Behind blue eyes-LimpBizkit

bir, haftanın klibinde daha sizlerle birlikteyim Live 4 it!' in siz sevgili okuyucuları. limp bizkit - behind blue eyes ile bizimle birlikte. bildiğiniz gibi çok nostaljik ve yeni şarkıları geç benimseyen bir müzik arşivim var :)
bişeyler yazmak istiyorum ama kafam çok karışık be blog yani bi türlü toplayamıyorum zaten sinir oldum ben de artık kendime. hayır hep böyle yapacaksa gidip bodruma yerleşelim bari :) çünkü burda hayat zor aklın karşıksa bi türlü toplayamıyosun. bi kere trafik beni çıldırtıyo ve benzeri işte.. zaten yazabilsem güzel örnek verirdim şu an :)
oky ile cumartesi 300 spartalı' ya gittik. benim 1,5. izleyişimdi aslında zira ilk izleyişimde yarısını izlemiştim :) bu sefer tamamını izledim gibi aslında tamamını dinledim desem daha iyi önümüzde oturan çift yüzünden tam olarak filmi izleyemedim. o zaman 1,5 kez dinleyip toplamda gördüğüm sahne bakımından değerlendirirsek 0.98 görüntü ortalamasına tekabül ediyor. (allah belamı vermesin di mi :P bu kadar da saçma yazılır da olay çığrından çıkarılır mı)
durumun vehameti oky ile aramızdaki şu diyalogdan kolaylıkla anlaşılıyor (şu an size komik gelmiyo ama o an ben çok güldüm:) şimdi de gülüyorum lan sanki hala o andayım :P)
eroy: oky kaç 300 spartalıdan kaçını görebiliyosun?
oky: 130 tane filan.
eroy: :)))
işte böyle insanlık dışı şartlar altında mistisizmin ve zorbalığın nasıl da yok edildiğini gördük :P dur dur anlatıcam filmi de şimdi değil.
oky ile güzel bi yaklaşık 6 saat geçirdik cumartesi günü. hani blog buluşması olmasa görüşemiycez tabusu yıktık :)
bu arada blog buluşmamız var 31 mart'ta şimdiden ben unutmadan yazayım.
üstteki fotoğraf benim görüş açım, alttaki de oky' nin (o aralıktan 130 tanesini görmesi gerçekten bi mucize :P)
çıkışta mc donald's ta yemek de yedik geneçeterekecelele saolsun. sinema ve fast food yiyip eski çocukluk günlerimizde anne babalarımızın bizi dolaştırdığı günlere benzer bi günü daha geride bıraktık. yemekleri aldıktan sonra oky ile birbirimizi kaybetmemiz ve ben 3. katta yemeğe başlamak üzereyken oky' nin hala aşağıda benim yemek sırasında olduğum yanılgısıyal beklemesi de komikti. anlatmadan geçmeyeyim ki şu anı blogu furyasına bi katkım olsun benim de :P

10 numara eroy!


