olsam güzel olurdu. Yaratıcı zekalara pek bir hayranım. Ama ben beni seviyorum yani biraz saçmalamasam aslında atom mühendisi bile olurdum da yok atom mühendisinden zor benim yaptıklarım onu geçelim. Ne olurdum... Hmm biraz saçmalamasam çok daha iyi olurdu. Tam açıklayamadım. Ben kendimden memnunum. Ama Avril Lavigne'nin kocası olmak istemez miydim gel de bana sor bakalım ;P Ya ben bu mimleme işlerini pek beceremem. Ama madem istiyorsunuz. Bloglara da bakmadım kim daha önce yazmış, yazmamış bilmiyorum. Cansulogy'de sobelenenleri sobelemiyorum tekrar kusura bakmasınlar :) Eyseancığımı sobeliyim. Hanife Hanım, Püstüklü mama, müsaitse Emir Bey ve daha niceleri :) Hepinizi sobeliyorum bee listemdeki herkes sobelidir. Hesaplar benden...
Çarşamba, Şubat 13, 2008
Kategoriler: Yazan Çizen:
eroy
Sonsuza kadar uyuyabilirsin ama asla dinlenmiş olarak uyanamazsın.. Bir taş kadar soğuk ve durgun olabilirsin ama yine de huzuru bulamazsın.. Dido ft. Fatihless - One step too far bu haftanın klibi.
Hergün birşeyler yaparken bir amaca yöneliyoruz. Birçoğuna belki de bazen bir zaman dilimi geliyor ve ne yaparsak yapalım hep bir adım ötesine kadar gelebiliyoruz. O, bize daima bir adım uzakta kalıyor. Kabus gibi sanki hani o arkasından koşup da yetişemediğimiz, elimizi uzatıp da dokunamadığımız rüyalardan, herşeyin bir anda toza dönüştüğü ve nefes nefese üzüntüyle uyandıklarımıza benzeyen kabuslarımızdan. Bu bir kabus diyemeyiz ama uyanamadıktan sonra rüya veya kabusu nasıl tanımlayabiliriz ki?
Ben hala bekliyorum... İnsanın en güzel özelliklerinden birisi bu zaten umudunu kaybetmeme aslında bu sonsuz bekleyiş sonunda sonsuz mutluluğa ulaşabileceği gibi sonsuz bir hapsi de beraberinde getirebilir. Asla içinden çıkamayacağımız bir hapishanede kendimizi içeri kilitleyip anahtarı da zihnimizin sonsuz boşluğuna atıyoruz. Şans eseri bazen birisi içerideki gözyaşı damlalarının yere düşmesinin o ufacık sesini duyup yardım etmek istiyor. Ben hala bekliyorum.. Bazen farkına varıp bu hapishaneden kendimiz kaçmak istiyoruz. Gardiyan düşüncelerin arasından hiç farkedilmeden biranda gün ışığına kavuşmak.. Her mahkumun istese de istemese kafasının içinde gizli saklı da olsa var.. Ne kadar saçma geliyor değil mi zihninin içinde hapissin ama orada bile yine zihninin içinde birşeyler var. İki düz aynayı karşılıklı koymak gibi. Sonsuz kez içerisindesin aynanın. İçinde olduğun aynanın da içinde bir ayna var ve sen onun içindesin ve sonsuza uzanıyorsun..
Bir şarkı için bu kadar saçmalamak yeter. Belki de hiç bişey düşünmeyip sadece dans etmek daha iyi. Gecenin içinde kaybolup sabaha hiç rüya görmeden uyanmak. Yaşadıklarının rüya gibi gelmesi.
Pazartesi, Şubat 11, 2008
Kategoriler: Haftanın Klibi.
Yazan Çizen:
eroy
ready.. set.. go!.. Nerden başlasam bilemiyorum. Uzun süredir part-time blogger'lık yapan biri olarak nasıl yazılır konusunda sıkıntı yaşayıp "lan ben ne yazardım eskiden bilemiyorum ki şimdi unuttum hee.." gibi saçma cümle öbekleri içinde kaybolurken. "Bir yerlerden başlamak gerek yahu, Allah boş duranı sevmez.." misali ekran, klavye, mouse üçlüsünün karşına geçtim. Revenge of the Sith.. bunu demeseydim de A New Hope veya Return of the Jedi mı deseydim. Ama siz hala Starwars filmlerini izlemediyseniz ayıp. İzleyin yahu seveceksiniz. Valla bak.. bakın ya da çoğul mu kullanmam gerek tekil mi? Türkçeyi gramerli bilen biri bi yardım etsin de TDK siteyi kapatmadan halledelim.
