Live 4 it! günlük gibi zaten

meraba blog, tekrar beraberiz. kahve suyum kaynamak üzere o yüzden ben seni bir süreliğine yalnız bırakabilirim bu yazıyı yazarken. neyse sen zaten bensiz devam edemezsin blog di mi :) ben gelene kadar bekleyedur geliyorum hemen..
kahvesiz nasıl yaşardım bilmiyorum ya ciddi olarak söylüyorum bak blog gülme sakın. gerçi artık uykusuzluk ve zihni açma gibi bi etkisi olmuyor çünkü kanımdaki kafein oranı sürekli yüksek olduğundan daha üst seviyede birşeyler almadıkça bir etkisi olmaz artık çok geç :) neyse konumuza dönelim. sabah evden çıkarken akşam geliyorum demiştim. bu akşam kendi evimde kalıyorum ki bu artık haftada 3-4 güne kadar düşüyor. perpa' daki atölyemizden çıktıktan sonra eve gitmektense arkadaşta kalmak daha rahat geliyor :) bu da değil aslında konumuz o yüzden konumuzu bulma yolunda ilerlemeye devam edelim nasıl olsa taşlar yerine oturacaktır. ben yazı içinde konudan konuya atladığımdandır ki kolay anlaşılır bir üslubum yok. bu da yorum sayısını düşürüyor. neyse düşen sadece o olsa keşke. çevremdekilerin benden uzaklaştığını da hissediyorum ya blog neyse şimdi bundan bahsedip de aklımı daha da karıştırmayayım. zaten pek bi karışmaya müsait aklım var tıpkı her an iç savaşın çıktığı afrika ülkeleri gibi.
geçen hafta sabahtan akşama kadar ümraniye' de bi atölye de beylikdüzü' nden aldığım alüminyumlardan bir şasi ortaya çıkarabilmek için uğraştım. ama bittim resmen ya zaten o sıralarda aklım pek bi havalardaydı acaba mı diye güzel bir hikayeye başlamaya çalışırken bir yandan da aklım hiç alakasız yerlerdeki bilimsel problemleri çözmekle meşguldü. işte sorunum bu benim ya hiç rahat bırakmıyolar beni hep bir sürü şeyi düşünmek zorunda bıraktıkları için önümdeki olayları rahat düşünemiyorum herşey olup bittikten sonra kendi kendime dert yanıyorum. off ya demekten sıkıldım ben..
neyse o kadar pislik içinde yaptık ve sonunda birşeyler ortaya çıkardık. ama şanssızlığın beni çok seven melekleri elbette ki yalnız bırakmadılar beni o günde de ve herşey bitti gidiyoruz derken elimi yaktım. ama o kadar sıcaktı ki tuttuğum yer sıcaklığını hissedene kadar zaten yakacağı kadarını yakmıştı. iki yazı önce de dediğim gibi insan fiziksel olarak çok zayıf. ve sanırım o yazı da bana birşeyleri kaybettirdi ama ben şu an emin değilim. ertesi gün yine perpadaki uzun akşamlarımızdan biriydi ve evini ikinci adresim bellediğim ilker' i ikna edip mor ve ötesinin konserine gittik. benim şu sıralar çok dışarı çıkasım ve konuşasım var çünkü. ve ben o geceyi o şekilde geçirmeyi planlamıyordum. belki de herşeyi değiştirecek bir gece olabilirdi ama yine sıradan dışarıda geçirilen bir gece oldu ama bu yeni yeni yaptığım sıradanlıklardan biri. uyumamak, gecenin bi körüne kadar uykusuzluğunu dışarıda yaşamak,.. çok melankoliğim biliyorum ama cidden bunu paylaşabileceğim sevdiğim bi insan olmadığı için sana saçma geliyor yoksa bunu tamamen sevgiye çevirmek, ve hep hatırlayacağımız onlarca güzel anı yaşayamadığımı düşündüğüm için bu his.
emo' nun perpa' daki temsilciliğinin açılışına katıldım. soran herkese projemizi ve yarışı anlattık ama benim aklım konuştuğum şeyleri düşünmüyordu elbette. cebimdeki telefonun titremesi için yalvarıyordu bir yandan. açılışta rakı ve beyaz şarap içtim hiç bi etki yaratmadı bende. orada işimiz bittikten sonra aşağıda çalışıp ondan sonra gitmiştik zati konsere.
şunu farkettim ki, vodkanın üstüne bira içince benim dudaklarım ve el parmak uçlarım hafif uyuşuyor ve bu uyuşma bana çok tatlı geliyor :) konser sonrasında ben yine parmaklarımın uçları ve dudaklarım uyuşuk halde ilker' e gittim. elimde telefonla 5 kez mesaj yazmaya çalıştım her seferinde gönder yerine yanlışlıkla no' ya bastığım için silindi ve birbirinden farklı kelimelerle aynı şeyleri yazdım. uyumadan önce yatakta yan dönüp yastığa yasladığım telefonda son denemem başarılı oldu ama başarılı olan sadece mesajın gönderilmesiydi yoksa gerisi herzamanki gibi sayfaları boş kalmış hikaye kitapları ne yazık ki.
ertesi gün de erkenden kalkıp eve döndüm. yine kahvemi içtim ve duraksamadan özel ders vermek için evden çıktım. eve döndüğümde beşiktaş-galatasaray maçını izlemek istiyordum ama perpa ya da gitmek zorundaydım. aslında gidelim mi desemiydim bilmiyorum. ama gittiğim yer yine perpa oldu. gece dönerken yolda yanmış bir belediye otobüsü gördüm gazeteleri pek okumuyorum tv desen hiç izlemiyorum o yüzden ne olduğunu hala merak ediyorum.
ogün şanlısoy ve şebnem ferah "bir ben" şarkısını ne güzel söylemişler ya. ben de aynen öyle hissediyorum ama bunu şu an bile tam olarak anlatbildiğimden şüpheliyim ya da yukarıda yazdıklarımı tam olarak istediğim sırada mı yazdım onu bile bilmiyorum. çok yoruluyorum ama yaptığım şeylerden zevk almalıyım aslında çünkü hoşuma gidiyor bu şekilde birbirinden farklı yerlerde bulunmak. ama birşeyler hep eksik içimde bir duygu hep eksik ve o duygunun eksikliği başka birçok düşünceyi doğuruyor. ama ben hiçbirşeyi bırakmadım :) sadece hissettiklerimi yazıyorum sana blog. yoksa yapılacak bir sürü işim var ve bu gece daha çook uzun ;)

  1. Comment by Adsız on 03:16  

    hep yorgunluktan gebererek we düşünmeden günlerin geçmesini istiyoruz.ama bu hiç olmuyo!lanet olsun ki hiç böle olmuyo!işin yorgunluk kısmı tamam ama...günün sonunda güzel bi uyku çekmek istiyoruz ama yine o düşünceler üşüşüyo dimi!güzel bi şarkı dinliyerek rahatlamak istiyoruz ama yine olmuyo.bütün bi günü tel.e bakarakta geçirebiliyoruz.huzursuzluk hep içimizde.keşke günler çabucak geçse we hemen yaşlansak we ölsek!benim tek dileğim bu seni bilemem!

  2. Comment by eroy on 01:16  

    senin gibi düşünüyorum bazen. ama bazen de tam tersi. hep değişiyor düşünceler. aslında bu biraz şey gibi bir yolculuk gibi bazen hızlı gidiyosun bazen yavaş. durup dinlenmek istediğin de oluyor nefes nefese kalmış oluyosun. ya da hiçbişeye aldırmadan koşuyosun etrafına aldırmadan