dün gece 2 günlük ev hasretimi sona erdirdim. aslında pek de bi hasret denemez ya. ne biliyim bişeyler eksik gibi içimde onu da evde dolduramadığım kesin zaten. dışarıda da bulamadığım pek bi açık. amaaan hep beni mi çekeceksiniz zaten. boşveremediğim bu şeyleri hadi boşvermişim gibi kabul edelim nasıl olsa ne ben ne de bir başkası çözüm bulamıyor buna.
pazartesi günü 300' ü izleyebildim en sonunda ama ne yazık ki hepsini değil. yarısını izleyebildim. ama ben 2. yarısına girdiğimde hala 300 kişilerdi neyse ki bişeyi kaçırmadın dediler :P amannes diyorum ve sadece 300 için ayrı bir yazı yazıcam. ama ben plc laboratuarında ecel terleri dökerken arkadaşlar benim yerime de aldıkları biletleriyle filmin keyfini sürüyolardı. ooff of ne istediğim tam oldu ki :P
lap top aldım 1 hafta önce bindir şevkle ama vista' yı silip bir türlü xp kuramıyorum, kuramıyoruz, kuramıyorlar. höh be!.. kimse bilmiyor mu vista' ya nasıl format atılır. bilen biri varsa bana yardım etsin ya mağduriyetimin haddi hesabı yok çünkü :) kullanamıyorum lap top' u.pazartesi apar topar izlediğim 300' ün ardında trt' nin tepebaşındaki stüdyolarına gittik. 10 numara çekilişini izlemek için zira mutlu' nun kuzeni bize önden yer ayarlamıştı. ama ilk sıradaki yerlerimize dördümüzün yaşını toplasak birinin yaşına erişemeyeceğimiz bir amcamız ve teyzemiz oturduğu için biz ayakta kalma tehlikesiyle karşı karşıya kaldık. ama hırs yapan kuzen bizi en önün de önüne yani masalara oturttu. kameralara bol bol görüntü verdim tüm gece.
ya ben hayatımda bu kadar türk sanat müziğini bir arada dinlemedim. bu kadar söyleyeni de birarada görmedim :) ama hoşuma gitmedi değil tabii. ama türk sanat müziği bende meyhaneye gitmişiz de nasıl bu hale geldik onun dertleşmesini yapıyoruz havası uyandırıyor. öyle sarhoş olsaammm kiiii bir dahaaa ayılmaasammm.. ahh ah işte gel de eşlik etme şarkıya şimdi. ama bizim önümüzde gazı kaçmış ve ısınmış kola var.
şu güzeller güzeli diye bir şarkı vardı ismini sonradan öğrendim en çok onu sevdim diyebilirim. ha bi de önümüzde iki trt çalışanı ki yaşlarını yine 50-60 gibi 5 ve 6 haneli sayılara ulaşmış iki insan önümüzde tartıştı ama aynen eski türk filmlerindeki gibi sözler ettiler birbirlerine bi tek esef duyarım eksikti :) ben de gülme krizine gireyazdım o an. neyse ondan da sağ kurtuldum ve on numara çekilişini topları düşüren düğmeye basan adamdan sonra en yakın kişi olarak izlemek pek bi heyecan fırtınası yarattı ama hiçbişey çıkmadı ya. ohanness diyorum şansıma ve yola devam ediyorum tabii ki. yine ilker de geçirdiğim iki gecenin ardından tekrar eve dönüşümü kutlarken aklım hala vista da ve lanet okumakla meşgul nerelere gideyim ben ya. nasıl kurtulayım bu illetten. bilmiyorum ama keşke biri çıksa da buluşalım kordonda, mesela saat onda, der gibi gelse bana :) aklım yine şarkıya kaydı :) ama herşey bittikten sonra belki top kalmıştır umuduyla makineyi biraz karıştırdık ama bişey bulamadık :P

