deleted scenes
hergün aynı zamanda uyanıyoruz. birbirinden iki dakika uzaklıkta istasyonda bekliyoruz. ve sanki hergün daha da açılan aramıza, unutulan anılarımıza biraz daha birşeyler eklercesine ayrı yönlere gidiyoruz. biliyor musun ben her sabah o iki dakikalık mesafede senin bekliyor olabileceğini düşünüyorum. havalar soğuk olduğunda boynundaki atkını veya takmaktan hoşlanmadığın bereni düşünüyorum. tekrar soğuktan buz kesmiş ellerimizi karşılaştırıp bak hangimizin eli daha küçük demek isterdim daha sadece senin beni sevdiğin dönemlerden kalan bir anıyı tekrar hatırlayıp şu an benim sana aşık olduğum senin benden nefret ettiğin zamanları yaşarken. roller nasıl da değişti değil mi nasıl da acımasız herşey.
o iki dakikalık mesafenin sonundaki istasyondan her geçişimde kapılar açıldığında kafamı dışarı uzatır seni ararım. göremeyeceğimi biliyorum. asıl beni korkutan seni görmek. evet. seni görmekten o kadar çok korkuyorum ki.. ama gözlerim her an seni arıyor en büyük korkusuyla yüzleşmeye çalışan küçük bir çocuğun yatağının altında canavar olup olmadığına bakarken hissettiği heyecanı yaşıyor her an. ben bununla tekrar yüzleşmek için o kadar çok dilekte bulundum ki. gittiğim her kör kuyuya, her güzel havuza bir metal para attım. ve şimdi onlar sadece diğer umutsuz dileklerin yanında suyun dibinde yatıyor. herkesin umutsuz dilekleri birbirine bakıp kendinlerine benzeyen başkalarını da görüp umutsuzca zamanı yaşıyorlar. sonra kapı kapanıyor yine de hızla yanında geçtiğimiz insan silüetlerinde seni arıyorum. keşke o hayaletlerin arasında bir kez görsem. ya da hiç olmayacağını artık anlasam...
bazen geceleri o istasyondan geçerken seni arıyorum. açılmayan bir telefon ve ardı ardına gelen o çalma sesleri.. her ses bir sonraki lütfen gelmesin diye yalvarıyor gibi. bir an önce biz kesilelim artık sadece kelimeler olsun. ama olmuyor. son ses de artık istasyona trenin gelmeyeceğini söyleyen o yaşlı tren görevlileri gibi hüzünlü ve umutsuzca orada bekleyen insana gerçeği tekrar hatırlatıyor. sonraki iki dakika boyunca ağlıyorum. o istasyondan tekrar geçerken bir daha başlayacak olan o hüznü kendi evimin önündekine geldiğimde unutmaya çalışıyorum.
neden böyle, nasıl bu kadar çok, ne yaptığımın farkında mıyım, nereye kadar sürer, nasıl biter ya da keşke nasıl başlar bilmiyorum ama ben seni hala seviyorum...
aşk korkmaktır...
ne diyebilirim ki.
bana geçen sene her gün ve akşam bindiğim treni hatırlattın. o günler sanki kurduğun her bozuk paralı cümlede burnumdan içeri doldu. taştım şimdi. metal kokusu, küçük çocuklar, dilenciler, çantamla oyun oynayan aptal kediler, muhabbet etmeye çalışan geçkin kadın ve yanakları pörsümüş yaşlı adamlar... ve aşk. hiç bitmicek sanılan, anlamaya çalışırken anlamını yitiren, bir çocuğun aptalca kurduğu kelimelere su döküp kendini büyülemeye çalıştığı aşk. öyle uzağım ki kendi kendimden mirkelam abim gibi. kendimi keşfederken insanları görmeme safhasında kişisel yalnızlık tarihim. sevildiğimi hissetmek hiç bu kadar rahatsızlık vermemişti bana. bardaktan boşandım. öyle mutluyum ki.
bu yazı bana bu postu da yazdırmış oldu, bloguma koyucam şimdi.
teşekkürler eroy, bu güzel yazı için...
Kafam karıştı benim.
görmekten korkma!
görmekten kaçma!
onu gördüğünde kendini de göreceksin çünkü...
Anlaşılan sen yine daha önce okuduğun,sınavlarını veremediğin aşk dersinden bütünlemeye kalmışsın.Bu kaçıncı sınıf tekrarın.Kitaba iyi çalışmamışsın.Beklemediğin yerden geldi galiba.Ama kabahat yazarın değil,onu anlamaya çalışmayanın.
GÜNÜN SÖZÜ:Şeytan Besmelenin yarısını bilirmiş.
eray?? hopala.. geç mi oldu acep.. hımm.. dur bir deniyim şansimi :)
uyandirdim hehe :D
Aşk ; onu bidaha hiç göremeyeceğini adın gibi bildiğin halde
beklemektir,,
bununla yetinebilmek
ve bununla mutlu olabilmektir...
Acı ama gerçek :)))