yaşam uyurken de devam eder. gerçek ise aslında hep yanıltıcıdır.
taş merdivenlerden çıkarken elindeki meşalenin ışığı turuncu taşlara çarpıyor ve onları bir nebze de olsa karanlıktan kurtarıyor ve sonrasında yine karanlığa gömüyordu. hızlıca ilerliyor ve zırhının birbirine çarpan kısımları metalik sesler çıkarıyordu. meşaleyi tutmayan diğer eli sağa sola savrulmasın diye kılıcını tutuyordu. kılıcını sıkıca kavramasının nedeni savrulmasını önlemek değildi belki de karanlığın içinden ne geleceğini o da bilmiyordu. insanı en çok korkutan şey karanlık. ne olduğunu bilmediğimiz şeylerden daha çok korkarız. aslında neyin gelebileceğini çok iyi biliyordu ama onun için esas soru tehlikenin nereden geleceğiydi. o yüzden karanlığı yararken bir yandan da gerisinde bıraktığı bilinmezlikten neler geleceğinden korkuyordu. belki korkmak değildi ölmekten korkmuyordu onun için şu an gittiği yerde görecekleri ölümden çok daha kötüsüydü. ihanetin o sivri hançeri sırtına saplandığı zaman hissettikleri daha önce gördüğü birçok savaşta aldığı yaralardan çok daha acı verirdi. kapısız turuncu odaya geldiğinde kendisi de bunu zaten öğrenmiş olacaktı. son giderek yaklaşıyordu. meşaleyi içeri tuttuğunda gördüklerinden daha kötülerini görmüştü belki de ama hiçbiri bu kadar etkilememişti. kan görmek ilk defa onu tutuyordu. kendi dökmediği kandan dolayı suçluluk hissetmesi ne kadar garip. ondan başka hiçbir canlının olmadığı bu pis, taştan odada gördüklerine verdiği ilk tepki kılıcını çekmek oldu onun içindeki intikam ateşi elinden tuttuğu meşaleninkinden çok daha fazlaydı. biranda arkasını döndü elindeki meşalenin ateşi havada bir alev dairesi çizmişti. merdivenlerden inerken artık karanlığı yaran sadece meşalenin alevi değildi. parlak kılıcından yansıyan ışıklar karanlığı kesiyordu. ilk defa kestiği bir yerden kan akmıyordu kılıcın. kestiği sadece karanlıktı. korku dolu bir bilinmezlikti biraz önce ama şimdi gözlerindeki nefret bile karanlığı yarıyordu. hissettiği nefret tüm korkularını yenmişti. ölüm artık onun için korkulabilecek birşeydi çünkü artık yaşamının bir amacı vardı. onun için yaşayacaktı ve intikamını almadan ölmemeliydi. karanlıktan kurtulup heryerin ışığın egemenliğinde olduğu yere vardığında karanlıkta korktuğu şeyler burda onu bekliyordu. onlara bir şans vermeliydi iki kişi olmalarında korkmuyordu. korktuğu şey intikamını alamamaktı. onlara bir şans verdi yaşam için son bir şans. bunu herkes hakeder. nefes almanın zevkini tatmak için son bir şans ver onlara. sen iyi bir insansın. geride bıraktığın ölülerin birçoğu yaşamayı hakediyordu ama kılıcı taşımak onu kullanmayı gerektirirdi hep. silahlar hep kullanılmayı isterler. canlı olan herşeyden intikam almak isterler, onlarda olan canı kıskanırlar belki de. o yüzden bu kadar güzeldir kılıç. kendisini kullananı cezbeder ve tüm canlılardan intikamını alır. kendisi gibi cansız hale getirir. karşındaki iki kişi bu şansı kullanamadılar. şimdi tek hedefi kendisini kandıranı bulup bu yaptıklarını cezasını kendi elleriyle vermekti. hep iyi bir insan olmuştu ama bugün akıtacağı kandan zevk alacak olması onu kötü bir insan yapar mıydı? bu yüzden cehenneme gideceğini düşünmedi bile tek istediği intikamdı. artık ihtiyacı olmadığı meşaleyi elinden attı. sönüp sönmediği önemli değildi. içindeki ateş etrafındaki herşeyi bastırabilirdi. intikamını almadan önce ona son bir şans vermeyecekti. parlak kılıcı artık kıpkırmızıydı ve henüz doymamıştı kana. birazdan fazlasıyla kan akacaktı ama bu onun akıttığı ne ilk ne de son kan olacaktı. nefretten başka birşey hissedemiyordu. merdivenlerden inerken de aklında sadece intikamı vardı. ama herşey bir anda karardı garip bir melodi kapladı heryeri. bu ona tanıdık geliyordu ama nasıl olabilirdi? ben neredeyim? dediği anda uyandığının farkına vardı..
ya da vardım mı demeliyim. uyandığımda üstümde zırhım yoktu, elimde kılıcım da yoktu. hepsi gerçekten bir rüyaydı. evet! gerçek bir rüyaydı. karanlıkta duyduğum o melodi de telefonumun alarmıydı. gözlerim kapalıyken hissettiğim o nefret, gözlerimi açtığımda geçirmek zorunda olduğum bu zor gün için de devam ediyordu. hayat da devam ediyordu. aklıma gelebilecek herşey devam ediyor sanki uyumadan öncekiyle aynı gibi herşey. ama elimde kılıcım yoktu, alınacak bir intikamım yoktu. sınavım vardı ve her nasılsa kalem kılıçtan keskindi. ve bu gördüğüm ne ilk ne de son gerçek rüya olacaktı. neyse zaten ölünce dinlenirim..
yazıyı okumaya başladığımda sonunda bunların bir rüya olduğunu tahmin etmiştim inan ki.
farklı şehirlerde telepati kurabilmek enfes ya.
benim eroyum böyle komplike hikaye tarzı şeyler yazmaz zaten.
hem yakışmamış ta kalemine silahlar kılıçlar falan.
dipnot:guns don't kill people,chuck norris kill people : ))
yine buna benzer rüyalar görüyorum ya uyurken dinleneceğime daha çok yoruluyorum. rahat uyuyacağım günler çok uzak sanırım