boşlukları doldurmak ve birini anlamak

neden hep ben diyene kadar acaba neden olmasın deseydim ya da bunun farkına varmanın uygulamadıktan sonra bir anlam ifade etmediğini bilseydim veya hep keşke diyenlere verdiğim nasihatleri keşke ben de uygulayabilseydim belki de bunların tümünü biliyor olmanın verdiği rehavet yerine keşfetmeye çalışmanın heyecanına sahip olsaydım aslında bunları yazmanın benim için olağan olduğunun farkındalığına erişmek için pek de bir zaman geçtiğinin farkına vardım ama yarın yeni birgün ama benim için yarına daha çok var çünkü geceleri gündüz gibi yaşamaya giderek daha da alışıyorum o yüzden ki gündüzleri rüya görüp geceleri tek başıma hayatıma devam ediyorum biliyorum ki aslında içimdekileri tam olarak anlatacağım bir yazının eşiğindeyim yani belki de son yazı olacak sonrası için birşeyler söylemek pek de uygun olmaz belirsizlikleri açıklamak zor olsa da kendi içinde belli bir düzeni barındıran karışıklıklara sahip biri olarak aslında esas karışıklık herşeyin bir düzene oturması mı oluyor o zaman hiç bir noktalama işareti kullanmadım farkındaysanız şu ana kadar çünkü ben şu an konuşuyorum ve aradaki hiçbir düzen işaretine ayıracak vaktim yok yazdıklarım tam olarak olmasa da beni yansıtıyor ve ben herşeyimi ortaya koyuyorum buradaki noktalama işaretlerini siz kendi zihninizde koyup benim hakkımdaki fikirlerinizi yaratıyorsunuz insan yaratılmış olmanın altında o kadar eziliyor ki tüm hayatını tanrının yaratıcılığına ulaşabilmek için harcıyor durun bak aklıma çok güzel birşey geldi ama şu an onu da yazamıycam ben bitiyorum ya keşke uyuyan insanlar için yarın şu an benim gibi geceyi yaşayanlar için de bugün olsa da ben de hissettiklerimin acaba mutluluğa dönüşüp dönüşemeyeceğini görebilsem ya neden böyle oluyor ki anlamıyorum halbuki hayatın her anını güzel geçirmek için fazlasıyla potansiyelim var ama bunu paylaşabileceğim insan bulamıyorum etrafımda o yüzden olmuyor aradığım insanları bulmak için de birşeyler yapmıyorum ama var olan arkadaşlarımı da çok seviyorum ama tanıdığım neredeyse herkes gibi onlar da beni anlamıyor o kadar anlaşılmaz oldum ki sanırım yakında oky bile beni anlamayacak geçen haftaya dair yazmak isteyip de yazamadığım bir sürü şey var ama onlar da bir başka yazıya kalıyor parmak uçlarımın uyuşacağı anları iple çeker oldum ve biryerlerden başlamazsam herşey hiç olmadığı kadar berbat olacak ama bir yandan da çok farklı şeylerin olmak üzere olması çok güzel yani öyle bir yerdeyim ki yeni bir çağın başlangıcı diyesim geliyor ama bu söz de çok şey olur hani nasıl olur desem hah buldum çok nil karaibrahimgil in hitap ettiği o kendi içine kapalı herkesin dalga geçtiği hep birgün ben hepinizi geçicem işte artık başlıyorum diyen topluluk mensubu birinin demesi gibi olur ama ben bunu kabullenemeycek kadar kendime güveniyorum ve geçmişe bakıp kendime kızıyorum ama sanki şimdiki zaman geçmiş zamanın tekrarından ibaret olmayacakmış gibi neden olmasın hep birşeyler eksik gibi geliyor o yüzden olmuyor hiçbirşeye kendini tam olarak verememekle ilgili sadece eşik değerini aşmayı bekleyen bir sinir impulsu gibi dur bak neler olacak demekten başka birşey yapmamak çok kötü bişey ya onca beklentiye bir türlü cevap verememek ne kadar da hayakırılığı bir insanım di mi hiç anlaşılacak gibi yazmıyorum di mi ama anlaşılamayacak kadar da karmaşık biri değilim evet değilim şans verilse bunu fazlasıyla kanıtlayabilirim ama bunun üzerinde daha fazla konuşmak da iyice artık saçmalamak olur neyse ben kendimi çözeceğim ana yaklaştıkça sonun bir kez daha yeni bir başlangıca açılacağını umuyorum herşeyin düzeleceği bir anın hayaliyle uyumak istiyorum herkese iyi geceler tatlı rüyalar ve iyi şanslar

