Bazen de..

Bazı günler de güzel geçer. Önemli kararlar alırsın, bunları uygularsın, mutlu olursun, aşık olursun, atlarsın zıplarsın, içersin, eğlenirsin, sevişirsin, yataktan kalkmak cennetten dünyaya inmek gibi olduğundan istemezsin meleğinin yanından ayrılmayı, herşeyi oluruna ve zamana bırakabilecek kadar rahat olursun. Yüksek sesle şarkılar söyleyip iğrenç sesine (kendi sesime laf söylüyorum, biliyorum ki bunu okuyanlar arasında güzel sesli birçok insan vardır.) rağmen mutlu olursun. Dışarı çıkarsın, içerde kalıp yağmuru izlersin elinde sıcak birşeylerle, kitap okursun, blog okursun, arkadaşlarla geçirmek için güzel günler planlarsın, geleceğini planlarsın iş için, okul için. Beraber gezilebilecek yerlerin listesini çıkarır nerden başlayacağına karar vermediğin için bunalıma bile girersin ;p ( şaka tabii ki :) ).

Yani anlatmaya çalıştığım mutluluk güzel şey. Kendi gözümden bikaç maddesini yazdım. Bir de özlü söz yerine bu kez de bir şaşıbakşaşır ile bitireyim. İki Resim arasındaki milyonlarca farkı bulun. (Fark yok diyene, benden yana düşünene bonibon var! ;p) Büyükada'ya da bir eroy dikilsin.


Yağmur da yağıyor seller de akıyor..

Bazı günler vardır böyle önceki geceden gelen mutluluk, umut, ..vs gibi şeylerle başlar. Sonra hayal dünyasından bir uyanış başlar. Herşey gittikçe daha gerçekçi bir hal alır. Gerçek kötüdür demiyorum ama "gerçek acıdır" gibi bir tabirin de bulunduğu dünyamızda kurulan hayallerin ardında üstü örtülen, o hayallerin tadı kıvamında pamuk şekerlerin ardında unutlan gerçekler mutluluk bulutun sert rüzgarlarla, şekerlerin de kasvetli yağmurun altında erimesiyle açığa çıkar ki dün çok rüzgarlı ve yağmurlu bir gündü. Birşeyler var ortada iyi, kötü öyle birşey gibi işte..

Hatta okulda hiçbiryerde bir Eray Bozkurt' un izine rastlanamadı. Hiç yokmuşum gibi. Ama bu görmezlikten gelinişim ilk defa olmuyordu zaten.. Bu tür şeyler komik geliyor. Anlatacak anılarım oluyor misali. "Ya, işte bigün okula gittim bi baktım beni silmişler.. Sanki sevgilim benden ayrılmış da bana söylemeyi unutmuş.. gibi" Bir bakmışın, ben yokmuşum diye bir şarkı vardı eğer zihnim beni yamultmuyorsa oturup dinlemesem de varlığını biliyorum sanki.. o buraya güzel olurdu. Telefonum çalsa da kurtulsam diyorum o da Ytü gibi beni unutmuş sanki..

Bugün, hayatımda daha önce içine hiç bu kadar girmediğim bir mücadele başlıyor. Çocukluk etmek için çok geç. Bir değişiklik olmazsa, 7-8 Kasım'da Antalya'dayım. İlginç bir başlangıç olacak. Ama bunların da ötesinde. Herşey öylece gözümün önünde yıkılıyor gibi, hayaller, dakikalar içinde gelişen uzun zaman öncesinden beri varolan aşk.. Hayatta her zaman bunlara yer var değil mi? Bu şarkıyı dinlerken yazmak daha güzel oluyor. Okuması da daha iyi olabilir.

10'ar dakika aralıkla 5 ağrı kesici içip tüm bunların yarattığı sıkıntıların verdiği fani acılardan -ki migren diyebiliriz ama tıp bilgim zayıftır yalan söylemiş olmayayım- kurtulmaya çalıştım. Ama geçmedi bir türlü. Yani hadi ilaçlar geçirmese bile çoktan bir komaya girip "welcome to real world eroy!" diye uyanmaya yaklaşabilirdim. Bu da olmadı, zaten bir güç var. Birşey için hala bunun olmasına izin vermiyor. Ya dünyayı kurtarıcam ya da çekilecek çilem varmış gibi bir durum. Neyse, intihara meyilli ergen profili çizmiş olsam da bunlarla alakası yok inanın. Ama hayatla ilgili yeni ilginç fikirler edindim, okumakta ve araştırmakta fayda var.

