Nevizade her zamanki gibiydi zaten. Haftasonu dışarı çıkan insanların %78 yeni bir sevgili bulmak için dışarı çıkıyor biliyor musunuz. Hatta garip olanı da ki bence değil aslında bu yüzde yetmişsekizlik kesimin %92'si gece sonunda yine eski sevgilisini arıyor. İstatistik bilimi hoş şey vesselam. Tabii böyle bir amacım yoktu benim, sınavlar sonrasında güzel olur nevizade.
Gözümün yaşarması sigara dumanından olmasa gerek. sigarayı mı yoksa telefonu mu sağ elinde tutma konusunda kendimi yerken hangisi daha önemliydi. Nasıl olsa açmayacaktı. Beyhude çırpınıştı sadece. Dar sarmal merdivenler... İnip çıkan insanlar, sevgililer, elindeki siparişi götürenler.. ve bir merdiven köşesine yaslanıp önünden geçenleri izlemek.. Tam kendinde olmadığını sen de biliyorsun. Numaraları hatırlamakta güçlük çekiyorsun. Karşına telesekreter çıkıyor. Afallamak böyle birşey işte..Hiç olmamıştı.. Meşgul tonları ya da ardı ardına gelen aynı çalma seslerinin sonunda telefonun artık cevap yok demesi. Yanlış çevirdiğini sonradan anladığın numaranın telesekreterine dökmek içini.. Bilmeden, hiç tanımadığın birine daha kendini rezil etmek..
Ne kadar da hızlı geçti zaman, ne kadar da değişti herşey, neler yaptım bilmiyorsun. Söyle diyorum.. Ne kadar da zayıfmışım böyle diyorum. Kabuğun altı ne kadar da boşmuş. Yine de devam ederken böyle... Tek başına.. Anlamaları zordu. Ben de anlatmadım zaten.
Sarp - Tek Başına bu hafta Haftanın Klibi'nde bizlerle. Bu şarkıyı her dinlediğimde, kim söylerse söylesin. İçime sonbaharı getiriyor ya da yazın serin akşamlarını, sonbaharda kahve içerken sonrasında alkolün verdiği başka hiçbirşeyde olmayan öyle sarhoş olsam ki havası.. Ne yaparsan yap olmayacak diye bir tokat.. "Seni ben seviyorum.. o değil! Sense, kimseyi değil sadece duyguları seviyorsun!.." diyen yaşlı gözler. Yüzüne gelen darbe kalbini acıtıyor...
Herkese iyi bir hafta diliyorum. Belki karşılaşırız birgün..
Pazartesi, Nisan 28, 2008
Kategoriler: Haftanın Klibi.
Yazan Çizen:
eroy
Sıcaklığı benim vücut sıcaklığımdan bir veya bilemedin 3,5 derece fazla olan herşeyden çekinirim. Elimi yakar, koluma sıçrar, ağzım, dilim yanar, hatta bazen (genellikle de sabahları) çayı ilk içtiğinizde dilinizde garip birşey oluyor ya ondan irkilirim ben. Elimle 15 santigrat derecenin üstünde bir sıcaklıkta olan nesnelere dokunurken çekingen davranırım. İnsan vücudu 36,5 derece zaten insana dokununca elin yanıyo mu manyak diyenlere de beni böyle sevin diyorum. Çizgiyi geçen her top gol değeri kazanmaz ki.
Eliyle çok sıcak şeyleri ki bunlar ince belli bardaklar, çaydanlıklar, tencereler, tencere içinde kalmış metal alaşımlı kepçe veyahut spatulalar, tavalar, fırından yeni çıkmış ekmek, poğaça hatta simitleri hiç zorlanmadan, sanki cornetto tutarmış gibi rahatçasına tutan insanlardan da çekinirim. Nasıl oluyor da elleri yanmaz, hiç mi canları yanmaz, can acısı nedir bilmezler, nasıl bir irade, nasıl bir fizik-kondisyon aman allahım.. İnsan değilsiniz siz ha.. Benim elim yanar. 32 tane elbezi, peçete veya kıyafetimin kollarını ellerime siper ederek tutarım ancak. Okulda çay alırken iki bardak üstüste alırım, farım da açık olur yolum da!..