Live 4 it! haftanın klibi

Herkese yeniden merhaba. yine, yeni bir haftaya başlıyoruz ve geriye kaç tane daha kaldığını bilmediğim haftanın kliplerinden bir tanesini sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyorum. pazartesi sendromu denilen olayı kat kat arttıracak bir şarkı ile birlikte başlamak istedim bu haftaya. aslında bilerek yapıyorum ben bunu. melankoliden zevk almak kötü bişey ama bunu paylaşmanın zevkinden bi türlü vazgeçemediğim için acısını da tatmak zorunda olmaya devam edicem gibi görünüyor. bu saatte bunları sizinle paylaşırken gerçekten de aklımdan geçenlerin ne olduğunu tam olarak ben de bilmiyorum. zaten kaçımız biliyoruz ki? ne düşündüğümüzü bile bilemeyecek kadar çok düşünüyoruz. devam etmek istemiyorum şu an çünkü bitmeyen bir döngüye giriyorum gibi hissediyorum ama biliyorum ki akşama tekrar burda olucam ve yine aynı döngü içine girip devamını getiricem. akşama görüşürüz tekrar ;)

gece yarısı uyanıp yeni güne merhaba demek

gücümü toplamak için nerdeyse bir paket bitter çikolata yedim. yetmedi, üstüne 2 saat uyudum. şimdi uyandığımda ise kahvemin bitmiş olması hayal kırıklığıyla kaderime isyan ediyorum :) zaten istediğim ne gerçekleşti ki şu dünyada ya :P
ama kahvenin yerine çayı koyup yepyeni bir başlangıç yaptım :) yazmak istediğim bir koca blog dolusu yazıyı bir kenara bırakıp midemi yakan bitter çikolata yiyip üstüne uyuma gafletine rağmen, sevgilisine son bir öpücük vermek isteyen sevgili gayretiyle bloga sarıldım bu küçük yazı için. burnumun akmasına bişey demiyorum artık onu kabullendim ama bari uyurken dudağımı ısırmasam artık ya. stresli olduğum zamanlar hep öyle yaparım ben. şimdi çay içerken canım ne yanacak. ama olsun acıdan zevk almayı seviyorum dedim bi kere buna katlanmamak sevgili bloguma yalan söylemiş olmak gibi olur. neyse bi çay koyayım, yüzümü yıkayayım çünkü şu ana kadar esneyerek ve tek gözle yazdım bunca yazıyı ama zevkle yazıyorum ve bu yüzden bırakamıyorum ha bi de şu an kalbim acıyo kriz filan geçirir de dönemezsem geri bu veda olmuş olabilir blog. neyse 45 dakika sonra filan dönerim ya da biraz daha sürebilir dönmem görüşürüz tekrar. öpüyorum byess :)