Herşeye kendimi kapatıp, bunca zorluktan kaçmayı çok isterdim ama önümüzdeki maceralarda çok daha fazlası olacak bunun için yaşamaya değer.. Her zaman olduğu gibi.. Amaçsızca yaşamayı kendinize amaç edinin gibi tırt bir sözle bitirmektense daha iyisini yapayım. Flashback;

Bu yıl ilk defa girdiğim derste, uzun zamandır derslerden alakam kesildiğinden ve artık içerisinde şöyle bir proje olur, böyle kazandırır, yok bi de dünyayı ele geçiririz gibi şeyler geçmedikçe ilgimi çekmediğinden zor geliyor. Dinlemiyorum pek zaten. Kimim lan ben? Niye okula geliyorum? ;p Zaten sevmediğim İtü'de zaten sevmediğim Gümüşsuyu'nda; çok sevdiğim, aşık olduğum Ytü'nün ihanetiyle karşı karşıya geldiğim günün öğleden sonrasıydı. Ders ingilizceydi ve ilgisizliğimi birkat daha arttırmıştı. Çünkü bana göre bir ders ingilizce olacaksa o ders en azından kuantum fiziği olmalı ya da parçacık fiziğine giriş filan işte. Ölçü aletleri ile ilgili şıdır bıdır.. diye giderken gördüğüm 25 derecedeki bir sıcaklığı 24 derece ölçen aleti hatası.. şöyledir böyledir. 25 dereceyi 24 derece ölçen alete hatalı diyoruz ama onun gerçekten 25 derece olduğuna nasıl emin olabiliyoruz ki? Sonuçta onu ölçenin de bir hatası var. Hatalı bir değeri hatalı ölçüyor diye neden bu yaygara? Mutlak değerden nasıl emin olabiliyoruz ki? Mutlak hata nedir? Aha! süper dersin gerisini de dinlemezken bana meşgale çıktı :) Ders arasına kadar beni götürür bu.. "Where is my mind?" demek istiyor insan..

Sevdiğim şarkı çalıyor..

Kendi kendimi teslim ettiğimin farkındaydım. "Kalbimi kırma duracak birgün nasılsa.." sözünün geçtiği şarkının tekrarlandığı saatlerin ardındandı. Kırılabilen birşey olması kalbin, yumuşak kalpli olmayan insanlara özgü birşey sanırım. Sert cisimler kırılırdı yanlış hatırlamıyorsam. İçim de sıkılıyordu zaten. Bitmek bilmeyen bir listeyi bitmekten başka bir işe yaramayan zaman kavramının birkaç parçası içerisinde bitirmek de gerekti. Hani ne desem bilemiyorum. Böyle sıkılmakla sıkılmamak arasında ama düşünürken de ne kadar güzel birşey olduğunu kırılmak üzere olan kalbim de durmak bilmeden atıyordu. Kırılmasının sebebi bu heyecan olacaktı da haberi yoktu. Kahve ve sigara bu zamanlar için vardı ve bu gibi zamanları az buz yaşamamıştım. Sıradan değil ama sık tekrarlanmasından korkulan zamanlar. Biliyorla bilmiyor arası birşey ama düzeltmekle düzeltememek arasında. Sevdiğim şarkı çalıyor derken benim sevdiğim şarkı oluyordu. Kafaları çekip muhabbet edelim demek için bile uzaktı..

Geceyarısı Ekspresi

Tek istediğim sigaranın yanında bir fincan kahveydi ve huyum kurusun ki o fincanları çok severim ve bir başka huyum daha kurusun ki kafama koydum mu illa ki yapmak isterim ve kaderin cilvesi ki fincan onca tabak yığının tam da merkezinde, kurumasını dilediğim huylarımın dürtmesiyle almaya çalıştığım fincanı, tabakların arasından alırken diğer tabak, çanak,.. gibi mutfak eşyalarının hepsinin birden "who let the dogs out? who? who?" şeklinde yerlere saçılmasına ne gerek vardı. Ne gerek vardı onca şangırtı, patırtı, kabumm, abovv,.. gibi gecenin bir yarısı hiç de hoş olmayan hatta günün herhangi bir anında hatta ve hatta hayatın herhangi bir döneminde hoş karşılanmayacak seslere? Neden ben ha? Neden ben?

Eskiden böyle gençken zile basıp kaçardık şu anla bir alakası yok ama aklıma geldi işte..