Evlerde eskiden sobalar vardı hatırlıyor musunuz bilmiyorum. Onun yanına yaklaşma tehlikesi hep olurdu. "Crime Scene Do not Cross" (Türkçe meali: Suç Mahali, sarı çizgiyi geçmek tehlikeli ve yasaktır. Gereksiz kullananlar hakkında hukuki işlem yapılacaktır.) gibi sarı bir şerit çekmedikçe ki çeksen neye yarar çocuğa daha ilgi çekici gelir hatta. Hep ürkerdim o sobadan, bi yerim değse nasıl olur diye felaket senaryolar filan.. Ben çocukken yazısı konusu gibi işte.
Ütü mesela acayip tehlikeli, gerekmedikçe eve sokulmaması gereken bir tehlike çemberi bence. Yeni ütülenmiş birşeyi çıplak ten üzerine giymek ilginç bir deneyim. acıtıyo..Manyak mısın giyiyosun. Hiç mi sıcak yakmıyo seni insafsız.. Ben oynamıyorum ya!..
Ama hayatta en sevdiğim 4562123 şeyin arasında kesinlikle kibrit var.
Perşembe, Nisan 24, 2008
Kategoriler: Kişisel,
Takıntılar.
Yazan Çizen:
eroy
Ben çocukken yazılarımın beğenilmesi üzerine bir başka blogdan aldığım teklifi boş mukavele altına imza atmak edasıyla kabul ettim. Bu yazı Live 4 it!'de ve Ben Çocukken'de beraber yayınlansın. Neyse bu kadar reklam yeter dedikten sonra Back to 80's party..
Ben abartı küçükken değil de yine de böyle tek haneli yaşlarımdayken benim bir tavşanım vardı. Evde tavşan besliyordum ben. İşte o kadar zengindik ki çiftliğimizde tavşanlar filan da vardı.. gibi birşey değil bu bildiğin anne memur baba memur memur çocuğuydum ben. Sonradan da parayı vurmadığımız için hala öyleyim. Bundan 10 yıl sonra benim çocuğum boğazda yalıda oturacak ;p şaka tabii ki neyse. Evde bu tavşanı beslerken onu, zamanında hepimizin bir veya birkaç kez yaptığı (genellikle taşınırken) bakkaldan aldığımız büyük karton kutuya koyardık. Bu bembeyaz nur yumağı denilebilecek tavşancık da her gece kutuyu kemirir dışarı çıkar gece koltukların altında cirit atarken her gece uyanıp mutfağa gittiği sırada annemin yüreğini ağzına getirirdi. Ben de o zamanlarda yaramaz, böyle yanında iki dakika dursanız boğazına yapışıp cinnet geçirmeye (cinnet geçirme mi yoksa cinnet getirme mi bunu yaklaşık 14 yıldır merak ediyorum) yol açacak bir çocuk olduğumdan mıdır yoksa içimdeki hayvan sevgisinin aşırıya kaçıp mazoşizmin doruklarına ulaştığından mıdır nedir bu tavşancığı severken pek bir hor, pek bir hovarda davranır, kullaklarından tutup çevirir çevirir dururmuşum, dursam yine iyi duvara bile fırlatırmışım. İşte böyle bir hayvan sevgim varmışken. Bu tavşan birgün evden kaçmış. Ben o zaman ne kadar üzüldüğümü şu an tam olarak anlatamıyorum zira uykudan yeni kalktığım için ayılamadım tam ama uykudan kalktığımdan beri 4 kişilik bir ailenin 2 öğününü yedim belki de. Böyle bön, böyle mal bir çocuktan büyüyünce ne beklenir ;p
Yukarıdaki paragrafta kaçan tavşan asla geri dönmedi. Asla bulunamadı da. Ben de onca yıl üzüldüm hayvancağız ne yapar koca şehirde. Kimlerin eline geçmiştir de kıyma yapmışlardır onu diye üzül üzül dur. Sonra Lost misali olaylar şekil şemal değiştirdi. Meğer bu tavşan kaçmamış, kaçmış süsü verilmiş ve babam gidip tavşanı geri vermiş. Hayatta babana bile güvenmeyeceksin arkadaş atasözü gerçekmiş lan!.. yıkıldım.. Ne diyeceğimi bilemedim. Bunu öğrendiğimde 2 yıl öncesi