- Sen eskiden güzel blog yazardın. - Şımartıyosun beni.. - Hadi, hadi ben bilirim msn'den filan ekleyen olurdu. - Olurdu.. Hayat değişken bir yapıdadır zati. Mutlakiyetten bahsetmek yanlış olur. - İyi işte bak belki beyaz atlı prensesini bulursun :) - Onun için mi yazıyorum vay ben kötüyüm vay ben yalnızım. Öfkeyle gücün karanlık tarafına geçip ışın kılıcıyla 32 parçaya ayırtma kendini. - Güç seninle olsun genç padawan.. Blog da yaz. Sinir etme insanları artık :) - Yes master.. bi de ilan veririm nete tam olur artık. Neyse güç seninle olsun yine de.
Bu template uğursuz geldi arkadaşım. "Niye template'e bok atıyosun?" değil mi tamam bunu demeyin. Biraz daha toparlayayım kendimi süper olacak. Bi de ben kilo da aldım. Yok arkadaşım daha yemek yemiycem ben yeter. Tüm odalarımız doludur diye yazı mı assam mide girişine. Yok be ne nefsine çabuk yenilen adamım ben iki dakka boğazımı tutsam sorun olmayacak. Evet. Hah bu soruna da çare bulduk tamam. Bak biyerlerden başladık gibi. Arkası yarın.. Yani haftanın klibi gerçeği var bu ülkede. Yarın akşam tam 8:30'da sizlerle buluşacak. belki daha erken olur kesin konuşmamak gerek. Hayatta herşey kısmet misali.. Yok yok ben böyle bi söz için fazla materyalist yapıdayım. Dur buna sonra gireriz. Sayfayı çevirin..
Pazar, Şubat 10, 2008
Kategoriler: Kişisel.
Yazan Çizen:
eroy
Bir kahraman her zaman evine geri döner.. Asla pes etme.. Asla unutma.. Yalnız değiliz.. Kahraman her zaman en umutsuz anda gelecektir. Bu haftaki klibimiz Beowulf soundtrack'i Idina - Always a hero comes home. Bir kahraman her zaman gelir anlamı taşısa da biz bunu kahraman her zaman evine döner diye çevirelim bu seferlik..
Hayatımız boyunca umutsuz anlarımız hep oldu ve olmaya devam edecek elbette bu zamanlarda kendi gücümüzün yetersiz kaldığı gibi yanlış ama yaygın bir düşünceye kapılırız. Bir başkasından medet ummak da tam da insana göre bir davranış zaten. Tüm tarihinde hep birilerinin liderliğine ihtiyaç duyan ve kendi varlığını sona erdirip kurtaracak bir Mesih'in gelmesini bekleyen bir canlıdan daha ne bekleyebiliriz ki.
Kararsız biri olduğumu kabul ediyorum. İyi ve kötüyü uçlarda yaşadığımı da nasıl desem henüz kararlı bir yapıya oturamadığımdan olsa gerek. Gidiyorum ama her seferinde evime dönüyorum. Kendi mesihim için dua ediyorum. Ama onun aslında kendim olduğunu da düşünüyorum. Çok düşündüğümden olsa gerek bu kararsızlık. Hepsini bir kenara bırakıp sonrasında bunlara bakıp güleceğimi de biliyorum. Zayıf düşmüş bir ulusu kurtaracak bir kahraman her zaman gelir.
Kendimden çok ödün verdim, aslında hiç kimsenin yapmaması gerek şeyler yaptım ama bir son kaçınılmazdı. Bir başka maceranın daha sonuna gelirken ben evime döndüm.
Herkese iyi bir hafta diliyorum..
Pazartesi, Şubat 04, 2008
Kategoriler: Haftanın Klibi.
Yazan Çizen:
eroy
merhaba.. sonunda geri döndüm. nasıl da nazlı, nasıl da böyle hemen başı öne düşen, melankolik, şapşalak biriyim değil mi :) neyse yok canım demenize gerek yok ben biliyorum. kişiliğimde barındırdığım iyi-kötü özellikler çok fazla sanırım bir tür ne olmaya karar verememe durumu. yine neyse demiycem zira çok diyorum.
so.. the legendary journey ends... gibi filmlerde duyabileceğimiz türden bir cümle ile giriş yapsaydım. şimdi eroy yediğin içtiğin senin olsun da sen neler yaptın bize onu anlat diyebilirsiniz ki mantıklı bir emir cümlesi olurdu. şimdi ben neler mi yaptım. garip olaylar silsilesi.
