Beni Benden Alanlar No.3
Halısaha maçlarında kazanılan korneri kaleye şut olarak kullanmak benim gözümde dünyanın en bencilce hareketidir. Sebeplerini saymak istemiyorum. Bu konu açıldığında bile tansiyonum yükseliyor. Hayır bi de doğru düzgün kullanabilse.. Tamam sustum.
Ne zaman böyle okul çıkışı, kantin veya fotokopi sırasında bekleyen öğrenciler görsem, aklıma "another brick in the wall" gelir. "We don't need nooo eecuukeyşııın" diyesim gelir. Yazık hepimize ha.
Çayın sıcaklığından eser kalmadığı ve bardağın dibinde kaldığı şeker dolu haline bayılıyorum. Soğuk ve şekerli ama bir o kadar da sınırlı hali içerken aldığım zevki yiyor bitiriyor. Fuck me! Fuck you! gibi bir durum. Bidonlar dolusu öyle çay olsa o kadar tatlı olmaz sanırım. Bidonlar dolusu soğuk ve şekerli çay.. "Lan acaba nasıl olurdu?" demiyor da değilim hani.
Mesela şunlara şahit olunuyordur. "Lan işte senin ... (boşluklara sevdicek veya akrabalardan biri gelir.) böyle böyle.." diye konuşulan cümlede binbir küfür es geçilerek sen nasıl benim ...'ma (yine biraz önceki insanlardan biri veya birkaçı) "lan" dersin diyerek birbirine girerler. "Lan, "lan" dese noolur demese noolur?" diyesim geliyor. Cümlede geçen diğer küfürlerle orta halli bir insan cehenneme gider herhalde onun günahının altından kalkılmaz (tamamen varsayım üzerinden konuşuyorum. Cennet - cehennem üzerine düşüncelerim hakkında sonra konuşuruz.) ama sen "lan"a takmışsın. Bu bence araştırılacak üstüne tez yapılsa gişe rekorları kırabilecek bir durum.
Hindistan cevizli eti puf ve elmalı soda o kadar güzel ki dedi bir arkadaşım ve ben bu tadı asla bilemeyeceğim için içimde burkulmalar olmadı değil. Bir başkası için en güzel olan bir tat nasıl olur da benim nefretimle karşı karşıyadır. Nasıl olur böyle birşey? Yani şu sevdiği şey dışında o kadar ortak noktamız var bu nedir? Düşündükçe saçlarım ağaracak gibi hissediyorum. Düşünmüyorum o korkudan.
Haftanın en az 2,5 en çok 5 günü kapıda kalıyorum anahtarımı unuttuğum için. "Ben ne zaman adam olucam?" diye de düşünüyorum.
Normal zamanda aklımın ucundan bile geçmeyen, yerinde olup olmadığını ancak bakıp, görerek teyit edebileceğim ayak serçe parmağım, ne zaman bir sandalyeye, bir köşeye, bir kapıya çarpsa veya birşeyin altında kalsa, sanki o farkında olunmadığı zamanların acısını çıkarırcasına acıyor. Allahım bu ne acıdır! "Günlük hayatta daha fazla önem versem daha mı az acır?" diye bir fikir teyakkuzum var. Tam teşeküllü hem de. "Doktor, psikolog, filozof ve bir kısım biliminsanlarından oluşan bir komiteyle ortak çalışma mı yapsam?" demiyorum değil.
Hayatımda çok ilginç yerlere gittim, çok ilginç şeyler gördüm ve yaşadım fakat bunların arasında umut (diye bir arkadaşım var, çok severim kendisini) ile İzmir'de yarış sırasında taa Pınarbaşı pistinden taa ismini hatırlayamadığım bir yerdeki bir televizyon, ketıl, vs. tamircisine gittiğimiz günü unutamıyorum. "Yahu ne işimiz vardı orda? Neden biz? Aklımızı mı yitirmiştik? Yahu biz buraya gittik ya yuh olsun bize! İstanbul'un dışında toplu taşıma yalan!" dediğimiz birgündü. Allahım ne garipti yahu. Umut olmasa çekilmezdi. Ben olmasam o da çekemezdi gerçi. Yahu bizimkisi çekilcek dert değildi aslında. Bi de şehrin içinde nereye gideceğini bilmemek, 50m'lik bir kablo, kumru sandviç, Kordon,.. gibi olaylardan bahsetmiyorum bile. Bu yıl yarış Ankara'da olsa ne kadar mutlu olacağımın bir sınırı yok.
sen olmasan walla çekilmezdi o yol ve televizyoncu. adamda az manyak değildi harbiden. iyiki varsın kardeşim öptüm
rica ederim ;) İyi ki varsın diyeceğin çok macera var :)