Live 4 it! günlük gibi zaten

meraba blog, tekrar beraberiz. kahve suyum kaynamak üzere o yüzden ben seni bir süreliğine yalnız bırakabilirim bu yazıyı yazarken. neyse sen zaten bensiz devam edemezsin blog di mi :) ben gelene kadar bekleyedur geliyorum hemen..
kahvesiz nasıl yaşardım bilmiyorum ya ciddi olarak söylüyorum bak blog gülme sakın. gerçi artık uykusuzluk ve zihni açma gibi bi etkisi olmuyor çünkü kanımdaki kafein oranı sürekli yüksek olduğundan daha üst seviyede birşeyler almadıkça bir etkisi olmaz artık çok geç :) neyse konumuza dönelim. sabah evden çıkarken akşam geliyorum demiştim. bu akşam kendi evimde kalıyorum ki bu artık haftada 3-4 güne kadar düşüyor. perpa' daki atölyemizden çıktıktan sonra eve gitmektense arkadaşta kalmak daha rahat geliyor :) bu da değil aslında konumuz o yüzden konumuzu bulma yolunda ilerlemeye devam edelim nasıl olsa taşlar yerine oturacaktır. ben yazı içinde konudan konuya atladığımdandır ki kolay anlaşılır bir üslubum yok. bu da yorum sayısını düşürüyor. neyse düşen sadece o olsa keşke. çevremdekilerin benden uzaklaştığını da hissediyorum ya blog neyse şimdi bundan bahsedip de aklımı daha da karıştırmayayım. zaten pek bi karışmaya müsait aklım var tıpkı her an iç savaşın çıktığı afrika ülkeleri gibi.
geçen hafta sabahtan akşama kadar ümraniye' de bi atölye de beylikdüzü' nden aldığım alüminyumlardan bir şasi ortaya çıkarabilmek için uğraştım. ama bittim resmen ya zaten o sıralarda aklım pek bi havalardaydı acaba mı diye güzel bir hikayeye başlamaya çalışırken bir yandan da aklım hiç alakasız yerlerdeki bilimsel problemleri çözmekle meşguldü. işte sorunum bu benim ya hiç rahat bırakmıyolar beni hep bir sürü şeyi düşünmek zorunda bıraktıkları için önümdeki olayları rahat düşünemiyorum herşey olup bittikten sonra kendi kendime dert yanıyorum. off ya demekten sıkıldım ben..
neyse o kadar pislik içinde yaptık ve sonunda birşeyler ortaya çıkardık. ama şanssızlığın beni çok seven melekleri elbette ki yalnız bırakmadılar beni o günde de ve herşey bitti gidiyoruz derken elimi yaktım. ama o kadar sıcaktı ki tuttuğum yer sıcaklığını hissedene kadar zaten yakacağı kadarını yakmıştı. iki yazı önce de dediğim gibi insan fiziksel olarak çok zayıf. ve sanırım o yazı da bana birşeyleri kaybettirdi ama ben şu an emin değilim. ertesi gün yine perpadaki uzun akşamlarımızdan biriydi ve evini ikinci adresim bellediğim ilker' i ikna edip mor ve ötesinin konserine gittik. benim şu sıralar çok dışarı çıkasım ve konuşasım var çünkü. ve ben o geceyi o şekilde geçirmeyi planlamıyordum. belki de herşeyi değiştirecek bir gece olabilirdi ama yine sıradan dışarıda geçirilen bir gece oldu ama bu yeni yeni yaptığım sıradanlıklardan biri. uyumamak, gecenin bi körüne kadar uykusuzluğunu dışarıda yaşamak,.. çok melankoliğim biliyorum ama cidden bunu paylaşabileceğim sevdiğim bi insan olmadığı için sana saçma geliyor yoksa bunu tamamen sevgiye çevirmek, ve hep hatırlayacağımız onlarca güzel anı yaşayamadığımı düşündüğüm için bu his.
emo' nun perpa' daki temsilciliğinin açılışına katıldım. soran herkese projemizi ve yarışı anlattık ama benim aklım konuştuğum şeyleri düşünmüyordu elbette. cebimdeki telefonun titremesi için yalvarıyordu bir yandan. açılışta rakı ve beyaz şarap içtim hiç bi etki yaratmadı bende. orada işimiz bittikten sonra aşağıda çalışıp ondan sonra gitmiştik zati konsere.
şunu farkettim ki, vodkanın üstüne bira içince benim dudaklarım ve el parmak uçlarım hafif uyuşuyor ve bu uyuşma bana çok tatlı geliyor :) konser sonrasında ben yine parmaklarımın uçları ve dudaklarım uyuşuk halde ilker' e gittim. elimde telefonla 5 kez mesaj yazmaya çalıştım her seferinde gönder yerine yanlışlıkla no' ya bastığım için silindi ve birbirinden farklı kelimelerle aynı şeyleri yazdım. uyumadan önce yatakta yan dönüp yastığa yasladığım telefonda son denemem başarılı oldu ama başarılı olan sadece mesajın gönderilmesiydi yoksa gerisi herzamanki gibi sayfaları boş kalmış hikaye kitapları ne yazık ki.
ertesi gün de erkenden kalkıp eve döndüm. yine kahvemi içtim ve duraksamadan özel ders vermek için evden çıktım. eve döndüğümde beşiktaş-galatasaray maçını izlemek istiyordum ama perpa ya da gitmek zorundaydım. aslında gidelim mi desemiydim bilmiyorum. ama gittiğim yer yine perpa oldu. gece dönerken yolda yanmış bir belediye otobüsü gördüm gazeteleri pek okumuyorum tv desen hiç izlemiyorum o yüzden ne olduğunu hala merak ediyorum.
ogün şanlısoy ve şebnem ferah "bir ben" şarkısını ne güzel söylemişler ya. ben de aynen öyle hissediyorum ama bunu şu an bile tam olarak anlatbildiğimden şüpheliyim ya da yukarıda yazdıklarımı tam olarak istediğim sırada mı yazdım onu bile bilmiyorum. çok yoruluyorum ama yaptığım şeylerden zevk almalıyım aslında çünkü hoşuma gidiyor bu şekilde birbirinden farklı yerlerde bulunmak. ama birşeyler hep eksik içimde bir duygu hep eksik ve o duygunun eksikliği başka birçok düşünceyi doğuruyor. ama ben hiçbirşeyi bırakmadım :) sadece hissettiklerimi yazıyorum sana blog. yoksa yapılacak bir sürü işim var ve bu gece daha çook uzun ;)