şimdi bir kötü dönemi daha geride bıraktım mesela. ne yalnızken, ne yanımda sevdiğim biri varken ne de olmuyor. bakın ben hiç not kaygısı taşımam bir de vay notum niye düşük geldi diye de oturup ağlamam çünkü aşırı bir özgüvenim var herşeyi yapabileceğime dair o yüzden bu tür engellerden çok uzun süredir korkmuyorum lakin beni üzen ve sinirimi bozan beni geçmişi düşünmeye ve saçma sapanlaşmaya sürükleyen şey, başarısız olmanın verdiği o berbat duygu. beni o kadar üzüyor ki benden bekleneni verememek, başarısız olmak, yapamamak, -e bilememek eki beni çok rahatsız ediyor. üstüste gelince de hem özel hayatta hem okul hayatında, vs. bu beni çom yaraladı. derin yaraladı.
aaahh ah fikriye :) ya aslında kimseye anlatamadığım benim onu değil sevme-sevilme, gerçekten aşık olabilme duygusunu yaşayamamaktan korkmamdı. tekrar olmaz kaygısı bi de herşeyin bir anda bitmesi, yarıda kalması benim gibi mükemmeliyetçi takıntısıyla yanıp tutuşan birini ne kadar da üzer. hem gerçekten onun bana söylediklerini siz bilmediğiniz için böyle romantik komedi gibi duruyor. bilen birkaç arkadaşım der ki sen ne gurursuz, kişikliksiz insansın. bunları duyduktan sonra bir daha adını nasıl da ağzına alırsın gibi sözler söylese de aşkta gurur olmaz kardeşim :) bir de benim adımı bile anmayan birini ben nasıl olur da hergün anarım. aaah ah şapşalak ben :) bu gibi saçmalıkları da geride bırakmak gerek. olsun ama her üzüntü bana birşeyler kattı mesela o zamandan bu yana çok daha sosyal, daha bir maceraperest, özenilesi işler yapar oldum :) ahaha bunların hepsini aşkı tekrar bulmak için mi yoksa sırf canım istedi diye mi yapıyorum bilmiyorum ama olsun zaman eğlenceli geçtikçe sorun yok :) elbet yine aşık olacağım biri çıkacaktır karşıma :) değil mi. benimm bir sevgilimm vaaarr henüz tanışmadığımmm diyorum :)
babam 4 yaşındayken babası kaybetmiş o yüzden hiç büyükbabam olmadı, büyükannem de ben 1,5 yaşındayken öldü. anneannem ve dedem yaşıyorlar. işte babamın babası öldüğünde ona dayıları bakmış onu öğretmen okuluna götürüp getiren, okumasını sağlayan ve benim adımı koyan, büyükbaba dediğim insanı kaybettim. ben pek akraba canlısı biri değilim ama ölüm ayrı birşey. neyse hacdan yeni gelmişti daha farklı biriydi. bir hafta sonra bir daha göremeyecek olmak senede 3 kere görsem de üzdü beni. mezarlığa gittiğimizde havada kar taneleri uçuşuyordu, soğuk ve çamurluydu. ölümü nasıl tarif etseniz tam da bu hava gibi derdim.
yamaç paraşütü yaptım dün. nasıl bir duygu desem.. tanrıya yakın oluyorsun, melek olmak böyle birşey galiba tüm güzellikleri yukarıdan görmek çok güzeldi. yukarıdayken düşünmek için çok vakit buluyor insan. daha farklı düşünüyorsun, daha rahat, daha ayrıntılı, daha geniş, daha pervasız olmamak için hiçbir sebep görmeksizin... yere indiğimizde ayağım yerden ilk kesildiği andan daha farklı biriydim. ve tanrı eroy'u yarattı.. gökten yere indim. tekrar kendi dünyama dönmüş gibi. deniz kenarına oturup sigara içerken hoş bir dost sohbeti ve sanki benim bundan sonraki halimle konuştum. çokça nasihati ve geçmiş hakkında dersleri dinlerken bir yandan da ilerisi daha farklı olmalı diyordum.
on dakikalık bir paraşüt uçuşu değildi elbette. bu sefer çok düşündüm. hiçbir sesin olmadığı bir yerde oturup sessizliğin sağır eden sesine tanık olup, sadece kendi sesimi dinledim. herşeyi geride bırakıp, yeni bir başlangıç için eve döndüm. emir beyin bana baktığı fallarda çıkan extreme sporlardan birini daha yaptım zira her bakışında birini söylüyor acaba bir dahaki sefere ne söyleyecek? bunu öğrenmek için bloggerlar olarak bir buluşalım. ben özledim blogger buluşmalarının tadını.
my dream is to fly obada rainboow so hiigghh diye indim ama bu da onca felsefenin ve hayatı sorgulamanın ardında komik geldi :) ama theoden'in ciddiyetiyle so it begins.. demek gerek..
Pazar, Şubat 03, 2008
Kategoriler: Kişisel.
Yazan Çizen:
eroy