filan olması gerekti. Yani hayırlı evlat olmasam ertesi gün 3. sayfadaki vahşet haberlerinde ben de yer alırdım. Genç mühendis adayı ailesini doğradı diye :) (ahaha komik geldi birden :) ). Bu olaya kızgınlığım başka birşeyi hatırlamama sebep oldu. En son bu kadar kızdığımda bir pazar gecesiydi ve eve döndüğümüzde o zamanlar çok meşhur katil arılar veya mad max tarzı bir film vardı. Laaan en heyecanlı yerinde hadi yat artık sabah okul var! O zamanlarda anne babaya karşı gelmek de yok tabii (bilmediğim için olsa gerek yoksa yapardım:) ) Parliament Sinema Kulübü'nde yayınlanan filmleri bir türlü ağız tadıyla izletmediler bana. Şimdi hatırladım yine sinir oldum. Hayatımın bir döneminde en büyük zevkimden mahrum bıraktılar beni. Ama yine de sevdikleri için yapmışlar o yüzden birşey demiyorum. İçimde kaldı resmen ha. Ne de güzel başlardı. Ne de güzel biterdi. Mad max, katil arılar, sinek adam,.. Dünyada nükleer savaş olsa da heryer Mad Max'teki gibi olsa diye büyük istek var hala içimde :) Manyağım gibi sanki. castlayka driiim ay bee hee bii ayy bii oooll may layf vid yuu.. bu şekilde söylemeye çalışmamı o zamanlar kaydedip youtube koysaydım, şimdilerde 10 milyon kez izlenmiş olurdu.
Parliament Sinema Kulübü zamanları yine, gazoz kapağı biriktirirdik. Evde heryer gazoz kapağıydı. Nerde kim bir cam meşrubat şişesi açmış, yanında bitiverip kapağını isterdim. Sanki cepheye mermi taşıyorum. Bazı kapaklar da zor bulunurdu çok değerli olurdu. Manyaklık işte. Sonra bunları misket gibi diz güzel mermer taş bul onunla oyna. Mermer taş bulmak için kendimi paraladım ben. Eski evin orada mermerciler vardı boş arsaya attıkları mermer parçalarını arardık. Öylesine heyecanlı ki, kaybettiğin zaman hissettiğin o üzüntü, o perişanlık... Kendim ölsem o kadar üzülmezdim herhalde. Sonra herkes elindeki kapakları sayar birbirine hava atmaya çalışırdı. Birgün oturdum sayıyorum gazoz kapaklarımı. Baktım ki bana göre az. Sayılarda mod işlemini kendi kendime icad ettim. 20'ye kadar sayıyordum ve bunu 100 olarak kabul ediyordum. Sülün Osman'ın küçüklüğü sanki pislik :) Sonra yaklaşık 2000'lerdeyken ben böyle biri değilim deyip efendi efendi saydım. Kaç çıktığını hatırlamıyorum. Saymayı bitirememiştim. Sonra dışarda 1900'de kaldım diyince bende 4000 tane var diyen çocuğa saymayı bitiremediğimi bir türlü anlatamadım. Dinlemedi adi. Gözlerim yaşardı lan şimdi. Niye dinlemedin beni a insafsızın oğlu. p.ç diyesim geldi ama demiyorum :) Bir de bunlara sinirlendiğim kadar da birşeye sinirlenmiştim. Neye sinirlenmiştim. Salıncağım vardı benim evde kurup sallandığım. Ama bildiğin parktaki salincak. Taşınırken arasına parmağım sıkışmıştı o kadar canım yanmıştı ki Allahımm sanki elimi ejderha ısırdı. Öldüm sandım. O günden sonra nefret ettim ondan. Geçen yazımda demiştim ya serap sana bakarken salıncaktan düşüp kafamı yardım diye. Neyi sevdiysem hep bana zarar verdi işte. Hayatımdan sevdiğimden yaşadığım ikinci acı da buydu. Hep de salıncak mı vardı işin içinde? Küçükken öyleydi işte.. Sonra biz büyüdük, kirlendi dünya.. Hatta küresel biçimde ısındı ben de şimdi soğutmak için çalışıyorum.. Ama salıncak.. İçim burkuldu..
