herkesin istanbul' u kendine
ne güzel yağmur yağıyor artık. ne de mutluyum bilemezsiniz. ama koca yaz bu kadar çabuk mu geçti? yok, hayır, bi saniye.. diyene kadar işte herşey yeniden başlıyor. ve ben neyi sevip neyi sevmediğimi aslında tam olarak artık anlayamıyorum. herşeyi sevmek böyle oluyor sanırım.
hidromobil toplantımız bitti. karşımız harbiye olması lazım. isminin ne olduğundan bi türlü emin olamadım zaten :) yolum aslında tam ters yönde ama biraz yürümek istedim arkadaşlarla. can sıkıntısını atmanın başka yolu yok sanırım. arkadaşlarınla gülmekten başka bi yol yok gibi. mecidiyeköy' e kadar yürüdük. tam da cevahir' in önünde otobüs şoförü ışıkta dururken kapıyı açtı sağolsun iyi adammış :)
yeni otobüsler de bayağı güzel aslında ilk girdiğimizde solumuzda kalan karşısında 1,5 kişilik koltuk olan yere oturuyorum. elimde 500 sayfalık kitap var canım çıktı taşırken. onu da yanımda koltuğa attım telefonumun kulaklıklarını da taktım. hergün aynı şarkıları dinliyorum aslında ama yol da başka türlü geçmiyor sanki. yürüdüğüm yolları tekrar otobüsle geçicem şimdi. güzel dükkanlar var etrafta, güzel cafeler ve restaurantlar. ama onların ışıklarında biraz uzaklaşınca biraz karanlığa girince herşey fakirleşiyor birden. gloria jean' s coffee' den yayılan güzel müzik ve tatlı kahve kokusunun yerini ucuz şarap ve bira kokusu sarıyor karanlıkta. otobüse binmeden önce yürürken farkettim ki, karanlık iğrenç kokuyor.
düşük bel pantolon, siyah tişört, siyah kapşonlu saçlarım bazen rüzgarda hoş şekil alıyor, gözümün önüne düşecek kadar da uzamaya başladı. ama cool değilim, hem olsam neye yarar ki ben küçük bir ev kedisiyim buralar bana göre değil. herşey fazla cesur, herşey fazla yalan, kızlar fazla büyük, bakışlar fazla sert. eve gidip film izlemek istiyorum şu an sadece ve biraz da kahve.
taksime geldik artık meydandan yokuş aşağı yoldayız. cam kenarını seviyorum dedim içimden insanları izlemek hoşuma gidiyor. hayatlarını merak ediyorum ama başkasının hayatına giremeyecek kadar da korkağım. izlemek en iyisi bi süre daha.
travestileri görünce üzülürüm ben hep. travesti demek ne derece doğru bilmiyorum zaten ben pek bişey bilmem sadece duruma bakıp sonuç çıkarırım. bilgim yok ama zekiyim ordan kurtarıyorum. ben aslında çok korkarım onlardan ayıp di mi? ama nedensiz bir korkum vardır. o yüzden ben beyoğlunda gece asla tek dolaşamam. ama onların dışında daha birçok başka korkum var aslında ama korkuma bir isim koyamıyorum. hayatları parçalanan insanları görüyorum sanki etrafta birçok sokak bir parça ışıkla aydınlanmaya çalışıyor. o ışık da sönse masumiyet diye birşey kalmayacak ortada herşey suç ve ölüm gibi geliyor karanlıkta. çocuklar sokakta dolaşıyor. anneleri sandığım bi kadın da var orda ve her sokakta loş ışıklarda bir sürü insan bazen tek başına bazen kalabalık. ama bir o kadar da göremediğim gölgede kalanlar var. geceye siyah güneş gözlüğüyle bakıyoruz biz masum insanlar. görmemek en iyisi diyoruz. masumiyet bizim seçimimiz mi? yoksa biz beyoğlunda yaşamıyoruz diye arkasına sığındığımız bir yalan mı? neyse herkesin istanbul' u kendine
bu sözü oky' le barışarock' a giderken aynı anda bulmuştuk :) çünkü gittiğimiz yerler bariz ormandı ve dağ başı olarak bile tanımlanabilirdi ama oralar da istanbuldu. sonra deniz kıyısında biryerlerden geçerken ben evim burda olsun isterdim dedim oky burada değil biraz daha aşağıda demişti. oralar da istanbuldu. hatta okulun olduğu beşiktaş ne kadar istanbulsa, staja gittiğim fabrikalar arasında yürüdüğüm davutpaşa da bir o kadar istanbuldu. ya da 4.levent metroda baktığımız haritada görülen birsürü yer ismi. İyi de heryer istanbul burda!..
herkes biryerlere gidiyor şu an farklı yerlere giden binlerce insan var otobüslerde. ki bu benim gördüklerim. ben otobüsle gidip geldiğim için otobüs insanlarıyla karşılaşıyorum. arabam olsaydı o zaman diğer şoförler benim otobüs insanlarım olacaktı. herkes hayata kendi gözlükleriyle bakıyor. gözlüğün camlarının ne kadar şeffaf olacağını da kendimiz belirliyoruz. bindiğim otobüs eminönü' ne gidiyodu o yüzden inmem lazım eminönü tarafına dönmeden. trt' nin ordaki durakta indim. yenikapıya giden bi otobüs geldi bindim hemen nasılsa aylık akbilim vardı. öğrenciyim ben di mi. hala büyümeme çok var. ben istemiyorum takım elbiseli insanların arasına karışmak. spor ayakkabıdan başkasını da giyemem hiç ümitlenmesinler. yenikapı otobüsünden de 2 durak sonra inip aksaraydan geçen bi otobüse biniyorum sonunda. oturmadım ayakta durmak istedim. ama iki dizim de çok feci ağrıyor sabah yağmur altında tenis oynadık üşüdüm herhalde. o saatten beri de sürekli dışarda koşturuyorum. off diyorum bazen. ama olsun tek başıma kalmaktan iyidir.
aksarayda indim. herkes bi yere bakarak yürüyor. midyecinin tezgahı devrilmiş bi adamla konuşuyor. ne olduğunu bilmeden yanlarından geçiyorum. herkesin çok başka bi hayatı var. dükkanlardan müzikler yükseliyor ve ben yine karanlık yerlerden geçiyorum. metroya girdiğimde tek isteğim bi kola alıp oturmaktı ama 90' dan geriye saymaya başladı ben inerken. en iyisi evde içmek dedim direk metroya girdim. orda da bir sürü insan. heryer insanla dolu ve onlara baktıkça yaşadıkları hayatları sorguluyorlar mı, mutlular mı, nereye gidiyorlar diyorum.. sanırım bu gece tespit işini fazla kaçırdım. aslında biraz seni de düşündüm ama giderek daha uzak geliyor seni düşünmek. daha zor oluyor yüzünü gözümün önüne getirmek. sanırım ben yine kendi hayatıma dönüyorum.
okuyorum okuyorum, baktım ondan bahsetmiyorsun. derken yine dayanamamışsın :) ama evet dönüyorsun kendi hayatına. ve bil ki eskisinden biraz farklı olacak. çünkü bu arada çok şey öğrendin.
evet bir sürü şey öğrendim aslında. bu gece keşke makineye hiç başlamasaydım dedim bunu gönülden istedim biraz önce. ama hep bişeyler oluyor. önüne geçilmiyo olanların.
olan herşeyin bir sebebi olması mantıklı geliyor. ders çıkaramasam da. çıkarsam da uygulayamasam da anafikri kaptım sanırım.