Live 4 it! haftanın klibi


her zaman bir ilk sefer vardır.. ve ben geri kalanı için tekrar geri gelicem akşam. umarım siz de burda olursunuz o zaman ;) görüşmek üzere :) iyi haftalar..

birileri hep vardır

şimdi hepimiz buluşup biraraya gelelim, sonra da kalkıp bir kahve falı baktırmaya gidelim. ne olacak? fal bakanın ilk sözlerinden biri ne olacak? -biri var.. offf yaa olmaz mı ki o biri.. sen bana bilmediğim birşey söyle. mesela o "biri" kim? hepimizin içindeki o "biri" si kim? ifade ettiği insan belli değil, bazen değişebiliyor da. bazen içimizi acıtan bu değişimi o zamiri kullanandan başkası bilemez. zamirleri seviyorum..
o biri' si de sensin işte. sen kimsin? o, sensin. o kim? üzeri örtülü konuşmayı keser misin eroy! seni anlayamıyorum işte bu yüzden bazen. zamirleri birşeylerin üstünü örtmekte kullandıkça asla onların gizlediği o özel isimleri söyleyemezsin. o biri' si hep var demiştim di mi. yanımızda bir "o" varken de olabilir, ya da hiçbir zamirin hayatımızda bi anlamı olmadığı zamanlarda da. hiçbir isim olmasa bile o zamir hep orda. hiç ayrılamadığımız sevgilimiz. biri' miz. bi an düşün ve şu an hissettiklerini anlamaya çalış, hissettirdiklerin ve hissettirmek istediklerin.
sadece tanrı yoktan bir şeyi var edebilir derler. ama her yaratıcı yarattığı nesneye kendinden birşeyler katar. ve bizim en büyük gücümüz bir başkasında yoktan var edebildiğimiz duygulardır ya da hiçbirşey ortada yokken kafamızda ürettiğimiz düşünceler. siz seçin istediğinizi. çünkü çok az insan tüm hayatı boyunca aynı fikirde sabit kalır. biz insanları düşünelim.doğada var olabilmeyi en iyi şekilde başarabilen varlıklar olmamızın en büyük sebebi değişebilmemizdir. evrim' i incelersek; doğada varolmayı başarabilen canlılar, değişim gösterebilen canlılardır. sadece gerektiğinde herşeyi geride bırakabilecek kadar güçlü olanlar hayatta kalır. gerçek adalet budur. herşeyini feda edebilecek kadar hayatı seviyorsan o zaman yaşamak senin hakkın. adil olmadığını düşündüğümüz hayatı sürdürebilmek için adil bir alışveriş sanki.
kendimizi bir çok parçaya ayırıp inceleyelim. en büyük zayıflığımız nedir? bu soruya verebilceğimiz iki ana başlık altında bir çok cevap var.
mesela insan fiziksel olarak çok kırılgandır. bir yerimiz her an kesilebilir, çok kolay yanabilir ve belki de ruhumuzu taşıyan alt tarafı 5 litre kanın birkaç su bardağı kadarını kaybetsek geride kalan bütünün bir anlamı kalmayacaktır. ormanda bulduğumuz bir odun parçası, icat ettikçe altında sınırsız seçeneği barındıran silahlar. ya da ayağımız biryerlere takılması.. hepsi bizi adaletsiz yaşamımızdan uzaklaştırabilir. düşünsene yontma taş devrinde bulduğun sivriltilmiş bir