Çocukluğum bitmiyor tabii ki burada. Diğer Ben Çocukkenler için, Ben Çocukken N0.1 burada Ben Çocukken No.2 burada Ben Çocukken No.3 burada
Salı, Nisan 15, 2008
Kategoriler: Ben Çocukken.
Yazan Çizen:
eroy
Live 4 it! Haftanın Klibi'nde bu hafta Oasis - Cast no shadow. Neye sahip olduğunu anlamaya çalışan, kafası karışık tüm okurlara ve dinleyiciler için. Ruhunuzu kaybettiğinizi sandığınız zamanlar için.
Sözleriyle içimizi okşuyor. Söylemeye çalıştığı sözlerin ağırlığı altında ezilmek. Asla kalmak istemediği yerlere zincirlenmiş olmak.. Sabah uyanıp yataktan kalmamayı sağlayacak 17 şarkıdan biri. Sabahları içeri güneş ışığını kabul etmeyen kendimden kabul ettiğim insanlar için.. Sabahları nikotin tadına bulanmış cafeinle uyanmaya çalışanlar için.
Bir zamanlar nasıl desem. Şimdi baktığımda o zamandan ne kadar farklı gibi ama sanki hiçbirşey değişmemiş gibi. Gölgelerimiz aynı belki ama o karanlığın içindeki ayrıntılar o kadar farklı ki. Garip işte.
Herkese iyi bir hafta diliyorum.
Pazartesi, Nisan 14, 2008
Kategoriler: Haftanın Klibi.
Yazan Çizen:
eroy
Nereden başlayacağımı tam olarak bilemediğim bir zamanları yaşarken ready,set, go!.. diyip "who let the dogs out?" edasıyla Live 4 it!'in sonundaki it'i biraz modifiye edip, "hayat senin köpeğin olsun canım benim.." diyesim geldi. Mutlu oldum böyle kendi içimde bir masturbasyon sanki, kendi kendimi mutlu ettim, güldüm eğlendim.
Tokio Hotel - Ready,Set,Go! ile bizler birlikte bu hafta. Aslında klipte derin felsefenin izleri var da şimdi konuşacak zaman yok.
Herkese iyi bir hafta diliyorum. Esen kalın..
Pazartesi, Nisan 07, 2008
Kategoriler: Haftanın Klibi.