Live 4 it! Haftanın Klibi



Live 4 it! Haftanın Klibi'nde bu hafta Linkinpark - Breaking the Habbit bizlerle. Eskiye dair ne varsa plastik torbalara doldurulup atılan zamanlar için ideal şarkılardan biri. Herşeyi raflardan, saklanmış köşelerden indirip, sağa sola saçılan zamanlardan birinde bizlerle. Eski alışkanlıklardan vazgeçip yenilerinin kölesi olmak için ideal bir zaman. Burn baby burn!.. Eskilerden güzel bir vecize veyahut deyim, söz öbeği misali.

Hatırlıyor musun? Sorusunun cevabında ne kadar gülebiliyorsan bir o kadar da üzülebilmek olması iki tarafında ne kadar birbirinden uzak ve farklı oluşu kafamı karşıtırsa da zaten aklımın ne zaman selim bir halde olduğunu hatırlamak bir hayli zor. 140 farklı şeyle uğraşırken neyi neden yaptığını, nasıl yaptığını iyice karıştırıyor insan. Haklı, haksız, doğru, yanlış, boş, yararlı, güzel, içten, üstünkörü,... ben neden evden çıkıyordum ki?

Bunun farkına varmak için dışarıdan bir gözle bakmak gerek zira içindeyken anlamak zor oluyor bir anda gökten ışık huzmesinin üstünüze doğması misali bir sahneye ihtiyacınız var. Saatlerce birşeyin üstünde birbirimizi yediğimiz birgündü. Sonra neden biz bu durumdayız, ne yapmaya çalışırken, neyi yapamıyoruz? gibi soruların içerisinde boğulurken. Şeytan ayrıntıda gizlidir felsefesinin en derinlerinde nefesimiz yetinceye kadar dalıp boğulmadan dışarı çıkmaya çalışmak gibi. Basit güzeldir aslında. Fazla düşünmeden olmalı, düşündükçe olasılıklar, etkiler, doğrular, yanlışlar,.. ben ne diyordum yahu? Basitçe devam etmeyi, düşünmeyi nasıl unuttum ki ben? Alışkanlıklarımı değiştirmem gerek. Aslında tam da değiştirmenin eşiğindeydim. Ama o kadar dalmışım ki yine ne yaptığımı unutmuşum.

Biraz fazla açık sözlüyüm farkındayım. Ne kaldı ki bilmediğiniz hakkımda. Neden? Sorusunun cevaplarını verebileceğim birçok şeyden sonra şimdi yeni sorular ve yeni cevaplar. Neyi neden yapmam gerektiğinin farkındayım aslında. Neden yazdığımın, neden geceler boyu uykusuz kalmayı, amaçsızca koşturmayı, tükenmeyi, tüketmeyi, farkındayım. Kafam karışık ama hala içine gireceğim savaşları ben seçiyorum. Tekrar soluklandıktan sonra hiç bitmeyen döngüye gireceğimi biliyorum. Başka bir seçeneğim yok. Alışkanlıklarımı değiştirsem de sahibi hep aynı kalıyor. Bu nasıl yaşadığına bağlı aslında. Birgün hepsi bitecek. Ben de.

Bu akşam bittiğinde yeniden sizlerle birlikte olmaya devam edecek.. Haftaya tekrar görüşmek üzere..

Live 4 it! Haftanın Klibi



Bu hafta Live 4 it! Haftanın Klibi'nde Moby - Extreme Ways ile bizlerle. Normal yoldan gitmeyi sevmeyen insanı kendime hep yakın hissederim zaten. Bourne serisinde film sonunda çalıp kalbimizi fethederken, eve dönüp dinlendiğinde uzun düşüncelere kapılmak istendiğinde arka fonun vazgeçilmez müziklerinden birisi.

Farklı birşeyler yapmaya çalışıyorum. Uzun zamandır buna çabalıyorum. Gerçi çabalamak gibi yoğun bir içerik değil belki ama birşeyler var. Çok şey var. Duygusal açıdan çökmüş, herşeyden ümidini kesmiş olarak geçirdiğim gün, gece, hafta sayısı bir hayli fazla. Hata yaptığımı, daha doğrusu hatalar yaptığımı bilip, bunları kabullenince, hah tamam bak bunu ben yanlış yapmışım dediğimde tamam eroy işte buydu artık herşeyi geri alıp kaldığı yerden devam edebilirsin, sana mutluluklar dileriz gibi birşey olmadı hiç. Eroy Harikalar Diyarında diye bir masal olsaydı ancak onun içinde geçebilecek cümleler. Kahramanın ismi aynı ama oynayan oyuncunun değiştiği bir masal.