taş, demiri döverek şekillendirdiğimiz kılıç, cehennemi sonsuza dek acılarla dolu kılacağına inandığımız ateşi alıp onu metalden yaptığımız mermilerle (ya da kılıcın küçük top haline getirilmişi mi demeliyiz..) ölümü kendi elimizle istediğimiz gibi saçabildiğimiz silahlar. füzeler, kimyasal, nükleer, biyolojik silahlar. tek bir insanın ölümü bile ne kadar acı verebilecekken kitleyi bir anda yokedebildiğimiz herşeyi düşünün. ne anlamı var ki? sonucu aynı olacak nasıl olsa. a şehrinden b şehrine giden sonsuz değişik yol çizebiliriz. yolun manzaralı mı yoksa berbat mı olacağına bazen biz bazen de yolu tarif etmesini istediğimiz insanlar karar veriyor. bana adaletten bahsetmeyin çünkü kendi seçimini kendin yapmadıkça gittiğin yol hakkında şikayet edemezsin. hayır dinlemiyorum seni.
duygusal zayıflık mı dediniz? çok bunalıyoruz di mi. herşey sıkıcı, herşey berbat, herşey üstümüze geliyor. içinde bulunduğumuz durumun tam tersi durumda olan hayattan zevk alan insanlar olması bizde nefret mi doğuruyor. yoo kızmıyorum sana. sadece acıyorum. bi de kabul ediyorum ki sen bir insan olduğun için bunları hissetmen doğal. sana kızmamamın tek sebebi değişebileceğine olan inancımdır. evrim geçirmeyi sadece maymundan insana geçmek olarak mı görüyorsun sen yoksa? neyse değişebilirsin, sadece farkına varman gerek.
en büyük zaafımızı duygusal kırılganlık olarak kabul ediyorsanız şunu da bi düşünün. bizi bazen kendi elimizle sona götüren bu duygular bazen de ölümden bizi hayata bağlamıyor mu? bizi hayata getiren de duygu değil mi? insan, erkek ve kadının duygularını maddeye çevirmesi değil mi? doğan çocukları aşkın meyvesi olarak tanımlayan insan, hissettiklerini maddeye çevirme içgüdüsünü asla yenemez. çünkü biz gözümüzle görmeden inanmayız. o yüzden tanrı bize peygamber yollamış sanırım. yoksa çok azımız görmediğimiz tek bir varlığa bu kadar inanabiliriz. zaten kendi tanrımızı kendimiz yaratabiliyoruz biz.
birini düşünmek; onu, herşeyden uzak olduğunuz gecenin en kör zamanında hayal etmek. umut verir. ulaşamazsanız yaşayacağınız hayal kırıklığı ne kadar büyükse, onu düşünürken hissettiğiniz umudun verdiği mutluluk da o kadar büyük. acaba mı diye rüya görmek, gerçekmiş gibi hissettiğiniz rüyanın içinde bir an gerçekten nefes aldığınızı hissettmek ve daha da güzeli onu o an belki de paylaşabileceğiniz hayal etmek.. rüyadayken hayal kurabildiniz mi hiç? bilincinizi duygularla kontrol edebilmek, ama duygularımızın bilinicimizi kaybetmemize sebep olmasına izin vermemek. hayat zor, gerçekten. ilk kez görmek, ne kadar heyecan veriyorsa son kez olmadığını düşünmek de o kadar umut verir. her seferinde, sanki hala ilk sefermiş gibi hissetmek..