Yazan Çizen:
eroy
Dudaklarımın ve parmak uçlarımın uyuştuğu bir gecenin daha sabahı yine uyanamamanın daha doğrusu yataktan bir türlü kalkamamanın verdiği o yorgunluğu hissetme, ama bir yandan da o anda kalkmayıp yatakta dönmenin verdiği garip "anne ben bugün okula gitmeyeceğim!" hissi. Yattığın yerin de çok rahatsız olması ve her yerin tutulmuş bir şekilde uyanmak.. Dün nerede ne yapıyordum bugün ne yapıyorum. Hayat da bir garip vapurlar filan.. İlk andan itibaren göz teması önemli. Gevşek görünmemek gerek. Çok da ciddi olma. Her zaman olduğu gibi bir optimum noktada olmalı. El sıkışırken dikkat etmelisin. Sıkı olmalı, tüm eli kavramalı, hafif bir tebessümü de beraberinde getirmelisin. Merhaba, nasılsınız? Yolculuk nasıl geçti? Güzeldi. Arabalı vapurları hep sevmişimdir zaten. Biraz neşeli olmak ortamı yumuşatır. Toplantı salonuna geçelim. Kahve her zaman ilk içeceğimiz olur zaten. Konuşmana dikkat etmelisin. Sandalyede oturuş şekline, ellerini nerede nasıl tuttuğuna, her biri için ayrı ayrı koşullar var bir yerden sonra refleks oluyor zaten. Savaşta kendini veya düşmanı tanıyorsan %50 kazanırsın. Her ikisini de çok iyi tanıyorsan, zafer kaçınılmaz olur zaten. Dersime çalışıp da geldim. Basit bir görüşme gibi olmadığını gösterdiğim için mutluyum. Ukalalıktan küçük, çok da alçakgönüllükten büyük özgüvenli bir tonda olmalı. Karşındakiyle konuşurken konuşmanız sırasında söylediklerinden alıntı yaparsan, cevap vermeden önce cümlesini aynen tekrar etmek, karşındakini söylediği cümleleri dikkatli söylemeye yönlendirir. Bilir ki söylediği herşey aleyhinde delildir artık. Birlikte neler yapabiliriz? sorusuna cevaplarımız her iki tarafı da tatmin edici olmuştu. Ama bu bir başlangıçtı 18'inde tekrar görüşeceğiz. Son 2 yılımı boşa harcadığı unuttum bile. Değiştirebileceğim tek şey gelecek.. Tekrar görüşmek üzere..
Sonrasında merhaba Bursa.. Artık eroy gibi olabilirim tekrar sulusepken benim. İyi ki gezeyim dedim yağdır mevlam su misali yağmur yağıyor. Ama yürü ya kulum dendikten sonra durmak yok. Yola devam ;p Tılsımın şemsiyesi "İyi ev sahipliği nasıl yapılır?" konusuna güzel bir örnekti. Çok yürüdük, çok merdiven çıktık. Kalelerin tepelerine, ağaçların arasından patikaları takip ederek ulaştık. Bir ara ev sahibi de yolunu şaşırınca "Acaba yaban ellerde sokaklarda mı kalacağız?" diye meraklanmadım değil :) İskender yemeden dönmemem gerektiğinin de bilinciyle iskender'i icad eden mübarek dedenin yerinde yedik. Ben AB gibi genişleme sürecime devam ettim böylece.
Tılsım hanım'a çok teşekkür ediyorum buradan bir kez daha bana Bursa'da çok güzel bir gün yaşattı. Çok gezdik, çok yorulduk ama her yer çok güzeldi. Bursa'ya yerleşme fikri de aklımın bir yerindeydi sabahki görüşmeden. Sonrasında "Gezelim Görelim" programı edasıyla keşfettikçe hoşuma gitti Bursa. Uzun zaman sonra fotoğraf çektim. Canım isteyerek çektim. Güzel bir tatil yaptım diyebilirim. 19 nisanda ehliyet sınavı çıkışına kadar çok zor 13 gün var önümde. Sınavlar, projeler, görüşmeler herşey geleceği ilgilendiriyor. İstediğim herşeyi yapma fırsatı tekrar elimde. Ama herşeyden önce kısa bir molaydı. Tılsım'a tekrar kocaman teşekkürlerimi iletiyorum..
Pazar, Nisan 06, 2008
Kategoriler: Günlük,
Kişisel.
Yazan Çizen:
eroy