Değişmek isteyip de herşeyi tamamen farklı kılmaya çalışırken birçok şeyi artık görmezden gelmeliyim derken artık herşeyi görmezden gelmeye başlarken, hatta artık bir körden farksız olup hiçbirşeyi görememek. Hata yapmanın sıradanlaştığı ve doğru birşeyin kar fırtınasının arasında doğan güneş gibi biraz umut vermesi ama bilmeyen şey o güneşin daha çok kar topladığıydı. Her kar tanesinin kocaman buluttan koparak parça parça yere düşmesi gibi giderek azalıyordum. Bulut hiç bitmezken, ben bitiyordum işte. Her kar tanesi farklıyken, benim kopan her tanem neredeyse birbirinin aynısıydı. Yere düşen her tane sonra tekrar buluta geri dönüp tekrar tekrar kopuyordu. Bende de durum farklı değildi aslında.

Gittiğim yolu değiştirme zamanı değiştirme zamanı gelmişti. Biraz olsun uzaklara gidip gelmek iyi olacaktı. Masaldaki gibi arkada küçük küçük birşeyler bırakarak yollar katederken, kuşlar o taneleri yiyip, geldiğim yolu bana unuttururken günler de geçiyordu. Bunun için miydi peki. Geride bıraktığım parçaları bir daha bulamayacağımı biliyordum, bilmemezlikten geldim, gelmek istedim, ya da isteğimin dışında oldu.

Biliyorum ki bunların hiç birinden birşey çıkarılabilir gibi değil. Rengarenk bir dünya, kar fırtınasında griye dönüşmüşken, belki de kar taneleri gibi değil de yağmur damlaları gibi görmek gerekir değil mi birbirinin aynısı damlalar. Bakınca kendini görüyorsun. Kopan her parça sensin. Sonrasında düşen damlaları geri toplayan bir güneş ve çocukça umut veren gökkuşağı. Renk körü olmayı seçenler için birşey değişmiyor umut için.

Ama tüm bunları yapmayı seçtikten sonra artık yolun sonundaki Harikalar Diyarı'na başlayan yolculuğun bitip bitmeyeceğini görmek için daha zaman var.

Benim ben No.4

Blogcanlısı bir insanım bu yüzden “blogfriendly” denebilir benim için. Akrabacanlısı bir insan değilim “relativefriendly” değilim yani. “Greenpepperfriendly” hiç değilim. “Coconutfriendly değilim” demek bile içimi kötü yapıyor. Arkadaşcanlısı biriyim “friendfriendly”im açıkçası. “Alcoholfriendly”de zirve yapabilirim. “Cigaretteorgasmfriendly biriyim” demek bile içimi okşuyor. “Lovefriendly” olmak kişiliğimde varolsa gerek. Kendimi kullandırmaktan çekinmediğim için veya engelleyemediğim için kullanıcı dostu yani “userfriendly”de master diplomam vardır da nereye koydum bilemiyorum. “Dağınıklıkfriendly” biriyim ama sadece kendim için geçerli gibi. Kendimi beğenmediğimden “Kendimfriendly” değilim. “Changefriendly”olduğumdan değişime hep açığım. “Comedyfriendly” oldum da mutlu muyum? Mutluyum.

“Moviefriendly”yim film izlemeyi severim. “Penguenfriendly” olduğum için hem penguen hayvanına hem de Penguen Dergisine sevgim sonsuz. İmkanım olsun evde penguen beslemeyen karafatma olsun. “Ninjafriendly”yim ama öyle giyinip sokakta dolaşanları sevmem. “Mimarifriendly” biri olarak mimariye ne kadar önem verdiğimi ben bile tam olarak anlatamam. Freddy canlısıyım bu da “Freddyfriendly” olarak tarihte yerini alsın.

Denizcanlısı bir insanım (yani şimdi anlam kargaşasına bak hele, denizcanlısı derken, bir sünger, karides veya mercan resifi değil; denizi seven insan olduğumu açıklama ihtiyacı neden hissediyorum?) “Seafriendly” diyelim. Falcanlısı olduğumdan “Falfriendly” denebilirim. Dağcanlısı (Dağ keçisi veya ayı filan değil herhalde) olarak “Mountianfriendly”yim (ama Brookeback Mountain değil kesinlikle!).

“Musicfriendly”yim herşeyi dinlerim (Fantezi arabesk olmasın kafi). “Çizgifilmfriendly” derken animelerden bahsediyorum. “Coyotefriendly” nerde bir kırkurdu dara düşse yardımına koşmak isterim (o roadrunner’ı yakalayıp ellerimle teslim edicem coyote’ye). “Hertürlüolmasadabirçoktürdekuşfriendly” gibi bir titrim var.

“Kedifriendly” olmam en büyük özelliklerimdendir. “Kissfriendly” biri olarak sevgilimle her platformda özgürce öpüşmekten yanayım. “Süperfriendly” derken ne demek istediğimi ben de tam olarak anlayamadım. Zombicanlısı biri olarak yani başka bir deyişle “zombiefriendly”. Hem aynı isimli şarkıyı hem de zombilerin dünyaya saldırmasını istiyorum ki ben de Mad Max tarzı bir dünyada yaşayayım. Dünyada büyük bir felaket olsa da ben de ne kadar “Felaketfriendly” olduğumu gösterebilsem (ama ben bu felaketten kurtulucam başka türlü kabul etmem).

İstanbul’da yaşayan bir canlı olarak İstanbulcanlısıyım “İstanbulfriendly” olsun bu da. “Vedafriendly” değilim ama burada bitmesi gerekliydi.

Live 4 it! Haftanın Klibi



Live 4 it! Haftanın Klibi’nden merhaba derken artık yeni bir yayın dönemini açıyoruz (sanki 36 kişi çalışıyor Live 4 it! için. Yok öyle birşey tabii ki). Önce okur kitlesini yeniden biraraya toplamak gibi bir mission impossible’a girişmek gerek. Kocaman bir yaz geçti ve geçmiş yıllara oranla hiç de blog buluşmasıfriendly bir yaz olmadı açık konuşmak gerekirse. Geçmişin zaman olur ki’nin bir tahlilini yapalım önce değil mi? Haftanın klibinde de dediği gibi yarın bekleyebilir.

David Guetta – Tomorrow can wait ile bu hafta haftanın klibi tahtına oturuyor. Her yaptığı şarkıyı sevmemin bunda bir katkısı yok değil ama verdiği mesaj da güzel. (Böyle bir şarkıdan da mesaj çıkarabilen kendimi kutluyorum. Çok kendimfriendly’im aslında.) Gece güzel şey. Zor ama güzel.

Hergün bir öncekinden farklı değilse, yarın biraz beklesin ve onu nasıl değiştirebiliriz diye bir düşünelim. Hayatta herkes bir düzene oturup yarın için endişe etmemenin hesaplarını yaparken, tüm düşünceler yarın içinken dün kaçırdığımız ve bugün kaçırıyor olduklarımızın farkında olmaktan uzağız. Biraz durup düşünmek iyidir. Zaman yavaşlar yarın beklemese bile biraz aheste gelir.

David Guetta’nın her klibinde karşımıza çıkan, büyük ihtimalle CERN’de parçacık hızlandırıcıyı yapan mühendislerce hayata getirildiğine inandığım güzelimiz burada da karşımızda. Eroy! Desin sevinçten ağlarım. İnanın ağlarım.

Sonsuzluk teoride mümkünken, yarın iki dakika geç gelsin. Ama gelicek ve haftaya yeniden Live 4 it! Haftanın Klibi’nde görüşeceğiz. Herkese iyi bir hafta diliyorum.

Live 4 it! Haftanın Klibi

Bugün 1 Eylül. İnsanları vapur, arabalı vapur gibi seyahat sırasında denizi rahat görebildikleri taşıtlarda durdukları yere göre 3'e ayıran biri olarak bunlardan 3. sü olan arka tarafta geride bırakılan izi ve de suda kayboluşunu izleyen kesimden olduğumdan mıdır nedir. Bunu da yazı tarihini geçtikten sonra yazıyorum.

Sonunda İstanbul'a kesin olarak döndüm. Geçen 3 aya yakın sürede çok şey yaşadım, çok şey gördüm, öğrendim,... vs. vs. Hiç birşey bıraktığım gibi değil. Live 4 it! bile kaybolmuş. Bir amaç için yaşamayı savunurken Live 4 it! ile birlikte hepsi kayboldu.. Dün bekliyor hala bugünü yaşarken, yarın ise hiç yok sanki. Geri gelecek hepsi. Biliyorum.

Sonbahar başladı. Ben geri geldim. Sonbaharla geri geldim. Üzmek ya da üzülmek için, kazanmak ya da herşeyi kaybetmek için, herşey ya da hiçbirşey için. Bir kez kalbin durduğunda sonraki her atışın ne kadar değerli olduğunu anlamak gibi.

Neşe, heyecan ve macera dolu olarak geri döndüm. Büyüdüm de geldim. Uzun bir yolculuk sonrasında biraz dinlenmek mi? Hadi beni dışarı çıkar.. Live 4 it! Haftanın Klibi geri döndü..